“Kalpazankaya, içmediği içki için itiraz eden müşterilerini dövdü!”

“Kalpazankaya, içmediği içki için itiraz eden müşterilerini dövdü!”

Gazeteci Caner Eler, Burgazada’daki Kalpazankaya Restoran’da hesapta içmediği bir içecek olduğunu söylemesi üzerine mekan çalışanları tarafından darp edildiğini yazdı. 

Socrates Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Eler, yaşadıklarını "Kalpazankaya'da 4 kişi yediğimiz yemeğe 10 TL kuver ve yüzde 10 garsoniyer parası ödedik. Buna karşılık toztoprağın üstünde en kalitesiz tabak, çatal, bıçak, sandalye ve masalarda yemek yedik. 340TL hesap ödedik” sözleriyle anlattı. 

Eler’in bir arkadaşı yaşanan darp olayını Ekşi Sözlük’te yazdı. O yazı şöyle:

dövdüler bizi demiştim dün gece. 

başımıza gelenleri anlatmak niyetindeydim ancak ne kadar şaşkın halde olduğumu farkedince kısa kesmeyi yeğledim. sabahın 6'sına kadar ifadeler ve darp raporları ile cebelleştikten sonra gidilecek mesailerimiz vardı. hem kafayı biraz toparlamış hem de sorumluluklarını sırtından atmış olmanın hafifliğiyle anlatacağım şimdi. 

öncelikle biraz eski entryleri okudum mekanla ilgili. yaşadıklarımıza benzer şeyler ima eden de olmuş, kalamarın, karidesin mükemmelliğinden bahseden de. biz, 3 kadın 4 erkek, ahtapotlu karidesli klişelerden sıyrılıp şefin spesiyali ödenmiş hesabın dayağını yedik burada. çiğ geldi.

twitter'da da sorulmuş, mesajla soran da oldu, kaç kişi ne kadar hesap geldi de itiraz ettik diye merak edilmiş. zaten meseleyi hala kavrayamayışımızın, hala telefonda "abi biz bir şey yapmış olabilir miyiz bak emin misiniz neden dayak yedik lan?" diye birbirimize yanlayışımızın sebebi de bu. biz hesaba itiraz etmedik. hesap ödendi. bir yandan kartlardan hesap çekilirken bir yandan da türkiye'de yaşıyor olmanın gereği adisyona göz gezdiren arkadaşımız, şifresi taze girilmiş pos cihazı elinde slipin çıkmasını bekleyen şef'e "burada şalgam mı yazıyor?" sorusunu yöneltti. masaya şalgam hiç gelmedi. çünkü kimse şalgam istemedi. şef beklenmedik bir çeviklikle suratını kasıp oldukça sinirli bir şekilde "ya ne bileyim ben de okuyamıyorum, ne olmuş?" diye çıkışınca "ne ne olmuş abi siz bize başkasının hesabını mı getirdiniz?" diye sordum. neden sordum bunu? çünkü hesap şişirmenin adabı vardır. bizim hesabımız ilk defa şişirilmedi dün gece, ama yaş ortalaması 32 olan o masada herkes hayatında ilk defa dayak yedi. şimdi sakin kafayla düşününce aslında şefin neden celallendiğine dair fikir sahibiyim artık. masaya hiç gelmemiş bir şeyi adisyona yazarak aklınca hesap şişiren bir iş arkadaşı onu karşımızda çok zor bir hale sokmuştu diye düşünüyorum. çünkü bu sinir katsayısı tırmanma hızının başka izahı yok. yukarıdaki diyalog şef'in "sen dalga mı geçiyosun benimle ya ne yazıyorsa ödeyin gidin lan buradan!" narasıyla taçlanıyordu çünkü. benimse gözüm hala bızıt bızıt uzayan kredi kartı slipinde: "zaten ödedik ya lan!"

şef'in lanlı lunlu konuşması masadaki hiçkimsenin umrunda değildi gerçekten. lan man, san, unvan umursamayacak, hem hayata karşı hem de birbirlerine karşı referansı granit gibi sağlam 7 arkadaştık oğlum biz. sabahtan akşama kim olduğu ne olduğu belli olmayan bir dünya insana getir götür yaparak evine ekmek taşıyan bir adamın lan deyişiyle masa devirecek kadar çiğ insanlar olmadık hiç. velhasıl, o lanlı lunlu savaş narası beklenen etkiyi yaratmış ve masamıza yaklaşan 2-3 kişilik mekan çalışanı kadronun fitilini çoktan ateşlemişti. çok sonraları fark ettim ben, dayağı tam bu saniye yemiştik aslında. 

-n'oluyo abi

-bi' şey olmuyo, burada şalgam mı yazıyo diye soruy..

-sen dalga mı geçiyon olum?!

-ne diyon sen ya?!

-hesabı ödeyin gidin lan!

-siz artislik mi yapıyonuz ya?!

-hesabı ödeyin gidin.

-hesabı ödeyin gidin...

 

hesabı ödedik aga biz. ama o hesabın 20 katını havaya saçıyor olsak koşup gelemeyecekleri bir süratle geldiler bizi dövmeye. başında aşçı şapkasıyla ocakçısından tut, yaklaşık bir on dakika kadar sonra ortalık durulduğunda "abi siz gayet iyi, kibar adamlardınız; niye böyle yaptınız?" minvalinde bir şeyler sayıklayan komisine kadar geldiler. 20 kişi dövdüler bizi. 

ben bu yaşımda ilk defa dün gece anladım ki dayak yerken yapılması gerekenlere dair zerre fikrim yokmuş. kavga çıkmasına mahal vermemeyi öğrenirken "bir gün dayak yersek ne bok yeriz"'i es geçmişiz malesef. 20 kişi üzerimize saldırılırken yapma kardeşim dur diye diye arkadaşımı kollarından tutmuş bir halde buldum kendimi. hal böyle olunca bir beş dakika kadar itiş, kakış, arbede, masa, sandalye; bir hayli tepindiler üstümüzde. mekan da oldukça doluydu bu arada, ben diğer müşterilerden herhangi birinin kılını kıpırdattığına şahit olmadım. sabahın 6'sına kadar karakol-hastane dolanırken bir yandan da kritik yaptığımız arkadaşlarımdan da işitmedim böyle bir şey. sanırım sadece oturdular.

polis de gelip ortalık iyice yatışınca aramızda iki adet avukat olduğunu da duyan mekan çalışanları 4-5 kişi civarında bir sayı ile sütün döküldüğü yerin az ötesinde miyavlıyorlardı. 

karakol, ifade, masayı değil zıplayıp tepinen bir kalabalığı uzaktan çeken bir kamera kaydı, darp raporları, karakol önünde yeniden yirmili sayılara ulaşan mekan çalışanları, içeri girip yanımıza ulaşma çabaları, bir kadını "ben de iki masa arkanızda oturuyordum..." diye başlayan tiratlarla yanımıza yollayan uzlaşma çabaları, en sonunda avukat arkadaşlarımızdan birinin ya dışarıyı dağıtacaksınız ya bizi götüreceksiniz serzenişi üzerine büyükada polis merkezine geçişimiz ve sabah 6 gibi ana kara'da bir hastaneden alınan raporla son bulan geceye dair anlatılabilecek daha çok detay var. ne yenilen dayak, ne ezilen cep telefonları ne moraran kaş göz; hiçbirisi 20 yıldır tanıdığım insanlarla geçirdiğim şahane bir geceyi daha güzel anılarımın arasına ekleyememek kadar canımı acıtmadı. 

en kısa zamanda, ama bir daha asla bu ve benzeri mekanlarda olmamak kaydıyla bir araya yeniden gelir, bu geceyi kahkahalarla yad edecek kafa dinginlğine yeniden ulaşırız diye umuyorum hala.

velhasıl onlar vurdu, aslında bize pek de bir şey olmadı.