Necmettin Erbakan'ın "Bugün yapılmış olan cihadı televizyonsuz yapmanın imkânı yoktur. Bu inançla Kanal 7 için para vereceğiz" sözlerinin ardından 'bağışlarla' dünyaya gelen Kanal 7, siyasi İslam’daki yükselişler, kavgalar, parti kapatmalar ve yine yıllar içinde değişen bağış toplama yöntemleriyle bugünlere geldi Dönemin Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakar, 1993 yılında davanın yürümesi adına televizyon kanalı kurulması için Milli Görüş camiasına seslenerek Kanal 7’nin de temellerini atmış oldu. Kanalın öyküsü, dönemin Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın 1993 yılında Milli Görüş camiasına "Televizyonu olmayan bir davanın yürümesi mümkün değildir. Bugün yapılmış olan cihadı televizyonsuz yapmanın imkânı yoktur. İşte bu kadar hayati bir konu için acıyıncaya kadar vereceğiz. Bugün, bu inançla Kanal 7 için para vereceğiz" diyerek seslenmesiyle başladı. Bu çağrı üzerine hem Türkiye, hem de Almanya’da sıkı bir bağış kampanyası başlatıldı. Kampanyada özellikle Almanya’daki gurbetçi vatandaşlarımıza ağırlık verildi. Milli Görüş’ün en sıkı hatibi Şevki Yılmaz Almanya'ya gönderildi. Bağış toplama faaliyetleri daha çok camilerde yürütülüyordu. Bağış faaliyetindeki bir diğer kilit aktör Kombassan Holding’in patronu Haşim Bayram’dı. Bayram, Almanya’da cami cami dolaşarak Kanal 7’yi kurmak üzere Yeni Dünya İletişim AŞ'nin hisse senetlerini gurbetçilere kâr payı vaadiyle satıyordu. Bayram, Kanal-7’nin Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı sıfatını da taşıyordu. Toplanan bu para, Kanal-7’nin kuruluş sermayesi olacaktı. Ve Kanal 7, 8 Şubat 1993 tarihinde Ticaret Sicili gazetesinde yayımlanan bir duyuru ile hukuken dünyaya gelmiş oldu. Bütün ipler Erbakan'ın elinde İpler, tabii ki Refah Partisi lideri Prof. Erbakan’ın elindeydi. Erbakan’ın talimatıyla sermayeler çoğu yüzde 10’luk paylar halinde olmak üzere 10 kişi arasında neredeyse eşit miktarda dağıtıldı. Hissedarların çoğu RP milletvekilleriydi. Milletvekili olmayan az sayıdaki hissedardan biri, Erbakan’ın tam güvenine sahip olan Zekeriya Karaman adındaki bir yayıncıydı. Karaman da Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan gibi, Nakşibendi Şeyhi Zahid Kotku’nun ruhani önderliğini yaptığı İskenderpaşa cemaatindendi. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı ise Erbakan’ın her daim en güvenilir müttefiki olan Recai Kutan’dan başkası değildi. Bayram iş dünyası adına, Karaman da yayıncı kimliğiyle Kutan’ın yardımcılıklarını üstlenmişlerdi. Erdoğan Belediye Başkanı olunca Kanal 7'nin kaderinin döndüğü an, 27 Mart 1994 tarihindeki yerel seçimlerde RP'nin zaferle çıkması ve Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıydı. SHP'li Belediye Başkanı Nurettin Sözen döneminde kurulan ve 1992 yılında yayına başlayan Belediye Radyo Televizyonu (BRT), "Özel Radyo ve Televizyon Yasası"nın belediyelerin televizyon yayıncılığını yasaklaması nedeniyle yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştı. Erdoğan, Belediye Başkanı olur olmaz, BRT'nin altyapısı ile sahip olduğu frekans, RP'nin yayın organı haline gelecek olan Kanal 7'nin işletmecisi Yeni Dünya İletişim AŞ’ye aylık 200 milyon TL'ye kiralandı. 1994 seçimlerinden sonra televizyonun en büyük gelir kaynaklarından birisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve iktisadi işletmeleri tarafından verilen reklamlar ile Refah Partili ilçe belediyelerin katkıları oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1994-1997 arasında toplam 2.7 milyon dolarlık reklam ödemesinin beşte birini (481 bin dolar) Kanal 7'ye yöneltti. Şirketin bir yıl sonraki genel kurulunda Haşim Bayram yönetimden çıkarken, şirketin sermayesi 210 milyar liraya yükseltildi. Bu arada Kutan ile Karaman’ın hisseleri yükseldi. Refah Yol'la gelen altın dönem Erken genel seçimlerin yapıldığı 1995 yılı Ocak ayı sonrası Refah Partisi’nin yüzde 21.3 oy alarak Doğru Yol Partisi Refahyol hükümetini kurması, Kanal 7 için de “altın çağın” başlaması anlamına geliyordu. Kanal 7 için bu kez hükümet kaynaklı fonlar devreye girdi, örneğin Ziraat Bankası Kanal 7'ye o zamanın parasıyla 900 milyar TL'lik reklam verdi. Ziraat Bankası’nın verdiği reklamlar Atlas Nehir İletişim AŞ (Anajans) ile halen RTÜK başkanı olan Zahid Akman'ın ağabeyi Turgut Akman'ın ortağı olduğu Maya Fuarcılık Limited Şirketi üzerinden geçiriliyordu. 28 Şubat sonrası ve Kanal 7'de çatırdama Şirketin yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yapan Refah Partisi Genel Başkan yardımcılarından Recai Kutan 1993 yılında yüzde 12 olan hissesini 1994 yılında yüzde 32’ye çıkarmıştı. Refah-Yol hükümeti ve 28 Şubat süreci sonrasında hissesi yüzde 20’ye gerileyen Kutan, Refah Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldığı Ocak 1998 sonrası yapılan ilk genel toplantısında hem yönetimden hem de ortaklıktan çekildi; hisselerini Zekeriya Karaman’a devretti. Karaman, bu dönemde hep Erbakan Hoca'nın izinden yürüyordu. 1999 yılı, siyasal İslam’ın serüveninde olduğu gibi Kanal-7’de yol ayrımının başlangıcıydı. Refah’ın yerine Fazilet Partisi’nin kurulmasıyla birlikte, Erdoğan ve Gül’ün başını çektiği yenilikçiler hareketi Erbakan’dan bağımsız hareket etmeye başladı. Kanal 7'nin bu dönemde yenilikçilere yönelik haberleri, Erbakan ve çevresinde rahatsızlık yarattı. 14 Mayıs 2000 tarihinde Fazilet Partisi Kongresi'nde Abdullah Gül'ün Recai Kutan'a karşı aday olması ise herkes için tam bir kopuştu. Zekeriya Karaman, bu dönemde hep beraber hareket ettiği Mustafa Çelik ile birlikte tercihini Erbakan değil, Erdoğan’dan yana koydu. Bu döneme denk gelen Ticaret Sicili kayıtları o dönemde Kanal 7 yönetiminin ve şirketin mülkiyet yapısının ciddi sarsıntılardan geçtiğini gösteriyor. Karaman şirket yönetiminde gözükmüyor Zekeriya Karaman ile, beraber hareket ettiği Mustafa Çelik, 31 Şubat 2000 tarihinde Kanal 7'nin yönetim kurulu üyeliklerinden ayrıldılar. Karaman Yönetim Kurulu Başkanlığı'ndan Genel Müdürlüğe atandı, ancak harcama yetkisine sınırlama getirildi. Uzmanlara bakılırsa, bu operasyon, Erbakan Hoca’nın Kanal 7’yi yenilikçilerin nüfuzuna düşmekten kurtarmak için yaptığı bir manevraydı. Karaman, kısa bir süre sonra Kanal 7’den tümüyle ayrıldı, hisselerini de devretti. 14 Mayıs tarihli çekişmeli Fazilet Partisi kurultayından iki hafta sonra 29 Mayıs 2000 tarihinde Kanal 7 genel kurulu yapıldı. Bu genel kurulun Ticaret Sicili’nde yayımlanan kararında, Karaman yönetimde gözükmüyor, keza hissesi de bulunmuyor. Karaman dönüyor, Kutan dava açıyor 2001 yılında AKP kuruldu. Karaman, yaklaşık iki yıl sonra yeniden Kanal 7’ye döndü. 22 Mayıs 2002 tarihli Ticaret Sicili’ne göre, Karaman Kanal 7’nin yeniden Yönetim Kurulu Başkanı ve yüzde 20 hissedarı oldu. Keza, Mustafa Çelik de yönetime geri döndü. AKP, 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidar oldu ve yaklaşık 10 ay sonra yapılan genel kurulda Kanal 7’nin sermayesi 8 trilyon 100 milyara yükseltildi. O sırada Saadet Partisi Genel Başkanlığı'na gelmiş olan Recai Kutan, 2003 yılında Kanal 7'deki hisselerinin hileli yollarla elinden alınarak, buharlaştırıldığı iddiasıyla İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde Zekeriya Karaman’ı dava etti. Ancak Karaman mahkemeye Kutan’ın 1998 tarihli hisse devir yazısını göndererek kendisini savundu. Dava duruşma yapılmadan kapandı. Ve Kanal 7 Almanya'da açılıyor Kanal 7, bu tarihten sonra yurtdışı operasyonlarına ağırlık verdi. Kanal 7'nin eski çalışanlarından birisi olan ve 5 yıl 10 hapis cezasına çarptırılan Mehmet Gürhan'a, Deniz Feneri e.V isimli bir yardım derneği kurduruldu. Kanal 7'nin başındaki Karaman, Türkiye'deki ortakları Mustafa Çelik, İsmail Karahan ve RTÜK Başkanı Zahid Karaman'dan oluşan "çekirdek kadro" çok sayıda şirket kurdu. Almanya'da görülen davada Deniz Feneri e.V isimli derneğin parasının büyük bölümünün, Türkiye ve Almanya'da ortak olduğu şirketlere aktarıldığı ortaya çıktı. Frankfurt'ta görülen davada milyonlarca euro'nun kuryeler aracılığı ile Zekeriya Karaman'a ulaştırıldığı da iddia edildi. Derneğin gayriresmi muhasabesinin de İstanbul'daki Kanal 7 binasındaki bilgisayarlarda bulunduğu da öne sürüldü. Almanya'dan gelen paralar Bu para akışının yaşandığı dönem, ilginç bir tesadüfle, Kanal 7'nin sahibi olan Yeni Dünya İletişim AŞ'nin 2.3 trilyon TL olan sermayesinin 8.1 trilyona çıkarıldığı döneme denk geliyor. 24 Eylül 2003 tarihindeki sermaye artışında, 5 trilyon 800 milyar TL tutarındaki fark, Zekeriya Karaman, Mustafa Çelik, İsmail Karahan ve diğer ortaklar tarafından nakden karşılandı. Almanya’daki mahkemede Deniz Feneri e.V için toplanan, ancak Türkiye’ye gönderilen paraların doğrudan Kanal 7’ye aktarıldığına ilişkin bir tespit bulunmuyor. Ancak duruşmada mahkûm olan itirafçı Firdevsi Ermiş ile diğer mahkûm Mehmet Taşkan, derneğin nakit paralarını Zekeriya Karaman’a teslim ettiklerini söylediler. Keza, Mehmet Gürhan’ın Deniz Feneri e.V’nin Alman bankalarındaki hesaplarından yoğun para çekişi de 2003 yılında gerçekleşiyor. 15 Temmuz 2007 tarihli genel kurul kararı ise şirketin sermayesinin 14 trilyon 600 milyara yükseldiğini gösteriyor. Zekeriya Karaman’ın hisse payının ise yüzde 20’den yüzde 34’e yükselmesi dikkat çekiyor. CHP: Para hareketleri incelenmeli Almanya'da mahkûmiyetle sonuçlanan Deniz Feneri e.V davasını yakından takip eden CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’na göre, Kanal 7’nin sermaye artışının kaynağının iyi araştırılması gerekiyor. Kılıçdaroğlu, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: Almanya’da belge var "Bu olayın belgelere dayalı ortaya çıkması için Almanya'daki dosyanın bütün ekleriyle Türkiye'ye istenmesi lazım. Alman polisinde her türlü belge, kuryeler aracılığıyla gelen paranın listesi var. O tarihler içinde getirilen paraların nerelerde kullanıldığı, Zekeriya Karaman ekseninde araştırıldığında ortaya çıkacaktır. Ama AKP bu yola başvurur mu başvurmaz mı bilmiyorum. İkinci önemli nokta; soruşturmayı yapacak olan savcıların devletin denetim elemanlarından teknik hizmet almaları gerekiyor. Mülkiye Müfettişi olmalı Örneğin banka hareketleri için bankalar yeminli murakıpları, Türkiye'deki sermaye artışı ve mali açıdan incelenmesi için Maliye Müfettişi, Hesap Uzman'ı Deniz Feneri Derneği bağlantısı için Mülkiye Müfettişi’nin devrede olması gerekir. Tek başına savcının işin içinden çıkması mümkün değil. Bu konu Almanya'da incelenmiş sonuçlandırılmış, benim samimi düşüncem AKP hükümeti tarafından bu soruşturma Türkiye'de kapatılacaktır." Karaman 'Bağış yok' derken Erbakan bağışa davet etmişti Zekeriya Karaman, dün Zaman gazetesinde yayımlanan mülakatında, Kanal 7’nin kuruluş sermayesinde bağış parası bulunmadığını söyledi. Oysa, dönemin Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan’ın yaptığı muhtelif açıklamalar, Kanal 7 için bağış toplandığını gösteriyor, Karaman’ı yalanlıyor. Erbakan, 7 Mayıs 1996 tarihinde Kanal 7’nin üçüncü kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada camiasını kanala bağış yapmaya davet ederek, “Ölüm hepimize yakındır. İşte şimdi öldükten sonra her taraf zifiri karanlık olan bir anda, eğer bir şeyin gelip size yol göstermesini istiyorsanız, bilesiniz ki o şey, bugün Kanal 7 için vereceğiniz para olacaktır” demişti. Paralar kuryelerle taşındı Deniz Feneri e.V ile ilgili baskın düzenleyen Alman polisi, derneğin gayriresmi muhasebesinin İstanbul'da bulunan Kanal 7 binasındaki bir server'de kayıtlı olduğunu tespit etti. Ancak el konulan bilgisayarlarda derneğin muhasebecisi Firdevsi Ermiş tarafından tutulan ve Zekeriya Karaman'a teslim edildiği iddia edilen paralarla ilgili liste de ele geçirildi. Dava dosyasının ekleri arasında bulunan ve RTÜK Başkanı Akman'ın kuryelik yaptığına ilişkin kayıtların bulunduğu listeye göre, 2005 yılında Deniz Feneri e.V'nin 640 bin euro'su, 2004 yılında 963 bin euro'su, 2005 yılı Ağustos ayına kadar da 2 milyon euro'ya yakın parası ya nakit ya da kuryeler aracılığıyla Karaman'a teslim edildi. Alman hakimin kararı 9 milyon euro Türkiye'ye gitti nerede kullanıldığı belli değil Mehmet Gürhan, Mehmet Taşkan ve Firdevsi Ermiş'in Deniz Feneri e.V adına toplanan bağış paralarını usulsüz kullanmalarıyla ilgili yargılamayı yapan Franfurt Eyalet Mahkemesi Başkanı Dr. Johann Müler, 17 Eylül 2008 tarihli kararında, olayın Türkiye bağlantıları olan Kanal 7'nin başında bulunan Zekeriya Karaman, yardımcısı Mustafa Çelik ve İsmail Karahan'ın rolüne dikkat çekti. Müller karar duruşmasında yaptığı konuşmada, 5 yıl boyunca 20 binden fazla bağış sahibinin güvenlerinin zedelendiğini belirttti. Alman hâkim, Almanya Deniz Feneri’nin toplam 41 milyon euro bağış topladığını, Türkiye’ye giden toplam miktarın da 17 milyon euro olduğunu açıkladı. Müller bunun 8 milyonunun Türkiye Deniz Feneri'ne gittiğini, geri kalan kısmın çeşitli yerlerde kullanıldığını ifade etti. Amaç dışı kullanılan paradan sadece 4 milyon euro'nun Almanya’da kaldığını bildiren Müller yargılananların dolandırıcılıktan hüküm giydiklerini anlattı. Gerekçeli kararda olayın Türkiye boyutuna da değinen Müller, Mehmet Gürhan’ın dernekte yönetici olmasına karşın büyük oranda Türkiye’den yönlendirildiğini ve karar vermede tek yetkilinin kendisi olmadığını, Türkiye’de Zekeriya Karaman’ın ön plana çıktığını vurguladı. Müller, kararında sanık Mehmet Gürhan’ın, İsmail Karahan, Harun Kapıyoldaş, Mustafa Çelik ve Zahid Akman ile geçmişte ticari ilişkileri olduğunu belirtti.