Kanser raporunu açıkladığı için yargılanan Bülent Şık'ın davasında ilk duruşma: "Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur"

Kanser raporunu açıkladığı için yargılanan Bülent Şık'ın davasında ilk duruşma: "Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur"

Gıda mühendisi akademisyen Bülent Şık hakkında kansere yol açan ürünlerle ilgili yazı dizisi nedeniyle açılan davanın ilk duruşması bugün İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görülecek. Sağlık Bakanlığı'nın şikayeti üzerine TCK 258 uyarınca “göreve ilişkin sırrın açıklanması” ve TCK 334 ile TCK 336 uyarınca “açıklanması yasaklanan bilgileri temin etme ve açıklama" suçlamalarından hapsi isteniyor.

Davaya konu olan yazı dizisi “Türkiye'yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi" başlığıyla Cumhuriyet gazetesinde 15 Nisan 2018 günü yayımlanmış ve dört gün sürmüştü.

TIKLAYIN: Bilim insanı Bülent Şık'a skandal dava: Kanser raporunu halka açıklamaya 12 yıl hapis istemi

Araştırma, 8 milyon insanın yaşadığı bölgedeki çevre kirliliğinin gıdalarda ve suda kanserojen etkiler yarattığını ortaya koyuyor. Raporu, önlem alması gereken kamu kurumlarına göndermediği ortaya çıkan Sağlık Bakanlığı'nın 'Halkta infiale neden olduğu', 'dış alımları etkilediği” gerekçesiyle hakkında suç duyurusunda bulunduğu Şık’a, 'gizli bilgileri temin etmek ve açıklamak' suçlamaları yöneltildi.

Dava ertelendi

Bülent Şık'ın avukatlarının derhal beraat talebi reddedildi. Dava 30 Mayıs'a ertelendi. 

14.00'da başlayan duruşmada, destek için gelen izleyicilerin kalabalık olması sebebiyle mahkeme salonu değiştirildi.

Şık'ın savunması

Bülent Şık, savunmasına, davaya konu olan, Sağlık Bakanlığının 2011-2017 yılları arasında yapılan “Çevresel Faktörlerin İnsan Sağlığı Üzerine Etkilerinin Araştırılması” raporunun verilerini paylaşarak başladı. 

Şık'ın ifadesinin tam metni şu şekilde: 

"İddianamede bana yöneltilen 'Yasaklanan bilgileri temin etme', 'Yasaklanan bilgileri açıklama' ve 'Göreve ilişkin sırrın açıklanması' suçlamalarına yanıt verebilmek için Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin amacına ve kapsamına kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle veri ve bilgi sözcükleri ile ne kastettiğime açıklık getirmek istiyorum.

'Veri ya da veriler' sözcükleri ile araştırma çalışmasından gözlem, analiz veya ölçüm yöntemleri ile elde edilen ama bir işleme ya da bilimsel bir değerlendirmeye tabi tutulmayan her türlü enformasyon parçacığını ya da sayısal değeri ifade ediyorum. Metin içinde sıklıkla dile getirdiğim “Araştırma çalışmalarından elde edilen bilgi” ifadesi ile verilerin istatistiksel yöntemlerle analiz edildiği, elde mevcut akademik bilgi birikimi dikkate alınarak değerlendirildiği, bir takım sonuçlar çıkarıldığı ve bu sonuçların ne anlama geldiğinin açıklığa kavuşturulduğu durumu ifade ediyorum.   

Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 yılları arasında yürüttüğü ve ana başlığı “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi” olan araştırma projesinin amacı araştırma yapılan bölgelerde halk sağlığını tehdit eden bir durum olup olmadığını belirlemekti.

Araştırma Projesinin Kapsamı

Araştırma her biri bağımsız olarak yürütülen 16 farklı araştırma projesinden oluşuyordu. Bu projelerin isimlerine yer vererek yürütülen araştırmanın kapsamının genişliği hakkında bir fikir edinmek olanaklıdır.

Çizelgede yer alan araştırmalardan halk sağlığı ve çevre sağlığına yönelik çok kapsamlı bilgiler elde edilmiştir. Örneğin çizelgede ilk sırada yer alan “Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası’ndaki İllerde Kanser Ön Tanılarının İncelenmesi” projesinden elde edilen bilgiler araştırmanın yapıldığı illerde kanser tanısı almış kişilerin yaşadığı hanelerin il genelindeki haritasını çıkarmayı sağlamıştır. Çizelgedeki 2 numaralı araştırma projesi olan “Kocaeli ve Antalya’da Hane Halkı Sağlık Araştırması” projesi ile kanser tanısı almış hastaların yaşadığı hanelerde kişisel alışkanlıklar, beslenme ve sağlık durumlarını tespit etmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Çizelgedeki 3 numaralı araştırma projesinde ise kanser ön tanısı konulan kişilerin ağır metal maruziyetlerini belirlemek için çalışmalar yapılmıştır. Sadece bu üç araştırma çalışmasından elde edilen bilgiler bile kanser konusunda pek çok soruya yanıt olacak bilgiler içermektedir. Örneğin Kocaeli ili ile Ergene Havzasındaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde ülkemizdeki diğer kentlere kıyasla kanserden ölüm oranları nedir? Çocuklarda ya da yetişkinlerde kanser görülme sıklığı nedir? Hangi çeşit kanserler daha sık görülmektedir? İnsanlardan alınan biyokimyasal örneklerde kansere neden olan ağır metal kalıntıları var mıdır? gibi.

Hane bazında yapılan bu çalışmalara çevresel ortamlardan alınan örnekler üzerinde yapılan çalışmalar eşlik etmiştir. Araştırmada köy ve mahalle bazında binlerce yerleşim bölgesinden örnekler alındı. Araştırmanın amacı çevresel ortamlardaki kanserojen madde kirliliğinin ne düzeyde olduğunu ve o bölgelerde yaşayan insanların soludukları hava, içtikleri su, yedikleri gıdalarla bünyelerinde kansere neden olan kimyasal maddeleri alıp almadıklarını belirlemekti.

Çalışmada toprak, su, gıda, hava, atık su ve Saroz, İzmit, Antalya körfezindeki deniz suyu ile kabuklu deniz canlıları ile balıklarda kansere yol açan kimyasal maddelerin kalıntıları araştırıldı. Bunun yanısıra yüksek gerilim hatlarından doğan kanser riski, atık su arıtma tesislerinden deşarj edilen su ve akarsuların dip çamurları da analiz edildi. Havadaki toz parçacıklarına yapışan ve solunum yoluyla bünyemize aldığımız kanserojen kimyasalların araştırılması gibi çok spesifik araştırmalar yapıldı. Araştırmada binlerce hanede yapılan anket ve tarama çalışmaları ile ailelerin soy geçmişlerinde kanser vakalarının görülüp görülmediği belirlendi. Aynı hanelerde yaşayan insanların vücutlarından alınan örneklerde ağır metal ve eser elementlerin bulunup bulunmadığı da analiz edildi. Aynı bölgelerden alınan hava, toprak, yeraltı ve yerüstü suları, çeşitli gıda örneklerinde kanserojen kimyasal maddelerin ne düzeyde bulunduğu araştırıldı.

Araştırma çalışmaları ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı. Araştırma projesi çalışma sahasının genişliği ve kapsadığı nüfus (5-10 milyon arası) açısından dünyanın en büyük halk sağlığı çalışmalarından biri olarak nitelenebilir.

Araştırma projesinin kapsamına dair bu kısa hatırlatmadan sonra iddianamede bana yöneltilen suçlamalara yanıt vermek istiyorum.

Çalışmalara Nasıl Dâhil Oldum?

Akdeniz Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde 2010-2016 tarihleri arasında öğretim üyesi ve teknik müdür yardımcısı olarak görev yaptım. Araştırma merkezi gıdalar, sular ve çevresel ortamlarda bulunan zehirli kimyasal maddelerin tespitini yapmak, bu konuda yapılacak bilimsel çalışmalara destek vermek amacıyla kurulmuş bir merkezdir.

Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin gıdalar ve sularla ilgili kısmı bu araştırma merkezinde yapıldı. Projenin lideri olan kişi 2012 yılı sonu ya da 2013 yılı başında çalışmanın araştırma merkezimizde yapılıp yapılamayacağı ve eğer yapılacaksa nasıl yapılacağı konusunu görüşmek için araştırma merkezimize geldi. Yapılan görüşmeler sonrası 2013 yılı içinde gıdalarla ilgili çalışmaları, 2014 yılı içinde de sularla ilgili çalışmaları bakanlığın araştırma ekibi ile birlikte planladık. Yapılacak araştırma çalışmasında gıda ve su örneklerinin toplanması, merkezimize ulaştırılması, analizlerinin gerçekleştirilmesi ve analiz raporlarının düzenlenmesi işlerini organize ettim.

2014 yılı sonunda “Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası’ndaki İllerde Üretilen Gıdalarda Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi” başlıklı çalışmayı yapan proje ekibine dâhil edildim. 2015 yılı boyunca da araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve proje sonuç raporlarının yazımı işi ile uğraştım. Bu süreçte üç kişi ile birlikte gıdalarla ilgili araştırma çalışmasından elde edilen bilgileri derlediğimiz proje sonuç raporunun yazımı işini gerçekleştirdim.

2015 Yılı Sonunda Genel Değerlendirme Toplantısı Yapıldı

2015 yılı Aralık ayı sonunda Antalya’da proje ile ilgili bir genel değerlendirme toplantısı yapıldı. O toplantıda yukarıdaki çizelgede belirttiğim araştırma projelerinden elde edilen bilgiler sırayla görüşüldü. Her bir araştırma projesi farklı bir ekip tarafından yürütülmüştü. Bu ekiplerin sırayla yaptığı sunumlarda Kocaeli ili ile Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne illerinde çeşitli gıdalar, sular, deniz ürünleri, toprak ve havadaki toz gibi örneklerde yapılan araştırma çalışmalarından elde edilen bilgilerin ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm. Antalya ilindeki kimyasal madde kirliliği o illerle kıyaslandığında bariz bir şekilde daha azdı ya da o illerdeki kimyasal kirlilik Antalya iline kıyasla çok fazlaydı. Örneğin sularda çeşitli ağır metallerin ve Marmara Denizi’nden alınan balık örneklerinde arsenik gibi kanserojen kimyasalların birikim miktarı çok fazlaydı.

2016 Ocak Ayında Projelerden Çıkarıldım

Toplantıdan döndükten 15 gün sonra kamuoyunda Barış Akademisyenleri Bildirisi olarak anılan barış bildirisinde imzam olması nedeniyle ArGe merkezindeki görevlendirmem uzatılmadı, aynı zamanda müdür yardımcılığı görevimden de istifaya zorlandım. Kısa bir süre sonra Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma projesi de dâhil olmak üzere bir araştırmacı ya da yürütücü olarak içinde bulunduğum bütün araştırma projelerinden çıkarıldım. 22 Kasım 2016 tarihli 677 sayılı KHK ile de üniversitedeki öğretim üyeliği görevimden de çıkarıldım.

Araştırmacı olarak, Araştırmada Elde Ettiğimiz Verilerden Oluşturduğum Bilgileri Topluma Aktardım 

Bana yöneltilen suçlamalardan biri yasaklanan bilgileri temin etmek olarak belirtilmiş.  Gazeteye yazdığım yazılarda topluma verdiğim bilgileri bir yerden, bir başkasından temin etmiş ya da almış değilim. Yazılarda topluma verdiğim bilimsel bilgiler esas olarak proje ekibinde yer alan araştırmacılardan biri olduğum için bende mevcuttu. Gıdalar ve sularla ilgili olarak yapılacak araştırmaların planlanması, analiz yöntemlerinin oluşturulması, analizlerin yapılması ve yapılan analizler sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi araştırma projesindeki asli işimi oluşturmaktadır. Dolayısıyla açıkladığım bilgiler elimde bulunan araştırma verilerini kendi uzmanlık alanımda sahip olduğum bilimsel birikim ışığında yorumlayarak oluşturduğum bilgilerdir. Örneğin araştırmada yer alan gıdalardaki çevresel kirleticilerin belirlenmesine yönelik araştırma projesinin sonuç raporunun yazılmasına çok ciddi bir katkı verdiğimi söyleyebilirim. Dolayısıyla gıdalarla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde yalnızca bir kısmını yazdığım bilimsel bilgiler bilgisayarımda mevcut, oluşturduğum, oluşumuna katkıda bulunduğum verilerden elde edilmiş bilgilerdi.

Sularla ilgili olarak yaptığım açıklamalarda da aynı durum söz konusudur.

Sularla ilgili analizler de Akdeniz Üniversitesi’ndeki Gıda Güvenliği Araştırma merkezinde yapıldı ve araştırmanın başından sonuna kadar bütün laboratuvar çalışmalarının yürütülmesinden sorumluydum Bu araştırma projesi kapsamında çeşitli yerleşim noktalarındaki kaynak sularından 1440 su örneği alındı. Sularla ilgili çalışmada örnek alım kurallarının yazımı, analiz yöntemlerinin geliştirilmesi, örneklerin alınması, laboratuvara taşınması, laboratuvar analizlerinin yapılması ve analiz raporlarının hazırlanmasında görev alan ekibin sevk ve idaresini yapan, analiz işlerini organize eden sorumlu yöneticilerden biriydim.

Cumhuriyet gazetesindeki yazı dizisinde Kocaeli ili ve Ergene Havzası’ndaki Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illerinden alınan su örneklerindeki genel kimyasal kirlenme ve alüminyum, arsenik, kurşun gibi toksik etkili kimyasal madde kirliliğine dair bilgiler belirttiğim görevlerim nedeniyle elimde bulunan analiz raporları üzerinde çalışarak oluşturduğum bilimsel bilgilerdir.  Ancak sularla ilgili analiz raporlarında yer alan verileri değerlendirecek kişilerden biri olmadığım, bilimsel değerlendirmeyi başka bir çalışma ekibi yapacağı için o aşamada detaylı bir değerlendirme yapmadım. Burada araştırmadaki rolüm hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Böylece iddianamede yer alan suçlamalara karşı da net bir yanıt vermiş olacağım. Araştırma çalışmasında yer alan her bir projenin farklı kişilerden oluşan bir araştırma ekibi vardı. Sularla ilgili araştırma ekibinin resmi bir üyesi değildim ama sularla ilgili bütün laboratuvar çalışmalarını organize ettim ve yapılmasını sağladım. Dolayısıyla örnek toplama aşamasından başlayıp analiz raporlarının düzenlenmesine kadar uzanan bütün çalışma sürecinin içinde yer aldım. Analiz raporlarını düzenledikten sonra raporları içeren dosyayı sularla ilgili çalışma ekibine gönderdim. Analiz raporlarını Sağlık Bakanlığı’ndaki ekibe göndermek için düzenlerken Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli illerinden alınan örneklerdeki arsenik ve kurşun gibi bazı kirlilik öğelerinin Antalya iline kıyasla daha yaygın olması dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine sularla ilgili araştırmadan elde edilen veriler üzerinde biraz da akademik bir merakla çalışmaya başladım. Çeşitli nedenlerle sık sık kesintiye uğrasa da 1440 farklı yerleşim noktasından alınan su örneklerinin analiz verilerini içeren dosya üzerinde yaptığım çalışmalar yazı dizisinin çıktığı tarihe kadar sürdü. Bu çalışmalar sonucunda elde ettiğim ve doğruluğundan emin olduğum bilimsel bilgileri 2018 yılı Nisan ayında ilk olarak Bianet isimli internet sitesinde ve daha sonra da Cumhuriyet gazetesinde açıkladım. Dolayısıyla açıkladığım bilgiler, elimde bulunan veriler üzerinde çalışma yaparak oluşturduğum bilgilerdir; herhangi bir yerden alınmış ya da temin edilmiş bilgiler değildir.  

Proje Biteli Üç Yıl Oldu

Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen çalışmalar 2015 yılı sonu itibariyle bitmişti. Proje kapsamındaki araştırmalardan elde edilen bilgileri gözden geçirmek ve bir ana rapor yazmak için 2015 yılı Aralık ayında Antalya’da yapılan toplantının üzerinden 3 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre zarfında projeden elde edilen bilgiler hakkında Sağlık Bakanlığı bir açıklama yapmadı. Bu bilgiler halk sağlığı açısından risk teşkil eden durumlar olduğunu göstermesine rağmen Sağlık Bakanlığı bu olumsuz durumları düzeltmek için herhangi bir ara rapor da açıklamadı.

Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki bir akademisyenin bilimsel bir araştırmaya ait bilgileri açıklaması için çalışmanın tamamlanmış olması gerekmemektedir. Halk sağlığı ile ilgili çalışmalar yıllarca sürebilir ve böyle uzun süren çalışmalardan elde edilen bilgiler halkın uyarılmasını, ilgili kamu kurumlarının önlem almasını gerektiriyorsa ara raporlarla elde edilen bilgileri açıklamak olağan ve doğru bir yaklaşımdır.

Ara Raporlarla Neler Açıklanabilirdi?

Halk sağlığı ya da çevre sağlığı gibi geniş toplum kesimlerini ilgilendiren konularda yapılan araştırmalardan elde edilen bilgileri açıklamak telafisi imkânsız zararlar doğurma olasılığı bulunan durumlarda bir gereklilik olarak görülmelidir. Bu duruma örnek olarak araştırma çalışmasında analiz edilen gıda örneklerinin %17,3’ünün mevzuatın izin verdiği düzeyin üzerinde zehirli tarım kimyasalları (pestisitler) içermesi veya bazı yerleşim bölgelerindeki suların onları içilemez kılacak düzeyde arsenik veya kurşun kalıntısı içermesi örnek olarak verilebilir.

Bu konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmak için bir başka örnek vereceğim.

Konuşmama başlarken Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırmalardan birinin “İzmit, Saros ve Antalya Körfezi'ndeki Su Ürünleri ve Deniz Sularında Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi” olduğunu söylemiştim. Bu araştırmada Marmara denizindeki İzmit ve Saroz Körfezinden tutulan balıklar ve kabuklu su ürünlerinde ağır metal kalıntı analizleri yapıldı. Yani arsenik, civa ve kurşun gibi toksik etkili kimyasal maddelerin bu ürünlerde ne miktarda olduğu araştırıldı.

Medyada hemen her gün çocuklara balık yedirmenin gerekliliğinden, balıklarda bulunan omega 3 yağ asitlerinin çocukların beyin gelişimi için öneminden söz ediliyor. Ama bu ürünlerin sağlıklı olup olmadığını bilmiyoruz. Çocuklarda beyin ve sinir sisteminin gelişimine zarar veren, hormonal sistemin çalışmasının bozulmasına yol açan arsenik, civa veya kurşun gibi toksik kimyasal maddelerin bu ürünlerde ne miktarda bulunduğunu bilmek insanların hakkı değil mi? Çocukların bu toksik maddelere ne miktarda maruz kaldığını bilmek toplumsal bir fayda doğurmaz mı? Ancak yapılan araştırma çalışmalarına dair bilgiler açıklanmadığı sürece bu soruların yanıtını bilemeyeceğiz.

Ergene Nehrindeki kirlilikle, nehrin döküldüğü Saroz körfezindeki deniz suyunda ve o körfezden tutulan balıklarda tespit edilen kirlilik arasında bir bağ olup olmadığını bilmeyi istemez miyiz? Bunları bilmek her insanın hakkıdır. Ama bilgi edinme hakkına nasıl bakmalı? Yasalarda tanımlanan ama kâğıt üzerinde kalan pek çok hakka sahibiz. Dolayısıyla insanların sadece bilgi edinme hakkına sahip olması değil bu hakkı kullanabilmesine imkân sağlamak da gereklidir. Bunun tek yolu ise bilgiye erişimi kolaylaştırmak, sansürü ve gizliliği ortadan kaldırmaktır. Nasıl bir dünya içinde yaşadığımızı bilmek, sorunları doğru tespit etmek ve bu sorunları nasıl çözeceğimizi konuşabilmek ya da kısaca söylemek gerekirse kamusal bir tartışma ortamı yaratabilmek için bu mutlak bir gerekliliktir.

Önlem Alınması Gerekirdi

Sağlık Bakanlığı’nın araştırma çalışmasında halk sağlığı açısından sorun yaratan durumları gösteren pek çok bilgi var. Bu bilgiler dikkate alınarak Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yerel yönetimler başta olmak üzere ilgili kamu kurumlarının uyarılması ve halk sağlığını koruyucu önlemlerin alınması gerekirdi. Ama bu konuda Sağlık Bakanlığı gereken adımları atmamış ve ilgili kamu kurumlarını uyarmak amacıyla bir girişimde bulunmamıştır. Ne gibi önlemler alındığına dair sorulara bakanlık yetkilileri bir cevap vermemiştir. Mecliste verilen soru önergelerine (İlhan Cihaner’in verdiği 26/3 Dönem, 7/28302 Esas Numaralı ve 17/04/2018 tarihli soru önergesi) ve Türk Tabipler Odası tarafından sorulan sorulara Bakanlık tarafından bir yanıt verilmemiştir. Çalışmadan elde edilen ve gerçekten kaygı uyandırması gereken bilgiler olmasına rağmen Bakanlığın bir önlem almaması kabul edilemez bir durumdur.

Hangi Kurumlar Uyarılmalıydı?

Beş ilde yapılan çalışmalarda analiz edilen gıda örneklerinin %17,3’ünün ülkemizdeki yasal mevzuatın izin verdiği miktarı aşan düzeyde pestisit (Tarımsal üretimde kullanılan zehirli kimyasal maddeler) kalıntısı içerdiği tespit edilmişti. Bu çok yüksek bir kalıntı orandır. Bir fikir vermek amacıyla ülkemizde pestisitlerle ilgili yasal mevzuatın uyumlu olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde gıdalarda tespit edilen yasal mevzuata aykırı pestisit kalıntısı oranının genellikle %2’den az olduğunu söylemeliyim. Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla ülkemizdeki gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarının 8-9 kat daha fazla oranda çıkması çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeli. Bu sorun karşısında Sağlık Bakanlığı’nın pestisit kalıntılarını kontrol etmekten sorumlu kamu kurumu olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nı bir resmi yazı ile derhal uyarması gerekirdi.

Mesele sadece Tarım Bakanlığı ile de ilgili değil. Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluk alanına giren çok kritik bir başka nokta daha var. Tarımda kullanılan pestisitlerin çoğu sulara bulaşarak kimyasal kirliliğe yol açıyor. Sağlık Bakanlığı ülkemizde içme suyu olarak tüketilen suların pestisitler açısından kirli olup olmadığını tespit etmek ve gereken önlemleri almakla sorumlu kurumdur. Araştırmadan elde edilen bilgiler gıdalarda yaygın bir pestisit kirliliğine işaret ettiği için Sağlık Bakanlığı’nın içme suyu olarak kullanılan yeraltı ve yerüstü sularına pestisitlerin bulaşıp bulaşmadığını kontrol etmek üzere illerdeki İl Sağlık Müdürlüklerini resmi yazı ile uyarması ve önlem almaya davet etmesi gerekirdi. Bu konuda da herhangi bir somut girişim yapılmamıştır.

Araştırma En Çok Çocukları İlgilendiriyor

Bakanlığın yürüttüğü araştırma projesinin çok önemli ve ülkemizde kanımca bir ilk olarak görülmesi gereken bir yönü var. Çalışmada insanlarda hormonal ve nörolojik sisteme zarar veren kimyasal maddelerin çok büyük bir kısmı araştırılmıştır. Hormonal ve nöral sistem bozucu kimyasal maddeler en çok bebek ve çocuklara zarar vermektedir. Dolayısıyla bebek ve çocuk sağlığı açısından Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın önemi büyüktür.

Hormonal ve nöral sistem vücudumuzun iyi çalışması için çok kritik önemi olan sistemlerdir. Bu sistemlerin çalışmasının bozulması gelişim bozuklukları, bilişsel sorunlar, öğrenim güçlükleri, otizm, obezite, cinsiyet gelişim bozukluları, kısırlık, sperm kalitesinin bozulması ve kanser gibi pek çok hastalığa yol açabilmektedir.

Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmadan elde edilen bilgiler çocuk sağlığını yakından ilgilendirdiği için bu konu üzerinde biraz ayrıntılı duracağım.

Hormonal Sistem Bozucu Pestisitlerin Tamamı Araştırıldı

Hormonal sistem bozucu pestisitlerin kalıntısını tespit edebilmek amacıyla araştırma merkezimizde bir analiz yöntemi geliştirdik. Çalışmada çeşitli gıdalarda 332 farklı pestisitin kalıntısı araştırıldı. Çalışmanın yapıldığı tarihte hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisitin tamamı analiz kapsamındaydı.

Analiz ettiğimiz gıda ürünlerinde 66 farklı çeşit pestisit etken maddesi saptadık. Bu pestisitlerden 26’sı (%39,3) çeşitli akademik yayınlarda hormonal sistem bozucu olarak sınıflandırılmaktaydı.

Çocuklar anne karnında başlayan, doğum sonrasında bebeklik ve çocukluk aşamalarında devam eden büyüme ve gelişme sürecinde ne kadar az toksik kimyasala maruz kalırlarsa o ölçüde daha sağlıklı oluyorlar.

Toksik kimyasallara maruz kalma ise beslenme, solunum ve deri ile temas gibi yollarla oluyor. Dolayısıyla yediğimiz gıdaların, içtiğimiz suların ve soluduğumuz havanın temizliği sağlıklı büyüme ve sağlıklı bir şekilde hayatı devam ettirebilme için kritik önem taşıyor.

Dünya genelinde iktisadi faaliyetlerde kullanılan yüz bin civarında toksik kimyasal var. Bu toksik kimyasalların %93’ünün insan ve çevre sağlığına ne gibi zararlı etkileri olduğu hakkında bilgimiz yok.

Bir toksik kimyasalın sağlık sorunu yarattığı tespit edildiğinde ancak yol açtığı zararı önleyici ve kontrol edici çalışmalar başlatabilmek mümkün oluyor. Çoğu durumda bu bile yeterli olmuyor.

İnsanları toksik kimyasalların zararlı etkilerine karşı koruyucu çalışmaların temelinde ise toksik kimyasallara maruz kalınan miktarları azaltıcı önlemler almak yatıyor. Bazı toksik kimyasal maddelerin gıdalarda ya da sularda bulunması hiç istenmez; bazılarının bulunabileceği miktara ise sınırlama getirilir.

Dünya genelinde yaygın kabul görmüş kurallardan biri gıdalarda, sularda ya da havada bulunabilecek bir toksik kimyasalın belli bir sınır değeri geçmemesi gerektiğidir. Bir kimyasal maddenin alınan miktarı arttıkça zehirli etkilerinin ortaya çıkacağını kabul eden ya da bir kimyasal maddenin vücuda giren miktarı azaldıkça zehirli etkilerinin ortadan kalkacağını öne süren toksikoloji anlayışı çok eskidir. Bu anlayışın doğal sonucu toksik kimyasallar için aşılmaması gereken sınır değerleri belirlemektir. Örneğin gıdalarda bulunabilecek pestisitlerden bazılarının kalıntısının bir kilo gıdada 0,1 miligram değerini aşmaması ya da içme sularındaki arsenik kalıntısının litrede 10 mikrogram değerini aşmaması istenir.

Bu sınır değerler ulusal ve uluslararası çeşitli yasal mevzuatlarda yer alır. Ancak sınır değerlere dayanan bu anlayışın sağlığı koruma konusunda yetersiz kaldığını dile getiren ve en azından son 20-25 yıldır süregelen ciddi bir tartışma var.

Bazı toksik kimyasal maddeler yaygın kabul gören bu anlayışa aykırı davranıyor.

Hormonal sistem bozucular ve nörolojik gelişim bozucular olarak sınıflandırılan toksik kimyasallar kendileri için belirlenen sınır değerlerin çok altındaki miktarlarda da zararlı olabiliyor. Dolayısıyla sınır değerlerin altında kalan, başka bir deyişle çok düşük miktarlarda dahi hormonal sistemi bozarak ya da sinir sisteminin gelişimine zarar vererek sağlık sorunlarına yol açıyorlar. Bu durum ciddi bir halk sağlığı sorunudur.

Bebek ve çocukların vücut ağırlıkları düşük olduğu, hızlı bir büyüme/gelişme döneminde oldukları ve metabolizmaları bir yetişkine kıyasla daha farklı çalıştığı için hormonal sistemi veya nöral sistemi bozucu kimyasallar en çok onlara zararlı etki gösteriyor. Ancak sadece çocukların değil yetişkinlerin de bu kimyasalların yol açtığı çeşitli sağlık sorunlarına yakalanabileceklerini belirtmeliyim.

Araştırmanın Yapıldığı İllerdeki Çocuk Sayısı

2018 yılı itibariyle araştırmanın yapıldığı beş ilde yaklaşık 7 milyon insan yaşıyor. Bu beş ilde yaşayan 0-18 yaş arası çocuk nüfus sayısı ise 1 milyon 300 bindir (%21,6). Araştırma sahasının genişliği ve bu bölgelerde üretilen çeşitli gıda ürünlerin Türkiye genelinde tüketildiği düşünülürse araştırmadan elde edilen bilgilerin çok daha geniş bir nüfusu ilgilendirdiği ise çok açıktır.

Sağlık Bakanlığı çalışması hormonal sistem bozucular ve nörolojik gelişime zarar veren kimyasal maddelerin gıdalardaki ve sulardaki varlığını tespit etme açısından çok üst düzeyde bir çalışmadır. Örneğin çalışmanın yapıldığı dönemde dünya genelinde kullanılan ve ülkemizde de kullanılmasına izin verilen hormonal sistem bozucu pestisitlerin tamamının (106 adet) çalışma kapsamında araştırıldığına biraz önce değinmiştim. Araştırma sonucunda elde edilen bilgilere değinmeden önce kalıntı analizleri hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor.

Kalıntı Analizleri

Bir kalıntı analizinde ne kadar çok sayıda toksik kimyasal araştırılıyorsa o kadar doğru bir yanıt elde edilir. Yani analiz yaparken işin daha en başında kaç adet toksik kimyasal maddeyi analiz edeceğimizi belirler ve ona göre bir analiz yöntemi seçeriz. Sağlık Bakanlığı çalışmasında ülkemizde kullanılmasına izin verilen pestisitlerin neredeyse %90’ı ve hormonal sistem bozucuların ise tamamı araştırılabildi. Araştırılan pestisit sayısı çok olduğu için çok sayıda gıda örneğinin pestisit kalıntısı içerdiğini tespit etmek de mümkün olmuştur. Binlerce su ve gıda örneğinde bunu yapmak çok kolay bir iş değil ve bu işi laboratuvarda birlikte yaptığım insanlara buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Sağlık Bakanlığı’nda, Çevre Bakanlığı’nda ya da Tarım Bakanlığı’nda gıdalarda ya da sularda hormonal sistem bozucu pestisitlerin tamamının belirlenmesine yönelik olarak geçmişte tek bir çalışma bile yürütülmediğini belirtmek istiyorum.

Araştırma sonucunda gıda örneklerinin %40’ında hormonal sistem bozucu olarak nitelenen pestisit kalıntısı bulunduğu tespit edildi. Bu pestisitler mevzuatça belirlenen sınır değerlerin (Maksimum Kalıntı Limiti) altında kalan seviyelerde bile sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Bir kez daha belirtme gereği duyuyorum hormonal sistem bozucular klasik toksikolojik modele uygun davranmıyorlar. Klasik modelde bir kimyasalın miktarı azaldıkça zararlı etkisinin de azalacağı kabul edilir. Oysa hormonal sistem bozucu kimyasalların zararlı etkisi düşük dozlara doğru gidildikçe daha çok artış gösteriyor. Bu durum bir kimyasal madde maksimum kalıntı sınırını aştığında zararlı olur anlayışını geçersiz kılıyor. Buna ek olarak, yaş küçüldükçe zararlı etkinin arttığı, bir bireyin anne karnındayken veya bebeklik safhasında bu maddelere karşı daha duyarlı olduğu ve olumsuz etkilerin daha fazla olacağı da çok sayıda akademik yayında belirtiliyor.

Hormonal sistem bozucuların yanısıra bir diğer önemli sorun çoklu pestisit kalıntılarıdır. Yani bir gıda ürününde birden fazla sayıda pestisitin kalıntısının bulunması durumudur.

Analiz edilen örneklerin %51,1’inde birden fazla sayıda pestisit kalıntısı tespit edildi. Örneklerin %11,2’sinde 2 adet pestisit kalıntısı; örneklerin %5,1’inde üç adet pestisit kalıntısı ve örneklerin %3,5’inde en az dört adet pestisit kalıntısı tespit edildi.

Analiz edilen örneklerin %17,3’ünün mevzuatın izin verdiği oranların üzerinde pestisit kalıntısı içerdiğini ancak Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan kontrol ve denetim çalışmalarında mevzuata aykırı pestisit kalıntısı oranının genelde %2’den daha az olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Dolayısıyla analiz örneklerinin %3,5’inde dört ve dörtten fazla sayıda pestisit kalıntısı tespit edilmesi bile çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak görülmelidir.

Bakanlık araştırmanın ortaya çıkardığı bu vahim durum karşısında insan sağlığını ama özellikle de çocuk sağlığını korumak için ne yapmıştır? Bu soru yanıt bekleyen bir sorudur. Bakanlık tarafından bir açıklama yapılacağına, ya da toplum sağlığını tehdit eden sorunları çözmek için önlem alınacağına dair bir işaret hala görünmüyor. Aslına bakılırsa, Sağlık bakanlığının bu konuda yaptığı tek işlem beni şikâyet etmek olmuştur.

Çalışmada sadece pestisit kalıntılarına da bakılmadı. Çeşitli gıda ürünlerindeki ağır metal kalıntıları da araştırıldı. Örneğin Ergene Havzasında yetiştirilen pirinçlerde arsenik kalıntısı tespit edildi. Ergene Nehrindeki yaygın kirliliği bilenler için pek de sürpriz olmayan bir sonuç bu. Kış mevsimindeyiz ve Ergene Nehri aşırı yağışlar nedeniyle geçtiğimiz haftalarda defalarca taşkın yaptı. Nehrin kirli suları tarım arazilerine yayıldı. Bu yayılma neticesinde de sularda bulunan arsenik, kadmiyum vb gibi toksik kimyasalların o tarım arazilerinde yetiştirilen gıda ürünlerine de bulaştığını söyleyebiliriz. Araştırma çalışmasında bu söylediklerime kanıt olabilecek somut bir bilgi de var: Gıda örneklerinde arsenik kalıntılarını belirlemek için yapılan analizlerde 24 çeltik, 5 ısırgan otu, 1 karalahana, 2 marul, 8 sarımsak ve 14 yeşil soğan olmak üzere toplam 54 gıda örneğinde (toplamın %3,9’u) arsenik tespit edilmişti. Arsenik içerdiği belirlenen 54 gıda örneğinin %85’i ise Ergene Havzası’ndaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınmıştı.

Gıdalardaki toksik kalıntılar sorununu sularla birlikte ele almak gerekiyor. Çünkü günlük beslenmemizde sadece yiyecekler değil su da asli bir yer tutuyor.

Sularla İlgili Çalışmalar

Araştırmada Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne illeri ile Kocaeli ilinden alınan su örneklerinde Antalya ilinden alınan su örneklerine kıyasla anormal sayılabilecek düzeyde bir ağır metal ve eser element kirliliği tespit edilmiştir.

Araştırmada 1440 su örneği çalışıldı. Bu örneklerde endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden sulara bulaşabilen Arsenik, Kurşun, Kadmiyum, Civa gibi ağır metallerin yanısıra; Alüminyum, Antimon, Bakır, Baryum, Berilyum, Bizmut, Çinko, Demir, Gümüş, Kalay, Kobalt, Krom, Manganez, Molibden, Nikel, Selenyum, Sezyum, Stronsiyum, Lityum, Vanadyum ve Talyum elementleri araştırıldı.

Ağır metaller insan vücudunda kanser oluşumunu başlatıcı ya da tetikleyici bir özellik göstermektedir. Bazı eser elementler de aynı işleve sahiptir. Kaldı ki bakır ve çinko gibi besleyici elementler bile belli bir miktarın üzerinde alındığında toksik etkiler göstermektedir.

Arsenik, kadmiyum, krom ve nikel Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu (The International Agency for Research on Cancer - IARC) tarafından 1. grupta yer alan kanser yapıcı maddeler olarak nitelenmektedir. Kurşun ve arsenik başta olmak üzere ağır metallerin hormonal ve nöral sistem bozucu olduğunu da belirtmek istiyorum.

Arsenik Kalıntıları Üzerine Tespitler

Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden sadece 20 tanesinde (%3,5) arsenik kalıntısı tespit edilebilir düzeyde bulunurken Ergene’deki 3 ilden alınan 764 su örneğinin 316’sında (%41,4) arsenik tespit edildi. Bu örneklerden 25’i (%3,3) içme suyuna arsenik için konan sınır değeri aşıyordu ve bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyordu. Antalya ilindeki örneklerden sadece birinde arsenik miktarı maksimum sınır değer olan litrede 10 mikrogramı aşıyordu. En çok arsenik tespit edilen iller Tekirdağ 140 örnek (8’i sınır değer aşımı); Kırklareli 74 örnek (13’ü sınır değer aşımı) ve Edirne 106 örnek (4’ü sınır değer aşımı) olarak belirlendi.

Alüminyum Kalıntıları Üzerine Tespitler

Gerek Kocaeli ilindeki ve gerekse Ergene Havzası’ndaki sularda bulunan alüminyum düzeyleri endüstriyel faaliyetlerin çok zayıf olduğu Antalya iline kıyasla çok yüksek çıktı. Ergene’de analiz edilen toplam örnek sayısı 764, alüminyum tespiti yapılan örnek sayısı 181 (%24) ve litrede 200 mikrogram olan sınır değeri aşan örnek sayısı ise 29 (%3,8) olarak belirlendi.

Kocaeli ilinde analiz edilen örnek sayısı 106, alüminyum içerdiği tespit edilen su örneği sayısı 49 (%46) ve sınır değeri aşan örnek sayısı ise 10 (%9,4) olarak tespit edildi. Her bir analiz örneği bir köy ya da mahalle bazında bir yerleşim noktasından alındı. Dolayısıyla sınır değerin aşıldığı yerlerdeki suların içme suyu olarak kullanılmaması gerekiyor. Antalya ilinde ise analiz edilen 569 örnekten sadece biri alüminyum için belirtilen sınır değeri aşıyordu ve tespit edilen alüminyum düzeyleri genel olarak çok düşüktü.

Kurşun Kalıntıları Üzerine Tespitler

Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden 12’sinde (%2) kurşun çıktı. Oysa Kocaeli’nden alınan 106 su örneğinin 17’sinde (%16) kurşun kalıntısı tespit edildi. Ergene Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınan 764 su örneğinin ise 156’sında (%20,4) kurşun tespit edildi. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınır değeri aşmadı. Kocaeli ilinden alınan örneklerin 2’si, Ergene Havzası illerinden alınan örneklerin 4 tanesi sınır değeri aşmıştı. Bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyordu.

Sağlık Bakanlığı ülkemizde içme sularının sağlıklı olmasından sorumlu kurumdur. Araştırma yapılan bölgelerde Arsenik, Kurşun ve Alüminyum düzeylerinin yüksekliği nedeniyle içilmemesi gereken sularla ilgili olarak Sağlık Bakanlığı’nın bir önlem alması gerekirdi? Bakanlık bu konuda ne yapmıştır sorusu yanıt bekliyor?

Bazı Tespitler

Antalya iline kıyasla Ergene Havzası’nda arsenik kirliliğinin, Kocaeli’nde ise alüminyum kirliliğinin ve yine Antalya iline kıyasla Ergene Havzası illeri ile Kocaeli’nden alınan su örneklerinde kurşun kirliliğinin daha yoğun olduğu benim elimde mevcut olan kısıtlı bilgiyle bile söylenebiliyor.

Yaptığım çalışmaya göre maksimum kalıntı sınırını aşan miktarda arsenik, alüminyum ve kurşun içeren 52 yerleşim bölgesinin suları içilemez niteliktedir.

Burada arsenik, alüminyum ve kurşun üzerinden yapılan değerlendirmenin genel olarak diğer ağır metaller ve eser elementler için de yapılması gerektiği açıktır. Yani değerlendirmelere Nikel, Manganez, Vanadyum, Krom, Bakır, Çinko vb gibi diğer elementlerin de dâhil edilmesi gerekiyor. Bu durumda sulardaki kirlilik meselesinin geniş bir coğrafi bölgeyi ilgilendiren, epeyce ciddi bir problem olduğu daha net anlaşılacaktır. Örneğin Bakır, Çinko, Manganez, Nikel ve Vanadyum düzeylerinin de Ergene Havzası’ndaki illerde ve Kocaeli ilinde Antalya iline kıyasla çok yüksek olduğu belirlenmişti.

Kocaeli ili ve Ergene Havzası illerindeki sularda gözlenen ağır metal kirliliği jeolojik bulaşmalarla açıklanamaz, tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerden ve Ergene Nehri’ne boşaltılan atıklardan kaynaklandığı kesindir.

Bakanlığın elinde benim Cumhuriyet gazetesinde yazdığım bilgilerden çok daha fazlası var. Benim açıkladığım bilgiler bütünün onda biri bile değildir. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmada bölgedeki topraklardan, Ergene Nehri’nin değişik noktalarından, arıtma ve deşarj noktalarından, havadan alınan örneklerde de kirlilik düzeyini belirlemeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan elde edilen bilgilerin yan yana konularak bütüncül bir bakışla değerlendirilmesi Ergene Havzasındaki illerde ve Kocaeli ilindeki yaygın kirlilik hakkında net bir fikir verecektir.

Araştırma Çalışmalarını Neden Halka Duyurdum?

Yapılan araştırmalardan elde edilen bilgiler ilgili kamu kurumlarının yıllardır süregelen ihmali ve şirketlerin kural tanımazlığı nedeniyle ortaya çıkan kimyasal kirliliğin hangi yerleşim noktasında ve ne düzeyde olduğunu, kirletenlerin kim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak araştırmayı yürüten Sağlık Bakanlığı ne araştırmadan elde edilen bilgileri açıkladı ve ne de herhangi bir önlem alma girişiminde bulundu.

Ülkemizin toprağıyla, suyuyla, havasıyla, bitki örtüsüyle yaşanabilir olma niteliğini kaybetmemesi konusunda çabalamak bir bilim insanı olarak sorumluluk alanıma girer.

Toplumun sağlığı ve geleceği için yapılandırılmış kamu kurumlarının görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak bir bilim insanının sorumluluğudur. Bu kurumların görevlerini layıkıyla yapmadıklarını belirleyen bir bilim insanının o kurumlara sorumluluklarını hatırlatmak da en temel görevlerinden biridir.

Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur. Çünkü toplumun sağlığı ve geleceği şirketlerin ya da kurumların kısa vadeli çıkarlarına emanet edilemeyecek ölçüde önemlidir. Ama her şeyden önce çocuklara karşı sorumluyuz;  hiçbir kişinin ya da kurumun çocukların sağlığını bozma, geleceğini gasp etme hakkı yok çünkü.

Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma çok kıymetli. Araştırma sadece sorun tespiti yapmıyor; aynı zamanda araştırma bölgelerinde tespit edilen kirlilik sorununu nasıl çözeceğiz sorusuna da yanıtlar içeriyor. Dolayısıyla araştırmadan elde edilen bilgilerin gizlenmesi çözümler üzerine sağlıklı tartışmalar yapamamamıza neden oluyor. Ve bu durum da bir toplumsal zarar olarak görülmelidir. 

Yazdığım yazılarla gizli tutulan bu halk sağlığı çalışmasından kamuoyunu haberdar etmeyi, toplumu bilgilendirmeyi, sorunları çözmekle mükellef kamu kurumlarını harekete geçirmeyi amaçladım. Açıkladığım bilgileri bir yerden temin etmiş değilim; aksine araştırma çalışmalarına bizzat katılarak bu bilgilerin oluşmasında asli bir rol oynadım. Gıdalar ve sularda bulunan çevresel kirleticilerin belirlenmesi amaçlayan araştırma projelerinde örnek toplama aşamasından başlayıp analiz raporlarının düzenlenmesine kadar uzanan bütün çalışma sürecinin içinde yer aldım. Dolayısıyla bu araştırma çalışmalarından elde edilen veriler bende doğal olarak mevcuttu. Açıkladığım bilgiler, elimde bulunan bu veriler üzerinde bilimsel çalışma yaparak oluşturduğum bilgilerdir; herhangi bir yerden alınmış ya da temin edilmiş bilgiler değildir. 

Sağlık Bakanlığı açıkladığım bilgilerin hiçbirini yalanlamadı.

Araştırma projesinden elde edilen bilgileri açıklamayı anayasal bir hak olan ve çeşitli uluslararası sözleşmelerde dile getirilen insanların sağlıklı bir çevrede yaşama haklarının bir savunucusu olarak görüyorum. Unutulmamalıdır ki bilim insanlarının yanı sıra, devletin de toplumu yaşam ve sağlık hakkına yönelik tehditler konusunda bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır.

Sağlık Bakanlığı elinde bilimsel bilgiler olduğu halde gereken önlemleri almayarak, ilgili kamu kurumlarını uyarmayarak ve kendisine verilen kamu görevlerini layıkıyla yapmayarak insanların –ve doğada yaşayan diğer canlıların- yaşamlarını tehlikeye atma suçunu işlemiştir. Araştırma çalışmaları bittiğinden bu yana 3 yıldan fazla zaman geçti ve bu geçen üç yıl içinde bakanlığın hangi önlemleri aldığını açıklamasını talep ediyorum.  Gerçekte bunu kendimiz ve çocuklarımız için hepimiz talep etmeliyiz.

Son olarak beni çok etkileyen bir olayı anlatmak istiyorum. Bu olay Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma projesinin neden yapıldığına ve araştırmadan elde edilen bilgilerle somut olarak neler yapılması gerektiğine ışık tutuyor.

Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü öğrencisiyken yakalandığı kanser hastalığı ile yıllarca mücadele eden ve geçen yıl kaybettiğimiz Tekirdağlı Dilek Özçelik’i sanırım pek çoğumuz hatırlayacaktır.

Dilek Özçelik 2013 yılında kanser hastalığının tedavisi sürecinde yaşadığı sorunları dile getirmek için devlet yetkililerinden yardım istemiş ancak bu talebi başlangıçta karşılık bulmamıştı. Düş kırıklığına uğrayan Dilek Özçelik televizyon ekranlarından sadece devlet yetkililerine değil hepimize şöyle seslenmişti: “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda.”

Dilek Özçelik’in ihtiyacı olan ilaçlar daha sonra temin edilmiş ve hastalığının tedavisi için devlet kurumları yardımcı olmuştu. Ancak Sağlık Bakanlığı'nın asli sorumluluğunun hastalanan insanların tedavi edilmesini sağlamak olduğu kadar hastalığa yol açan çevresel koşulları düzeltmek, insanların kanser olmasına yol açan toksik kimyasalların çevreye bulaşmasına engel olmak ve kimyasal maddelerle kirletilmiş çevrelerin temizlenmesini sağlamak olduğu da asla akıldan çıkarılmamalıdır. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırmadan elde edilen bilgiler kamu kurumlarına, akademik kurumlara, meslek örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına Ergene Havzası ve Kocaeli ilindeki yaygın kimyasal kirlilik sorununu nasıl çözeceğimizi söylemektedir. Halk sağlığını ilgilendiren böyle önemli bir konuda gizlilik ya da yasaklanmış bilgilerin olması kabul edilemez, edilmemelidir.

Dilek Özçelik’in ruhu şad olsun. Kendimi Dilek Özçelik gibi çaresizlik içinde kalan insanlara karşı sorumlu hissediyorum. Gerçekleri bilmenin onların hakkı olduğunu düşünüyorum.

Bana yöneltilen tüm suçlamaları reddediyor ve beraatımı talep ediyorum"