Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eleştirdiği Muhteşem Yüzyıl dizisi için yargının harekete geçmesi gerektiğini söylediğini hatırlatarak "Bu kararı verecek mahkeme bilirkişi raporu mu isteyecek, örneğin? 'Kanunî Sultan Süleyman saltanatının otuz yılını at üstünde geçirmiş midir? At üstünde olmadığı zamanlar ne yapardı? At üstünde geçirdiği zamanla Saray’da, Harem’de geçirdiği zamanların karşılıklı oranları nedir? Kış mevsiminde Saray’ın ahırlarında mı ata binerdi?'" diye sordu.
Murat Belge'nin Taraf gazetesinde "Kerinçsiz'i aratmıyor" başlığıyla yayımlanan (27 Kasım 2012) yazısı şöyle:
Bir hayli uzayan ve daha çok uzayacağı anlaşılan bir zincir oluşuyor, Başbakan’ın özellikle 2010’dan bu yana sözlerinden... Bunlar, bir düzeyde, çok şaşırtıcı. Bir gün bakıyoruz, “Yargıya talimat verdik” yollu bir şey söylemiş, örneğin. Türkiye’de bir başbakanın kendisiyle yargı arasındaki ilişkiyi bu kavramsal çerçevede görmesi çok şaşırtıcı olmayabilir, ama bunu bu açıklıkla söylemesi şaşırtıcı. Kürtaj yasaklama isteğinin üstüne idamı geri getirme retoriğini başlatıyor. “Bahtsız Bedevi”den “ucube heykel”e uzanan zengin bir repertuar. Dün itibariyle, bunlara “Muhteşem Yüzyıl” da katıldı.
“Muhteşem Yüzyıl” hakkında “belgesel” diyerek başlamış, sonra bunun bir “dizi” olduğunu hatırlamış; ama belli ki zihninde daha ağır basan tür, “belgesel”, çünkü bu dizinin, kendi anladığı türden “tarihî olgu”ları anlatmasını beklediği anlaşılıyor.
“Patrona şikâyet” ediyor (ve kınıyor): daha önce de gazeteci şikâyet ettiği gibi. Ama bununla yetinmeyip “yargı”yı da uyarıyor (daha önce talimat verdiği gibi).
Düşünüyorum, yargı ne yapabilir böyle bir konuda? “İhbar”a yol açan nesne, bir televizyon dizisi. Üstelik gösterime girerken, ekrana çıkan bir yazıda, gerçekleri anlatmak gibi bir amacı olmadığını, tarihten esinlendiğini belirtiyor (daha önceki benzer şoven saldırılardan ötürü bunu belirtmeye gerek duymuşlar ki, bu zaten başlı başına acıklı bir durum).
Evet, ne yapar yargı bu durumda? Ortada bir “suç” olmalı ki, yargı işe karışsın. Kanunî Süleyman hayatta olsa belki onun “hakaret davası” açma hakkı olabilirdi. Ama, klasik yöntemle, “Biz burada tarihî olguları anlatmıyoruz. Bu bir kurmacadır” dedikten sonra, herhalde o dava da açılmazdı.
Hayatımızda Kemal Kerinçsiz’in eksikliğini duymamamızı sağlamak için diziye “hukuk yoluyla” da müdahale eden Başbakan belli ki yargının bu diziyi durdurmasını istiyor. İyi de, hangi yasanın hangi maddesi gereğince?
Ayrıca, her hukukî karar gibi böyle bir durdurma kararının da bir gerekçesi olmalıdır eğer hayatımızı “Karakuşî” denen ilkeler çerçevesinde geçirmek istemiyorsak. Bu kararı verecek mahkeme bilirkişi raporu mu isteyecek, örneğin? “Kanunî Sultan Süleyman saltanatının otuz yılını at üstünde geçirmiş midir? At üstünde olmadığı zamanlar ne yapardı? At üstünde geçirdiği zamanla Saray’da, Harem’de geçirdiği zamanların karşılıklı oranları nedir? Kış mevsiminde Saray’ın ahırlarında mı ata binerdi?”
Bütün dünyada bu televizyon dizilerinin bir “popüler olma” teknolojisi var. Her yerde üç aşağı beş yukarı aynı. Her imkânı ilgi çekmek üzere suyunu çıkarana kadar orasından burasından çekiştirmek bunların belki de birincisi. Bir fikir edineyim diye bir iki kere baktığım bu dizi de aynı şeyleri yapıp duruyor. Gene bütün diziler gibi, “olgu” olarak bilinen şeyleri “fiction” ambalajlarıyla sarıp sarmalıyor. Ve tabii, “tarihî dizi” ise, fi tarihinde yaşamış insanlara bugünün insanlarının duygu ve düşüncelerini atfediyor. Bu saydıklarım “Muhteşem Yüzyıl”ın değil, dünyada çekilen dizilerin yüzde doksan dokuzunun özellikleri.
Hâl böyleyken, “dizi” kavramını ciddiye alıp ona bir “bilgi kaynağı” gözüyle bakmak zaten abes bir şey.
Ama belli ki bu dizi devam ettiği sürece (iki yıl, üç yıl...) Kanunî’yi at üstünde gösterse, Başbakan mutlu olacak.
Davranışlarının “şaşırtıcı” olduğunu söylemiştim ama Polonius’un Hamlet için söylediği gibi, bu sözlerin “bir mantığı var”. En azından bir tutarlılığı var. Tutarlılık var da, benim yerim kalmadı.