T24 Kültür-Sanat
İlk sayısı 170 bin basılan ve 6 Nisan 1956’da yayımlanan Hayat, o dönem için bir ilk olan baskı tekniğinden birinci sınıf çizim ve fotoğraflarına kadar dergicilikte çığır açan bir girişimdi. Yazar Derya Bengi, derginin toplumda büyük heyecan uyandırdığı ilk dönemini çarpıcı anekdotlar ve hikâyeler eşliğinde İBB’nin üç ayda bir çıkan dergisi İST için kaleme aldı.
1956’da “Türkiye’de görülmemiş bir mecmua” sloganıyla yayın hayatına atılan haftalık Hayat, 70’li yılların sonlarına kadar, 22 yıl (1145 sayı) boyunca ağırbaşlı magazin gazeteciliğinin 1 numarası olarak kaldı.
Bengi’nin Hayat dergisi için “Hürriyet gazetesi için bir zamanlar ‘Babıali’nin amiral gemisi’ denirdi, herhalde aynı rütbe dergicilikte Hayat için geçerliydi” ifadesini kullandığı yazısının devamı şöyle:
Hayat’ın tanıtım duyurusu “Sizi bir hafta meşgul edecek en iyi arkadaş” sözleriyle devam ediyordu. 170 bin adet basılan, Anita Ekberg kapaklı, 6 Nisan 1956 tarihli ilk sayı kapışıldı. Hemen öncesinde, bir o kadar baskıyla bir “sıfırıncı sayı” hazırlanarak yurt çapında bedavadan dağıtılmıştı, onun kapağındaysa Elizabeth Taylor vardı.
Taylor ve Ekberg dışında, 50’li yılların Hayat’ının kapak şampiyonları Brigitte Bardot, Sophia Loren, Ava Gardner gibi yıldızlardı. Bir Türk yıldıza ancak 1959’da, 117. sayıda sıra gelmişti:
Bu şanslı aktris Tijen Par’dı. Daha öncesinde, derginin nadir “yerli” kapakları arasında, “giyim kuşamda Türk modası”nı temsilen bir Olgunlaşma Enstitüsü öğrencisi ve “köy hayatımızdan manzaralar” konusunu temsilen Antalyalı bir genç kız bulunuyordu. İlk kez siyah tenli, Afrikalı bir kadın, Hayat’a 1960’ta kapak olmuştu, o da üzerindeki ay yıldızlı elbiseye hürmeten.
6 Nisan 1956 tarihli Anita Ekberg kapaklı ilk sayı
Hayat’ın kapaklarını süsleyen bikinili kadınların toplam sayısı muhtemelen o devirde İstanbul plajlarında rastlanabilecek bikinililerden daha fazlaydı. 1957’de “Açıkhava Tiyatrosundaki Plaj” başlıklı haberde, İstanbul’a gösteriler yapmaya gelen Night & Day Follies Revüsü’nün bikinili provası konu ediliyordu. Bikinili dansçılar bahane, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nun kısa bir tarihçesi de yansıyordu sayfalara:
“Açıkhava Tiyatrosu’nda şimdiye kadar neler seyretmedik ki? Geniş sahnede trajediler oynandı, ‘Avare mu’lar söylendi, Madame Butterfly operasından kadın güreşlerine kadar her türlü temsile şahit olundu ve nihayet geçenlerde de bir Fransız revüsü postu Açıkhava’ya serdi. Sere serpe dolaşan kızlarıyla revü, taş tiyatroya Paris ve Riviera kokan bir hava getirdi.”
Bir reklam metninde ise şu yazıyordu: “Bikini kraliçesi diyor ki: Hem vücudunuzun tenasübünü hem de ağzınızın tadını muhafaza etmek istiyorsanız bakkalınızdan Ankara makarnası isteyiniz.” 1950’lerde Hayat’tan geçen diğer reklamlar arasında Sürpriz gömlekleri, Tercüman ve ve Cumhuriyet gazeteleri, Lüks tuvalet sabunları, Mum deodorant, Pe-Re-Ja limon kolonyası, Gibbs tıraş kremi, Vita ve Sana yağları, Grapho-English mektupla İngilizce kursu, Florya’da İngilizce konuşma kampı, Tamek konserveleri, Garanti Bankası, Şekerbank ve İş Bankası sayılabilirdi. Tabii ki aslan payı (fazla değil, her hafta bir tam sayfa) Yapı ve Kredi Bankası reklamlarına aitti. Çünkü dergi A’dan Z’ye bu bankanın girişimiydi.
Yapı ve Kredi’nin kurucusu Kazım Taşkent, 1939’da bir çığ kazasında kaybettiği küçük oğlu Doğan’ın anısına 1945’te Doğan Kardeş dergisini çocuklara armağan etmişti. Büyüklere yönelik, küçük ebatlı, üç aylık Aile 1947’de yayımlandı. 1952’de ise Hayat’ın ön hazırlığı niteliğindeki aylık Resimli Hayat dergisi çıktı.
Hayat’ı bankanın aklına düşüren iç içe birkaç neden vardı aslında: Atılım içindeki banka, günlük gazetelere verdiği reklamların diğer reklamlar arasında kaynayıp gitmesinden ve gazetelerin baskı tekniğinin geriliğinden rahatsızdı. Dört başı mamur yeni bir dergi çıkarılırsa, hem “matbaacılıkta devrim”, hem “kültür hizmeti” yapılabilir, hem de kendi reklamlarına gönlünce bir alan açılabilirdi.
Hayat’ın ilk döneminde kendini methettiği yazılarda biçim içeriğin önüne geçiyordu. “Türkiye’de görülmemiş bir mecmua” vurgusu boşuna değildi. Banka, kurduğu matbaayla tifdruk (derin baskı) teknolojisini Türkiye’ye getirmişti ve “Avrupa mecmuaları ayarında baskılar” yapacaktı. Sayfa tasarımlarını üstlenen Hans-Jo Schmoll başta olmak üzere matbaada ve dergide 10 Alman uzman ter döküyordu. Akşam gazetesindeki köşe yazıları ve radyo sohbetleriyle tanınan, derginin baş sorumlusu Şevket Rado’ya göre bu teknoloji “her Türk için bir iftihar vesilesiydi”, çünkü Hayat, “Türk mecmuacılığına Avrupai bir çehre kazandırmıştı.”
Rado için tifdruk demek, Türkiye’nin 50’li yıllardaki demokrasi içinde sanayileşme ve kalkınma hamlesinin doğal bir izdüşümü demekti. Kısacası Hayat dergisi, barajlar ve köprüler misali, “Eserler Devri’nin Yeni Bir Eseri”ydi. Belki de Cumhurbaşkanı Bayar’ın “Küçük Amerika” rüyası doğrultusunda, derginin sayfalarında, Adana Seyhan ve Ankara Sarıyar barajlarından Eskişehir çimento fabrikasına, İzmir Alsancak Limanı’ndan Uludağ’ın teleferiğine, Ataköy konutlarından Saraçhane’deki belediye sarayına kadar türlü tesis birer müjde olarak sunuluyordu. Raman’da, Garzan’da keşif ve sondajlar sürerken, Hayat da çoğu kişi gibi “Türkiye petrol memleketi oluyor” sanıyordu.
Samatya’daki hastane 1958’de şu sözlerle duyuruluyordu:
“Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük hastanesi Samatya’da inşa edilmektedir. İşçi Sigortaları Kurumu tarafından yapılmakta olan İşçi Hastanesi’nin 780 odası, altı ameliyathanesi vardır. İnşaatta kullanılan malzeme ile beşer katlı 200 apartman yapılabilir. Hastanenin en büyük özelliği her yatakta bir kulaklıklı radyo bulunmasıdır, hastalar kimseyi rahatsız etmeden radyo dinleyebileceklerdir.”
1957’de iki hafta üst üste, iki önemli projenin maketi, orta sayfada, poster büyüklüğünde, “pek yakında” dercesine yayımlandı: Biri Prof. Paul Bonatz’ın mimari çizimiyle Ortaköy-Beylerbeyi arası Boğaz Köprüsü’ydü, temelleri ancak 13 yıl sonra atılacaktı. Diğeri Vedat Dalokay’ın tasarladığı Ankara Kocatepe Camii’ydi, fazla modern kaçtığı gerekçesiyle vazgeçilecek, yerine 10 yıllar sonra geleneksel formda taklit bir cami inşa edilecekti.
Hayat’ın orta sayfa posterlerini (dergide “tablo” sözcüğü yeğleniyordu) çerçeveletip asma modası almış yürümüştü. İstanbul, İzmir gibi şehir panoramaları, eski zaman gravürleri, pehlivan portreleri, futbol takımı 11’leri, camiler, yerli yabancı tanınmış ressamlardan seçme eserler birbiri ardına yayımlanıyordu. Şevket Rado bu tabloların tüm Türkiye’ye resim sanatını yaydığını iddia ediyordu. Öyle ki Anadolu’daki ücra kasabaların kahvehanelerinin duvarlarında Hayat’tan çıkan Van Gogh tablolarını görüp gurur duymuştu. Atatürk posterleri her zaman hayat kurtarıcıydı. 8 Kasım 1957’de bir zamanlar Time’ın kapak yaptığı Atatürk portresinin posteri yayımlanmış, dergi bayilerde erkenden tükenince aynı portrenin kartpostalları satışa sunulmuştu. Hayat’ın foto muhabirlerinden İnal Tengizman, babası Esat Nedim Tengizman’ın 1924’te çektiği bu fotoğrafın orijinalini bizzat evden alıp dergi bürosuna götürmüş, bir anlamda unutulmaktan kurtarmıştı.
Hayat’tan Firuz Aşkın imzalı bir çizim
Hayat’ta yayımlanan romanlara, hikâyelere eşlik eden çoğu Firuz Aşkın imzalı çizimler birinci sınıf, fotoğraflar ise bir içim suydu. Türkiye’de manzara fotoğraflarının öncüsü Othmar Pferschy’nin karelerinin hakkını ancak tifdruk tekniği veriyordu. Tengizman’ın yanı sıra Ozan Sağdıç, Ara Güler gibi foto muhabirlerinin emeği, Hayat’ın cam gibi baskısı sayesinde sanatçılık mertebesine yükseliyordu. Örneğin Âşık Veysel’in bugün çok bilinen muhteşem köy enstantaneleri, Hayat’ın 13 Aralık 1957 tarihli nüshası için Ara Güler tarafından Sivas’ta, Sivrialan köyünde çekilmişti.
İlk yıllarda dergi kapaklarında tek bir erkek gözükmüştü, o da Şah Rıza Pehlevi’ydi. İran Şahı’nın, kendisine evlat veremeyen Süreyya’dan ayrılıp Farah Diba’yla evlenme süreci, dergi sayfalarında adım adım takip edilmişti. Grace Kelly’nin Prens Rainier’yle evlenerek Monaco Prensesi olması da öyle. Hayat, çiftin düğününe bir hediye de düşünmüş, Celal Bayar’ın memleketi Umurbey’deki tezgâhlarda dokuttuğu Türk halısını Monaco’ya göndermişti. Bu tezgâhlar da Yapı ve Kredi Bankası’na aitti. Bankanın prodüktörlüğünde çekilen ilk renkli Türk filmi Halıcı Kız’da (1953) Muhsin Ertuğrul, dokumacılık zanaatını ve dokumacı kızların öyküsünü anlatmıştı.
Devlet adamlarından da ötede, hanedan mensuplarına Hayat’ın ilgisi had safhadaydı. Ayrıca başarılı centilmen futbolcular, milyarder iş insanları, Hollywood ve Cinecitta dedikoduları, transatlantik seyahatleri, Hilton çayları, Kervansaray geceleri, her nevi cemiyet haberleri Hayat sayfalarında züğürdün çenesini yoruyordu. Hikmet Feridun Es’in kaleminden Uzakdoğu’nun kadim halkları veya Nezihe Araz’ın kaleminden Anadolu yörükleri, Hayat okuru olan modern, şehirli, orta sınıf ailelere egzotik tatlar taşıyordu.
Hayat, benzerleri Life (ABD), Paris Match (Fransa), Bunte (Batı Almanya) gibi popüler bir aile saadeti dergisiydi. Suya sabuna dokunmayan, iyimser, gülümser, bazen siyah-beyaz ya da sepya, bazen dört renkli, ama özünde “tozpembe” bir dergi.
Âşık Veysel’in Ara Güler tarafından Hayat dergisi için çekildiği fotoğraf
Her şey yolunda giderken, henüz üç ayı dolmadan, depodaki bütün kâğıt stoğu erimişti. Bu kadar yüksek tiraja kâğıt mı dayanırdı? Battı balık yan gider, Hayat 11. sayısının kapak ve arka kapağını ilk kez deneme mahiyetinde dört renkli basarak, okurlarına fiyakalı bir elveda çekti, uzunca bir tatile çıktı. Tifdruk makineleri iki yüzü parlak kâğıt istiyor, ancak döviz sıkıntısı nedeniyle ithalat yapılamıyordu. İzmit’teki Seka Kâğıt Fabrikası’nı nitelikli kâğıt üretmeye ancak siyasi iktidar ikna edebilirdi. Kazım Taşkent 50’lerin başlarında kısa bir süre Demokrat Parti’den milletvekili olarak parlamentoda bulunmuş, ancak siyasete küserek istifa etmişti. Yine de Menderes hükümeti Hayat’ı kırmayacak, uygun kâğıt için İzmit’e emir verecekti. Altı aylık aradan sonra 1956’nın Aralık ayında Hayat kaldığı yerden, bu sefer yerli parlak kâğıtla yoluna devam edecekti. Bu ikinci dönemde, “Ferahlayan İstanbul” başlığı altında Başbakan Menderes’in istimlak ve imar programına tam destek verecekti.
Şevket Rado’nun, anılarında lisan-ı münasiple anlattığı üzere, kâğıt azaldıkça Menderes’ten yeniden ricacı olmak gerekiyordu. Ama Menderes asla randevu vermiyor, her seferinde Rado’ya haber göndererek, kendisiyle birlikte yurt gezilerine katılmasını öğütlüyordu: “Kâğıt isteyeceğim zaman beni seyahate davet etmesi, yollarda kendisine yapılan tezahüratı görmem, kendisini halkın nasıl bağrına bastığını (öyle diyordu) gösteren resimleri Hayat mecmuasına basmam içindi.”
Aralarındaki ahbaplık ilerlediğinde Menderes tarafından Rado’ya milletvekili adaylığı teklif edilecek, ancak Rado reddedecekti. Sonunda Menderes’in söylediği şu sözler, Rado’nun kulağına kadar gidecekti: "Bu Şevket Rado ne istiyor anlayamıyorum. Kendisine mebusluk teklif ettik, kabul etmedi. Gezilerime katılıyor, mecmuasında iki satır yazı yok."
Hayat, en büyük tirajı Menderes döneminde değil, Menderes’lerin yargılandığı Yassıada duruşmalarının nihai kararının açıklandığı sayısıyla yakalayacaktı. 21 Eylül 1961 tarihli bu sayı 490 bin satış adediyle rekor kıracaktı.
Hayat yayın hayatına başladığı zaman İstanbul’un nüfusu 1,5 milyonu geçmişti. Nüfusun 2 milyon sınırına dayandığı günlerde, 1961’de, Hayat’ta çıkan bir yazıda, şehirde kayıtlı tam 3200 dernek bulunduğu belirtiliyordu. Çemişgezek Köylerini Kalkındırma Derneği gibi, 66 vilayetin, 400 ilçenin küçük dayanışma toplulukları bunlar arasındaydı. Ama daha neler yoktu ki: İyi Ahlak Derneği, Yüz Yıl Yaşamak İsteyenler Derneği, Çalışanı Sevenler Cemiyeti, Gezici Sütçüler Derneği, Karagözcüler Hokkabazlar Kuklacılar Derneği, Gültepe’yi Güzelleştirme Derneği, Metapsişik Cemiyeti...
İstanbul’un Hayat dergisinin kalbinde ayrı bir yeri vardı. Bunun bir yüzü geçmiş yıllardan, geçmiş asırlardan hatıralarsa, diğer yüzü şehrin bugünüydü. 40 yılda bir çamurlu yollar, susuzluk, yoksulluk, gelir uçurumu... Varsa yoksa gelişen, büyüyen şehir, pitoresk, turistik İstanbul...
Yeşilköy Havaalanı’na 1956’nın son ayında tam 3 bin uçak inmişti. Kocaman bir karatahtaya tebeşirle sefer saatlerini yazan bir görevliyi gösteren fotoğrafın altında şunlar yazıyordu:
“Yakınşark’ta hiçbir tayyare meydanının geldi-gitti tahtası Yeşilköy’deki kadar meşgul değildir.” Sükûnet içindeki eski Yeşilköy gitmiş, onun yerine her milletin uçağının inip kalktığı “hareketli, telaşlı, kalabalık” bir havaalanı gelmişti. Hatta bazen aynı anda “bir İsrail uçağı ile bir Arap uçağını yan yana görmek dahi” mümkündü... 1958’de Hayat’ın elde ettiği verilere göre, İstanbul trafiğinin bütün yükünü taşıyan emektar Galata Köprüsü’nü, motorlu araçlar bir günde yaklaşık 60 bin kez çiğniyordu... Tramvay ise 1961’de, üzerinde “Elveda sevgili yolcularım” yazılı bez afişle Avrupa Yakası’ndan ayrılıyordu: “Tramvay orta hallilerin, yoksulların gönlünde taht kuran ilk sevgili sayılırdı. Anadolu’dan gelenler bir tramvay gezisi süresinde koca şehri doyasıya seyrederdi. Zengin, saf taşralılardan bir ikisi tramvay satın alıp memlekete götürmek bile istemişlerdi.”
Bütün bu gelip gitmelerle, arabayla, tramvayla, vapurla arası olmayanlar da mevcuttu elbette. 1958’deki bir sayıda, vefatının ardından, Nurettin Cemil Sangan’ın Kadıköy sevdasından bahsediliyordu. “Bekliyor gönlüm seni Moda koyunda yine” şarkısının bestekârı Nurettin Cemil şekerci esnafındandı ve ünlü bestekârlardan Şekerci Cemil Bey’in oğluydu. “Kadıköy’ün çiçekleri kokuludur, sohbetleri tatlıdır, kadınları güzeldir” diyen Nurettin Cemil, şehrin Avrupa Yakası’na son 20 yılda topu topu bir kere geçmişti. “Peki beğendiniz mi?” sorusuna yanıtı şuydu: “Alıcı gözüyle bakmadım. Güzel bir yer. Ancak Moda’nın gönül yakıcı havasını pek bulamadım.”
Ne kadar modernist ve Batılılaşmacı gözükürse gözüksün, özellikle gençliğe bakışında, tipik bir aile babası gibi, zaman zaman muhafazakâr damarı kabaran bir dergiydi Hayat. Gençleri anlamanın erdemleri üzerine epey kalem oynatılır, ama egzistansiyalizm, caz, rock’n roll, hippilik gibi akımlar belirgin bir mesafeyle karşılanır, bazen merak ile şüphe, bazen tebessüm ile kaş çatma arası bir dengeyle anılırdı. Şevket Rado’nun deyişiyle “terbiyevi gayeler güdülerek” hazırlanan böyle bir dergi için “Dünya gençliğini tehdit eden tehlikeler” veya “Gençliği arkasından sürükleyen marazi cereyanlar” başlıklı uyarı yazıları belki de normal kabul edilmeliydi.
Bunun panzehiri Ses’ti. Hayat 268 numaralı sayısını yayımladığı hafta, 25 Kasım 1961’de, kardeş Ses dergisinin ilk sayısı çıktı. Ses, haftalık aktüel bir sinema ve tiyatro dergisi olacak, yerli yabancı popüler müziği de yedeğine alacak, en başta gençliğe seslenecekti. 60’lı yılların yenilikçi havası Ses sayfalarında, en azından Hayat’tan daha güçlü, daha serbestçe solunacaktı. Hayat Resimli Roman, Hayat Tarih, Hayat Ayna, Hayatspor gibi yayınlar da zamanla birer birer Hayat ailesine katılacaktı. Ama 1978’deki bir büyük grev (80’li yıllarda Hayat ve Ses Kemal Uzan tarafından satın alınana kadar) ailenin tüm fertlerinin sonunu getirecekti.
İST derginin diğer yazılarına ulaşmak için TIKLAYIN