Kapalıçarşı'da açılan bir sandıktan çıkanlar: Mücevherler, Macarlar ve Sabahattin Ali

İdil Laslo

T24 Kültür Sanat

Türkiye'de klasik müziğin önde gelen isimlerinden Prof. Filiz Ali'nin kızı, 41 yaşında öldürülmesine karşın unutulmaz hikâye, roman ve şiirleriyle Türk edebiyatında büyük bir iz bırakan Sabahattin Ali'nin torunu İdil Laslo, kurumsal hayatı bıraktıktan sonra Kapalıçarşı'da mücevher tasarımı üzerine çalışmaya başladı.

İdil Laslo, yaklaşık 25 yıl boyunca çalıştığı kurumsal hayatta hiçbir zaman kendisini gerçekleştirmiş gibi hissetmediğini belirtirken, "Vefasızlık da yapmayayım tabii bu arada, güzel paralar kazandım sonuçta oralarda  ama  sadece para kazanmaya yönelik yanlış bir seçimmiş benim için, hiçbir zaman kendimi o dünyaya ait hissetmedim. İşten ayrılınca ellerimle üretebileceğim bir şeyler yapmak istedim. Çocukluktan beri hep bir el becerim vardı benim. Bizim ailenin hepsi öyle; babaannem yanlışlıkla terzi olmuş mesela" diyor.

Yeni işinde kendisini bulduğunu vurgulayan, tasarımlarını İdilius Jewelery markası altında toplayan İdil Laslo, annesi Filiz Ali, dedesi Sabahattin Ali ve babası László' Hadi'nin ailesinin Macaristan'dan Türkiye'ye uzanan hikâyesini  İstanbul Life dergisinden Berna Abik'e anlattı.

Laslo'nun çalıştığı Kevork Polatoğlu'nun Kapalıçarşı'daki atölyesi

 - Filiz Ali nasıl, pandemide neler yaptı?

Annem bir kitap yazıyor şu anda. Hiçbir yere gitmek istemedi kitap çalışmasını engellememek için. Hiçbir zaman boş duran bir kadın olmadı. Çok iyi bir arşivci. Dedem de çok iyi arşivci ama annem de anneannem de fena değilmiş anlaşılan. Sürekli sandıklardan bir şeyler çıkıyor.

 - Kitabın konusu ne?

Onu kendisi açıklasın (gülüyor). Üzerinde çalışıyorlar şu anda ama Cumhuriyet'in ilk yıllarını bize anlatacak olan bir kitap diyebilirim.

- Sabahattin Ali olacak mı içinde?

Onunla ilgili belgeler de olacak sanıyorum ama onun üzerine bir kitap değil. Biraz konusu farklı yani.

- 70 yıl sonra Sabahattin Ali kitaplarının telifleri kalktı. Gidişat nasıl?

Telif bizdeyken -bu, işin maddi boyutuyla ilgili bir şey değil- bizim kontrolümüzde oluyordu her şey. Sonuçta Sabahattin Ali'nin kızı yaşıyor. Durum böyleyken bu işin annemin kontrolünden çıkmış olması Sabahattin Ali'nin kendisinin dahi onaylamayacağı kapaklar ve kitaplar basılmasına sebep oldu. Bu kadar kitaba değer veren bir insanın kitabı, 1 liraya mal edilip 3 liraya satılmamalıydı. Çünkü kitabın kendisinin bir değeri var. Bunun dışında "Biz dilini sadeleştireceğiz" diyenler oldu. Neden sadeleştiriyorsun ki? Edit edilmiş kitaplar var, altında da açıklamaları yazıyor zaten. Onun dilini ne hakla sen basitleştireceksin? Bir de 70 yıl Sabahattin Ali için adaletsiz bir durum. Zaten öldürüldükten 15 yıl sonrasına kadar kitapları basılmıyor. ‘Sırça Köşkü' toplatılmış bir kitap, o hiç basılmıyor. Komünist damgası yediği için hiçbir yayınevi basmıyor. Varlık, Bilgi, Cem Yayınevi'nden sonra da Yapı Kredi bastı. Sabahattin Ali'nin eserlerinden başka hiçbir şeyi olmamış. Malı mülkü yok, cesedinin yanından çıkan çantasına, meşin ceketine, fotoğraf makinesine bile haciz koymuşlar ve borçlarına istinaden anneanneme teslim etmemişler…

Esas gençler arasında tanınmasını sağlayan Milli Eğitim Bakanlığı'nın tavsiye ettiği 100 eser içinde gösterildiği için okullarda da okutuldu. Demek ki okullarda okutulunca bir yazar, gençlerin ulaşabileceği bir yazar olursa okunuyor. Anlattığı konular hâlâ geçerli ve güncel. 70 yıl öncesini okuyormuşsun gibi değil.

- Bir de Sabahattin Ali'nin bir dönem nikâhına talip olduğu Ayşe Sıtkı İlhan'la mektuplarının derlendiği ve pek bilinmeyen "İki Gözüm Ayşe" kitabı var.

Dedem biraz çapkın… Çapkın değil aslında da şıpsevdi bir adammış (gülüyor). Aşktan uzak bir insan değil. Tabii Ayşe'ye olan aşkı çok bilindik. Evlilik teklif ediyor, kadın reddediyor ama hiç vazgeçmiyor.

- Deden, Filiz Ali ve büyük annen Aliye Hanım'a senin tasarımlarından birini almak isteseydi hangisini alırdı sence?

Henüz öyle bir mücevher yapmadım galiba (gülüyor). Alsaydı şimdiki tarzda alıştığımız şeyler değil de işçiliği yoğun olan, zarif bir şey tercih ederdi diye düşünüyorum. Bu soru ağır geldi, sanırım oturup yapmak zorunda kalacağım şimdi…

İdil Laslo'nun tasarımlarından...

İdil Laslo anlatıyor: Macaristan'dan İstanbul'a…

"Büyükbabam Jànos Hadi, 1929 yılında Macaristan'dan İstanbul'a geliyor. O sırada Avrupa'da büyük bir kriz var. Aslında Musul'a gitmek üzere buraya geliyor ama tifo ya da sıtmaya yakalanıyor İstanbul'da. Bu kadar hastayken oraya gidemeyeceğini düşünüp Türkiye'de kalmaya karar veriyor. Burada iş bakınırken bazı Macarlarla tanışıyor; onlar da büyükbabamın mekanik denilen bir alandaki bilgisini görünce Cumhuriyet'in ilk yıllarında burada iyi bir iş bulabileceğini söylüyorlar. Eskinin mühendisi gibi ama tam değil; ara bir iş, teknik bilgi gerekli.

Büyükbaba Jànos Hadi

Karadeniz'de elektrik santrallarını yapıyorlar, sonra da Kastamonu Boyabat'ta bir çiftliğin mekanizasyonu için çalışmaya başlıyor. Derken epey bir para kazanıyor ve Macaristan'a geri dönüyor. Ailesine gönderdiği tüm parayı meğerse kız kardeşinin kocası kumarda yemiş bitirmiş hep. Bunu öğrenince o zaman ben de evleneyim, karımı da alıp Türkiye'ye gideyim, en azından paralarımı karım yer diye düşünüyor. O sırada Macaristan'da bir gecede para pul oluyor zaten, buhran var. Türkiye de yeni kurulmakta olan bir cumhuriyet ve Atatürk'ün ilk zamanları… Sanayi gelişiyor ve işgücüne ihtiyaç var. Bu da bu tür yabancılar sayesinde oluşuyor.

Babaannemle evlenip Türkiye'ye birlikte döndüklerinde Kastamonu'nda çalışmaya başlıyor. Babamlar da orada doğuyorlar. O sırada II. Dünya Savaşı patlıyor ve tekrar  vatanlarına dönmek için İstanbul'a gidiyorlar. Ancak Macaristan Konsolosluğu güvenlik sebebi ile burada kalmaları gerektiğini söyleyip pasaportlarının sürelerini uzatmıyor."

Sirkeci'de büyük bekleyiş

"Bir süre İstanbul'da kalıyorlar. Hatta Sirkeci'de bir otele yerleşiyorlar. Otelin adını da babam Balıkesir Oteli diye anlatmıştı ama bilemiyorum… Otelde yaşamak diye bir şey varmış o zaman… Bir süre sonra paraları azalınca büyükbabam onları İstanbul'da bırakıp para kazanmak için Anadolu'ya dönüyor. Büyükbabamdan gelen mektuplar zaman içinde gelmemeye başlıyor ve uzun bir süre ondan haber alamıyorlar. Hatta babamlar her gün Sirkeci'de sahile inip iskeleye yanaşan vapurlara bakarlarmış, belki gelir diye. Bunun üzerine üç çocukla kalakalan ve hiç Türkçe bilmeyen bir Macar kadını olan babaannem, el becerisi çok kuvvetli olduğu için terzilik yapmayı öğreniyor ve böyle para kazanmaya başlıyor."

Protestanlıktan Katolikliğe dönüş

"Sirkeci'den sonra Pera'ya taşınıyorlar, bu sırada büyükbabam hâlâ yok ortalıkta. Babaannem çocukların okumasını istediği için, babamları Macar bir papazın yanına veriyor. Bizimkiler aslında Protestan. Ama papaz, Cizvit papazı olduğu için hemencecik bir vaftiz töreniyle çocuklar Katolik oluyor.

Çocuklar neredeyse lise çağına geldiğinde, büyükbabamın bir kampa atıldığı haberi ulaşıyor. Ama bu kampın nerede olduğu bilinmiyor. Anadolu'da buna benzer enterne gayrimüslimleri tuttukları yerler var. Bize anlatılan hikâye şöyle; birlikte çalıştığı bir ortağı, nasılsa bu yabancı diye Alman ajanı olarak ihbar ediyor büyükbabamı ve onu kampa götürüyorlar. Ortağı da kazancın üstüne oturuyor. Büyükbabam kamptan döndükten sonra bir daha eskisi gibi olamıyor. Bedensel olarak da psikolojik olarak da tükenmiş durumda. Bu konu da hiç konuşulmuyor."

Sabahattin Ali'nin mektupları: İki Gözüm Ayşe

İki Gözüm Ayşe'nin, Ataol Yayınları'ndan çıkan bir, Bilgi Yayınevi'nden çıkan iki baskısının tükenmesinden sonra kitap yeniden basılmadı. Mektupları derleyen gazeteci Doğan Akın bunun sebebini şöyle anlatıyor:

"Temel nedeni; yayınevlerinin saçma sapan hükümlerle dolu matbu sözleşmeleri. ‘Kitabı istedikleri gibi kısaltabilirlermiş', ‘istediklerine devredebilirlermiş', ‘istedikleri biçimde promosyon ürünü olarak kullanabilirlermiş'. Ben de talip olan yayınevlerine, ‘Hayır, bunu yapamazsınız' diyorum. Misal; Sabahattin Ali'nin temsil ettiği her şeyle savaşan bir zihniyetin gazetesinde, kitapları promosyon olarak pazarlanamaz! Özetle, Sabahattin Ali'nin edebiyatının kaynaklarını da içeren bu mektupların ‘ezber yayınevi sözleşmeleri'ne teslim etmek istemiyoruz. Mektupları kıymetini bilen bir yayınevince, uzak olmayan bir zamanda yayımlanacağını söyleyebilirim."

Söyleşinin tamamı için tıklayın