Başörtüsünün uzun yıllar başta eğitim olmak üzere kamusal alandaki yasaklar üzerinden tartışıldığı Türkiye’de, bir süre önce başlayan #10yearschallenge akımıyla birlikte yeni bir tartışma başlığı açıldı: Başörtüsünü çıkaran kadınlar.
#10yearchallenge kapsamında başörtülü ve başörtüsüz fotoğraflarını paylaşan kadınlar, siyasi yelpazenin iki ucunda da bulunan kişiler ve kurumlar tarafından 'bir projenin ürünü, bir kampanyanın parçası, gizli bir ajandanın uygulayıcısı' olmakla; reklam yapmakla, başörtülü kadınları yoldan çıkarmaya çalışmakla eleştirildiler. Aralarından bazıları AKP’ye yakınlığıyla bilinen internet siteleri tarafından hedef gösterildi, bazıları da ana haber bültenlerinde ‘yabancı haber ajanslarına koşmakla’ suçlandı.
Tüm bunlar yaşanırken, T24’te yer alması planlanan hikayelerden birinin anlatıcısı ‘güvenlik endişesi’ nedeniyle haberin yayınlanmamasını istemek zorunda kadı. Bir diğeriyse hikâyesini yine de anlatmak istese de isminin yayınlanmamasını rica etti, yukarıdaki sözler de ona ait.
***
Bir haftadan uzun süre önce cuma günü için sözleştiğimiz Nil Akay’la -T24’ün notu: Söyleşiyi veren kişinin talebi üzerine ve güvenlik gerekçesiyle haberin devamında bu isim kullanılacaktır- Taksim’de buluştuğumuzda da ilk sözleri şunlar oluyor:
“Daha öncesinde söz verdiğim için geldim yoksa gelmeyecektim. Ama sizinle sözleştiğimiz için de geri adım atmak istemedim, yoksa reklam yapıyorlar dedikleri için Twitter hesabımı bile kapattım.”
Fotoğraflarını paylaşırken bu kadar yayılacağını, büyüyeceğini düşünmediğini söylüyor, gelinen noktadan da biraz ürkmüş. Asıl amacı, kendisiyle benzer süreçlerden geçen başka kadınlara akıllarına takılanları sorabilecekleri, belki de manevi destek bulabilecekleri birileri olduğunu göstermekmiş. “Ben o süreçte bunları çok konuşmak istiyordum” diyor.
İçinden geçen, başörtüsünü çıkaran ya da çıkarmayı düşünen kadınların hikâyelerini yayınladıkları bir platform olan Yalnız Yürümeyeceksin’in tweet'ini paylaşması ve daha fazla kişiyle ulaşabilmekmiş. İstediği gibi de olmuş Akay’ın. “Nasıl yaptınız, nasıl tepkiler aldınız” diye soran onlarca mesaj aldığını söylüyor; aralarında “Biz de istiyoruz ama cesaret edemiyoruz”, “İnançsızım ama başörtümü çıkaramıyorum” diyenler de varmış.
TIKLAYIN - "Başörtülüyken de kötü şeyler yaşadım ama hiçbiri başörtüsünü çıkarmak kadar zor olmadı"
Başörtüsünü sorgulayıp, bunu dinin bir getirisi olarak görmemeye başlayan ya da dinden uzaklaşan ama yine de başörtüsü takmaya devam eden kadınlar olup olmadığını sorduğumda, başörtüsünü sorgulayanların çok azının aslında harekete geçme noktasına gelecek cesareti gösterdiğini söylüyor. Kendi uzmanlık alanında, 'dini görüşü değişen kadınların yakın ilişkileri ve sosyal onaylarına yönelik' bir araştırma yapan Akay, katılımcılar arasında kendisini artık Müslüman olarak tanımlamadığı halde başını örtmeye devam edenler olduğunu belirtiyor. Akay'a göre bu, aile ilişkileriyle bağlantılı olabilir. Ailenin desteğinin ya da en azından bu süreçte ‘destek olmasa da köstek de olmaması’nın kadınların başörtüsünü çıkarma kararını uygulamaya geçirmesine olumlu etkisi olduğunu düşünüyor. Peki ya onun ailesi?
“Benim şanslarımdan bir tanesi ailem” diyor. Evli oldukları dönemde annesine çarşafa hazırlanması sinyalleri gönderen, abisiyle uzun yıllar ‘dinine daha uygun yaşaması’ konusunda tartışan, gelinin başının açık olmasına karışan babasıyla benzer dönemlerde benzer bir sorgulama içine girmişler. Belki de en büyük şansı babası:
“Başımı açtığımda aradım babamı, ‘Baba ben başımı açtım’ dedim; o da ‘Ben de sakalımı kestim’ dedi. Bir müddet insanlara ziyarete gitmek istemedim başörtüsüz olduğum için, çekindim falan. Babam beni hiç zorlamadı çünkü o da çok zorlandı; memlekete gideceği zaman çok çekindi, gidemedi… “Onun için de o kadar zordu ki, beni anladı. Başörtüsünün farz olmadığına inanıyor muydu; hayır inanmıyordu, bundan hoşlanmadı. ‘Bence öyle güzeldin’ dedi, ‘kapalılık daha çok yakışıyordu’ dedi ama şunu da söyledi: Benim inancımı, anneninkini, komşununkini, akrabanınkini değil kendi inancını yaşayacak cesareti gösterdiğin için tebrik ediyorum. Bu, benim için çok büyük bir destekti.”
TIKLAYIN - "Başörtülü olup olmamak özgürlük değil, istediğin şeyi yapıp yapmamak özgürlük..."
Annesi biraz kızmış, eleştirmiş ama babanın desteğini almak güç vermiş Nil Akay’a. Babasının da benzer bir dönemden geçmesi, başörtüsünü çıkardığı ilk zamanlarda ‘paratoner’ görevi görmüş. "Aman hacı zaten dinden çıkmış kızları mı çıkmayacak" diyen çevredekiler, Akay'ın başörtüsünü çıkarması konusunda pek de yorum yapmamış. Babasının geçirdiği dönüşümün, 'kendisinden emin, onay alma gereği duymadan hareket etmesinde' büyük etkisi olduğuna inanıyor.
Babasının sorgulamaya nasıl başladığını sorduğumdaki yanıtı, yeni tanışmış iki insanın kişisel dramlara ya da ailelerin mikro tarihlerindeki felaketlere nasıl da kahkahalarla gülebileceklerinin de cevabı oluyor aslında: “İflas etti!” Kahkahaların arasında, "Çocukluğum prenses gibi geçti” diyor. Sonrasındaysa babasının işleri kötü gitmeye başlamış ama bütün bunların arasında da boş kaldıkça okumuş. Nil Akay’a göre, sığınağı kitaplarda bulmuş, “Belki parasını kaybetmiş ama bilgi edinmiş”.
Kendisi ise bir şeyleri sorgulamaya ilk olarak Gezi döneminde başlamış. “Benim için kaotik bir zamandı” diye anlattığı o dönemde bir taraftan “Ne oluyor, neden oluyor” diye sorarken bir diğer taraftan da siyasi dengeleri sorgulamaya başlamış. Bir kez başlayınca da duramamış. Gezi ve Arap Baharı’nın politik rüzgarıyla başlayan sorgulamaların hedefine önce mutlak otorite, sonrasında da din oturmuş. Başörtüsünü sorgulamaya başlama tarihi olarak 2013’ü verse de, aslında daha öncesinde de hadisleri sorguladığını, bazı dini kurallarla ilgili çok da ortodoks olmayan yorumlamalara yöneldiğini anlatıyor. “Dini görüşte de muhalifleri hep bir şekilde benimsemiştim” diyor gülerek.
Başörtüsünü çıkarma kararını ise bir ramazan ayında almış, bayramda da uygulamaya geçmiş. Başını çıkarmaya yaklaştığı zamanlarda aklından “10 yıl başını örtmüşsün, herkes seni böyle tanımış, bir mücadele vermişsin, yurt dışına gitmişsin okumak için; ne gereği var ki, ne der insanlar” soruları geçiyormuş, en sonundaysa şöyle karar vermiş: "İçim böyle istiyorsa, bu Allah’la benim aramdaysa ve bunun günah olmadığına inanıyorsam sırf birileri bana kızacak diye bunu sürdürmeyeceğim."
Bir an için her şey yerli yerine oturdu gibi gelse de aslında sorgulamalar bitmemiş. Başını açtığı ilk günle ilgili hatırladığı iki önemli şey var. Birincisi, o zamana kadar, hatta bir gün önce bile görüştüğü erkek arkadaşlarının başörtülü olduğu zamanların aksine ilk kez onunla tokalaşmaları. İkincisi de kafasındaki ‘ama’lar ve ‘acaba’lar…
“Başkalarının düşüncesini önemsediğim için kapalı kalacaksam kalmamalıyım AMA bu benim bahanem mi acaba? ACABA nefsim bunu istiyor, ben kendime bahaneler mi sunuyorum” soruları gün boyu aklından geçse de, bir taraftan da hayatının bu yeni döneminden hoşlanmış. Herkesin aynı histen bahsetmesini biraz komik buluyor ama aynı şeyin kendi başına geldiğini de güerek kabul ediyor: "Kafamda bir sürü soru vardı ama yine de, rüzgarın saçıma değmesi gerçekten çok hoştu.”
Başörtüyü çıkardıktan sonra değişen bir diğer şeyin de çevresiyle kurduğu ilişki olduğunu; kalbinde bütün canlıları, doğayı sevmekle ilgili yeni bir yer açıldığını söylüyor. Yaşayan her şey gözüne daha değerli gözükmeye başlamış:
“Fark ediyorum ki o zamanlarda farkında olmadığım müthiş bir kibrim varmış. Kendimi ‘kurtarılanlardan’ gördüğüm için ötekilere bakmamışım bile, ilgilenmemişim. Diğerlerinin de insan olduklarını, çok başka dinamiklere sahip olduklarını hiç görmemişim.”
Kendini çıplak hissetmekten korktuğu için bir süre boynunda şalla dolaşmaya devam ettiğini söylediği başörtüyü çıkarma döneminden, ilk kez başını kapattığı zamana dönüyoruz. Kimsenin ona “Başını ört” demediğini söylüyor ama soruyor: “Bu kararı kendim aldım diyebilir miyim? Yeterince özgür bir karar mıydı?” Cevabı bilmiyor.
“Benim doğup büyüdüğüm yerde, -bizim çevrede- liseye gelenler başını örter. Okulumdaki herkes çok muhafazakardı, etrafımdaki kuzenler falan da. 15-16 yaşıma geldiğimde, ‘Başımı örtmeyebilirim de, kimse bana bir şey demez, beni böyle de kabul ederler’ gibi bir alternatif sunulmadı. Bunu yapmayanların eleştirildiğini, ayıplandığını biliyordum. Bir de abim babamın ‘Dini yaşa’ taleplerine baş kaldırıyordu ve görüyorum nasıl çatışmalar yaşandığını.
"Ben hiç isyan etmeyen, anne baba nasıl bir evlat istiyorlarsa tam olarak öyle bir evlat olmuş, bunun da çok sağlıklı bir süreç olduğunu zanneden bir çocuktum. Hiç onları üzmedim; okulda çok başarılı oldum, hiç benimle çatışmadılar aman aman. Ben onların her dediğini yaptığım için onlar da benim her dediğimi yaptılar.”
10 yıl boyunca başı örtülüymüş Nil Akay'ın. Çıkardıktan sonra birkaç yıl kendisini Müslüman olarak nitelendirmeye devam etmiş, şimdi ise herhangi bir tanrıya inanmadığını söylüyor. Artık inanmadığı için nefret dolu mu başörtülü hemcinslerine karşı, başını açan kadınların başörtülü hemcinslerinden ‘nefret ettikleri' yorumlarıyla ilgili ne düşünüyor, soruyorum. Cevaplarken kendi kapalı olduğu döneme referans veriyor: “Başörtülü kadınlardan nefret ediyorum demek, ben önceden aptaldım demek."
Ailesinin büyük bölümünün başörtülü olduğunu belirterek hiçbirinin aptal olduğunu düşünmediğini söylüyor ama eklemeden de duramıyor: "Bazı şeyleri sorgulamaya cesaret edemediklerini düşünüyorum ama bu onların aptal olduğu anlamına asla gelmiyor."
Başörtülü ve başörtüsüz fotoğraflarını paylaşmalarının bazı kapalı kadınlarca 'saldırgan' olarak yorumlandığını söylediğimde çok da şaşırmıyor. Kendisinden örnek veriyor: "Önceden olsa, büyük ihtimalle ben de saldırı gibi düşünürdüm."
Sonrasında da iki yıldır devam ettiği psikanalizden bahsediyor: "Orada çok ciddi bir yıkım ve yeniden inşa süreci oluyor; fark ediyorum ki önceden saldırı gibi algıladığım şeylerin büyük bir kısmı benim yapamadıklarımmış. Yapamadığım için saldırı gibi algılıyormuşum. Yapmak istiyormuşum, bunu aslında bilinç dışında arzuluyormuşum ve bunu yapanlara haset ediyormuşum. "
İmam hatipte okuyan, başörtüsüyle okumak için yurt dışına gidip şimdi açık olan çok sayıda arkadaşı olduğundan ve bazen bir araya gelip "Neden bazıları yapabiliyor, bazıları yapamıyor" diye konuştuklarından bahsediyor. Vardıkları sonuç şu: "Herkes güçlü figürleri yıkma cesaretini gösteremeyebilir, herkesin gücü buna dayanamayabilir. Başörtülü birisi sırf kabul görmek için bile başını örtüyorsa bu asla onun aptal olduğu anlamına gelmez. O kadarını yapabildiği için onu yapıyor zaten.”
Başını açmasından sonra kendisiyle görüşmeyi kesen, gülümseyerek “Saçlarımdan korktu herhalde” dediği eski bir yakın arkadaşının yıllar önce bahsettiği, başörtüsünü çıkaran ilahiyat hocası hikayesinden nasıl etkilendiğini anlatıyor. “Nasıl ya” diye sormuş: “Nasıl böyle bir şey yapmış olabilir?” Sonrasında da merakını kaybetmemiş, kendisine göre ‘doğru yol’ olarak gördüğü noktaya araştırarak ulaşmış, o yüzden de “Belki benim gibileri de vardır” diyor ve ekliyor: “Nasıl buna cesaret edebilirsiniz, diye sorarlar.”
Cesaretten sonra üzerinde durduğu bir diğer nokta da, T24’e konuşan diğer kadınların da sıklıkla vurguladığı, birey olarak var olmaya yönelik saygı talebi. Biraz da bu sebepten gazeteci Mine Kırıkkanat’ın #10yearchallenge’a katılan kadınlar için yaptığı "Kanımca ya Adnancı, ya 'Fettoşçu bir grubun manipülasyonu. Belki yanılıyorum, ama kuşkucu olun, derim" yorumu gözyaşlarına boğulmasına sebep olmuş:
"Belli bir cenahtan belli tepkileri biraz bekliyordum. Kırıkkanat ve onun gibi düşünenler, 'Bunlar proje' dediklerinde tutamadım gözyaşlarımı. Çok etkiledi beni. Böyle bir tepki beklemiyordum. Çünkü benim için başörtüsünü çıkarmak, -o sorgulamaya girebilmek, bazı şeyleri reddetmek-, bireyselleşmenin en büyük adımıydı. Paylaştığımda da, 'En büyük iyi ki’ diye paylaşmıştım. Başka bir grubun içine tekrar sokulmaya çalışılmak benim bireyselliğimin tekrar elimden alınması demek.
"Bağımsız birey olma arzusunun önündeki en büyük engel 'proje, şunların insanı, şunların oyunu' gibi isimlendirmek. Çok çok yaralayıcı bir şey. Belki insanların anlamadığı şey şu; yıllarca idealize ettiğimiz figürlerin, -peygamber, peygamber eşleri, sahabeler ve en nihayetinde Tanrı, o güçlü fikirlerin yıkılması, o enkazın altında kalmak, enkazdan sağ çıkmaya çalışmak o kadar zor ki. Bir de bunları başkası istediği için yapmış olmakla suçlanmak çok yıkıcıydı."
Başörtüsünü çıkaran kadınların bunu 'özgürleşmek' olarak nitelendirmesine yönelik eleştirilerle ilgili ne düşündüğünü soruyorum sohbetimizin sonuna gelirken. Bir dönem giydiği feracenin içinde 'müthiş özgür' hissettiğini söylüyor, sonra da feracenin ne olduğunu bildiğimden emin olamayarak ekliyor:
"Ferace böyle ince uzun bir şey. İçime de incecik bir şey giymişim, yaz. Başörtüsü var, o da böyle efil efil ve şöyle hissettim: Ne kadar özgürleştiren bir şey bu. Çok özgür hissetmiştim o zaman, başımı açtığımda da çok özgür hissettim. Özgür hissetmek ya da hissetmemek bizim içimizdeki tanrıyla çok ilgili bir şey."
"Açıldığını söyleyen kadınlar başörtülülere ‘özgür değil’ demek istiyorlar diyenlere şunu demek istiyorum" diye başlıyor, yanlış anlaşılmaktan çekinir gibi biraz duraksasa da "Yarası olan gocunur diye düşünüyorum" diyerek bitiriyor cümlesini ve sözlerini sonlandırıyor:
"Ben kapalıyken de çok özgür hissediyordum, açıkken de çok özgür hissediyorum. Bu benim içimdeki prangalarla ilgili bir şeyi, dışımdakilerle değil."