103 kişinin yaşamını yitirdiği 10 Ekim Katliamı’nın ardından hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralananlar tarafından kurulan 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, geçen hafta “tüzükteki eksiklikler” gerekçe gösterilerek mahkeme kararıyla kapatıldı. Katliamda eşini kaybeden Dernek Başkanı, Avukat Mehtap Sakinci Coşgun, "Toplum vicdanı bir kez daha kanıyor" dedi.
Birgün'den Hüseyin Şimşek'in haberine göre, “Derneğin kapatılması, bizim yarım kalmış hikâyelerimizden birisi oldu. Hayallerimiz budanmaya devam ediyor” diyen Coşgun, kapatma kararıyla “toplum vicdanının bir kez daha kanadığını” belirtiyor. Coşgun, derneğin kapatılma sürecini, 10 Ekim yargılamasını ve aralarında eşinin de bulunduğu 103 kişinin hayatını kaybetmesinin ardından ailelerin yaşadıklarını Birgün’e anlattı.
10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, “tüzük” gerekçe gösterilerek kapatıldı. Bu kararı nasıl yorumluyorsunuz?
Derneğin kuruluş aşamasında dahi ‘kaleminin kırılmış’ olduğunu biliyorduk. Çünkü Türkiye’de doğayı savunmak için kurulan dernekler kapanabiliyor. Köy dernekleri dahi risk altında. Toplumsal acılara dair böylesine derneklere engellemeler oluyor. Dernek kurulduktan sonra kapatılmasına ilişkin çalışmalar da başlatıldı. Buna bir “çalışma” diyoruz çünkü biz kapatılmaya gerekçe olarak gösterilen tüzüğümüzü zaten öncesinde iki defa değiştirdik ancak bir türlü yetkililere kabul ettiremedik. Sonraki süreçte de ilk akla gelen prosedür işletildi ve derneğin fesih işlemleri başlatıldı. Fesih talebinde bulunan da Valilik adına Cumhuriyet Savcılığı oldu. Yargılama da beklenildiği gibi erken sonuçlandı. Aslında daha önce kapatılması bekleniyordu derneğin. İlk duruşmaya giderken hemen kararın çıkacağına dair bir hava estirildi ancak çalışmalarımız ve savunmamız sonucunda ilk duruşma ertelendi. Sonrasında gerçekleştirilen ikinci duruşmada ise derneğimizi kapatma kararı aldılar. Savunduğumuz tüzüğün hukuken ne kadar uygun olduğunu anlatmaya çalıştık ama tabii ki yargı ortada. Türkiye’de esasa etki etmeyen maddeler nedeniyle dernekler ve sivil toplum kuruluşları kapatılsaydı sanıyorum şu an hiçbir şekilde ülkede bir tek dernekten bile bahsedilemezdi. Bundan sonra ne yapacaksınız?
Ortada eşitsizlik ve hakkaniyetsizlik var. Bunu bilmek çok kötü. Derneği 54 kurucu üye ile kurduk ve toplumsal olarak birçok şeyin karşılığıydı bu dernek. Türkiye’de birçok muhalif kesimin de ortak noktasıydık. Acının çok fazla hayatımızın içinde olduğu dönemde derneğin heyecanını yaşamıştık. ‘Herkesi ortaklaştırabileceğimiz bir dernek kuruyoruz’ demiştik. 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, birinci dereceden aileler ve yaralıların bir arada olabildiği bir dernekti. Birçok planımız vardı. Türkiye’nin en az dört ilinde şubeleşmeyi düşünüyorduk. Çünkü mağdurların oranına aktığımızda buralarda şube gerekiyordu. Dernek, bizim acıyla kurduğumuz, aslında çok da isabetli bir araçtı. İrademize saygı duyulmadan kapatıldı. Derneğin kapatılması, toplum vicdanını defalarca kanatacak bir karardır. Biz bu platformda dayanışmanın da ötesinde birçok duyguyu birlikte tüketiyorduk. Örneğin öfke. Öfkeyle hareket edip büyük reaksiyon gösterecek ailelerimiz, dernek çatısı altında öfkesini çok verimli kullanabilmişti. Kısacası dernek çatısı altında güzel işler yapmaya devam etmek istiyorduk. Bundan sonraki sürece dair planınız nedir?
Derneğin kapatılması, bizim yarım kalmış hikâyelerimizden birisi oldu. Hayallerimiz budanmaya devam ediyor da denilebilir. ‘Derneğin kapatılması ne anlama geliyor’ diye kendi kendime sorduğumda yeni bir yarım kalmışlık geldi aklıma. İnsan her güçle mücadele edebiliyor. Derneğin kapatılması bu nedenle çok büyük oranda bizi daha büyük işler yapmaya sevk edecektir. Bir yılgınlık hissi yoktu hiçbir zaman ama dernekle birlikte insanların hayatında birçok şey kolaylaşmıştı. Şimdi vakıflaşmaya gidiyoruz. Vakıfla birlikte bu kolaylığı artırmamız gerekiyor. Daha büyük projelerin hayata geçirilmesi için çabalıyoruz. Türkiye’de kapatılıyorsanız bir güç odağı haline gelmişsiniz demektir. 103 kişinin ardından bir güç haline gelebildiğimiz için mutluyuz. Ancak toplum vicdanı bir kez daha kanadı. Kısa vadede birçok şeyin küllerinden yeniden doğduğunu göstereceğiz. Temmuz ayında katliamın bininci günü gelecek. Bu nedenle vakıflaşma çalışmalarını hızlandırdık. Vakıf fikri, derneğin kapatılma girişimini öğrendiğimiz andan itibaren B planımız olarak bekletiliyordu. Mahkeme bu yönde karar verdiği için temmuz ayına yetiştirmek için çalışmaya başladık.”
Dernek aileleri hayata bağladı ve davanın yok olup gitmesini engelledi diyebilir miyiz?
Elbette diyebiliriz. Dernek isim bulma aşamasından itibaren titizlikle ve bu amaçla hayata geçti. 10 Ekim Barış ve Dayanışma isminin her bir harfi ince ince düşünülmüştü. Hiçbir şey için feda edilemezdi derneğimiz. Birçok aileyi biliyor ve tanıyorsak, Karadeniz’den insanlar gelip duruşmayı yerinden takip ediyorsa, yaralılar yataklarında sabırsızlanıp oluşum içerisinde olmak istiyorsa ‘biz başarılıyız’ demektir. Malvarlığımız yoktu. Taşınmazımız hiç yoktu. Taşınır mal olarak da yaşamını yitiren 103 arkadaşımızın fotoğrafları ve bu fotoğrafların yer aldığı bir brandamız var. Almak isteyen olursa seve seve kendilerine bu taşınırlarımızı iletebiliriz.” Ankara Katliamı dahil birçok katliamın planlayıcısı olan İlhami Balı’nın eşi Hülya Balı’nın Türkiye’ye getirildiği bilgisi paylaşıldı. Bu konuda ve süren yargılama hakkında neler söylersiniz?
28 ayı geride bırakan katliamın yargılaması istediğimiz hızda ve kapsamda ilerlemiyor. Hülya Balı’nın yurt dışında yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi ise pek çok şeyi gösteriyor. Bir kere her şeyden önce demek ki istenilen kişi nerede olursa olsun elleri ile koymışlar gibi bulunup getirilebiliyormuş. Biz buradan bu sonucu çıkardık. Hülya Balı’nın 10 Ekim yargılamasına dahil edilmesi için bir talebimiz olacak. Kendisi ile ilgili suç duyurusunda bulunacağız. Kendini patlatan bombacıların ve katliamda doğrudan yer almış kişilerin eşleri dışında kimsenin eşi yargılamaya dahil edilmiyor. Oysa biliyoruz ki bu örgüt böyle bir örgüt değil. Yani eşleri de doğrudan dahil olabiliyor. Sadece eşleri ile değil tüm geniş ailesi ile örgütleniyorlar. Bizim dosyamızda mutlaka eşlerin bir kısmının daha sanık olması gerekiyor ama mahkemenin buna nasıl bakacağını bilmiyoruz. Sanık Resul Demir’in eşi Ceren Demir mahkemeye bile getirilmiyor. Mahkeme heyeti, Resul Demir’in tepki vermesinin ardından bu konuda çekimser kalıyor. İlhami Balı denilen insan, örgütün Türkiye emiri. Onun haberi olmadan Türkiye’de örgüt adına kuş uçamaz. Bizim 19 tutuklu sanık bunu çok iyi biliyor. Tüm katliamlarda payı var. Çok korkunç birisi. Biz 28 ayı geride bıraktıktan sonra eşinin Türkiye’ye getirtilmesinin asıl amacının IŞİD katliamlarını çözmeye dönük olmadığını düşünüyoruz. Eşinin polise büyük bilgiler verdiği söyleniyor. Katliamın mağdurları olarak bu bilgileri bizim de edinmemiz gerekiyor ancak her zamanki gibi kısıtlılık kararı çıkartılacak ve bilgiler bizden gizlenecek. Kamu görevlilerinin soruşturmaya dahil edilmemesi ise öncelikli yargılama eleştirimiz. Bitmeyecek bir yargılama var önümüzde. Bu da süreci daha da zora sokuyor. Bu duygu ile ne kadar savaşılabilir ve mücadele edilebilirse o kadar ediyoruz. 28 ay geride kaldı. Siz de eşinizi kaybettiniz katliamda. Neler yaşadı aileler bu süreçte?
Altı aylık o geçmeyen günlerin ardından zamanın bu kadar hızlı geçiyor olabilmesi bizi şaşırtıyor. İlk altı ay hiç geçmedi. Uyku düzenimiz yoktu, hayattan değil sudan dahi tat alamıyorduk. Bu kadar derinden sarsıldığımız bir süreç yaşadık. Ancak altıncı ayın ardından çok hızlı akmaya başladı zaman. Zaten zamanın nasıl geçtiğini çocuğumun büyümesinden anlıyorum. Kendimize bakmaya gücümüz bile yok. Birçok aile sosyalleşmek, normalleşmek, 10 Ekim öncesindeki kendisine benzemek için çabalamanın haksızlık olduğunu düşünüyor hala. 10 Ekim Katliamı’nı daha ‘dün olmuş’ gibi hissediyoruz. Bizi terk etmeyecek, bizim de terk etmeyeceğimiz bir acı var içimizde. O yüzden hiçbir şey de göründüğü gibi olmayacak. Ülkede balık hafızası ile yaşayan çok insan var. Bu nedenle akılda tutmak için daha çok çabalamak gerekiyor. Duruşmalara Türkiye’nin her yerinden insanlar geliyor. Her duruşmada daha fazla tükendiklerini görüyorum. Herkes günden güne eksiliyor. Her duruşma öncesinde tekrar Ankara’ya gelmek, duruşmalara katılmak acıları tazeliyor. Bir ailemiz var, her ayın 10’unda şehir dışından gelip Ankara Garı’nın önüne karanfil bırakıyor. Kendimizi her an kötü hissederken anmaya gelemediğimizde daha da kötü hissediyoruz.
Katliam günü iki yaşında olan bir oğlunuz var, Sarp. O neler yaşadı bu süreçte?
Sarp, katliamın olduğu dönemde üç kelimelik cümle kurabiliyordu. Hatta ilk üç kelimelik cümlesi, ‘Baba motor al’ cümlesiydi. Araları çok iyiydi. Babası da gidip ona bir motor seti almıştı. Çok yoğun sevgi gösterirlerdi birbirlerine. Zaten babasına başka da cümle kuramadı.
Şimdi ise ‘Babam neden öldü’ diye soruyor. Kaza geçirdiğini söylüyorum. Kendi geçirdiği ufak tefek kazaların ardından ‘Demek ki babam kaza geçirince ölmedi’ diyor. Öldüğünü anlatmaya çalışıyorum. İki haftada bir mezar ziyareti yapıyoruz. Mezarlığa gittiğimizde artık hangi mezar taşının babasına ait olduğunu ezbere biliyor. Uygar’ın ilk ölüm yıl dönümünde mezarlığa bir oyuncak telefon götürmüştü. ‘Babam bununla arayacak’ diyordu. Şimdi ise babasının 102 kişi ile birlikte öldüğünü anlatmaya çalışıyoruz. Birden çok kişinin aynı anda öldüğü fikrine alıştırmak çok zor. 103 kişinin öldüğü fikrine biz bile katlanamazken onun işi daha zor. Üstelik bir çocuğa babasının öldüğünden çok babasının nasıl öldüğünü anlatmak zor. İşimiz hiç kolay olmayacak.