Kapatılan Taraf gazetesinin eski yöneticileri ve muhabiri Mehmet Baransu'nun yargılandığı davanın iki gün sürmesi beklenen karar duruşması bugün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Duruşma savcısı, haziran ayında görülen duruşmada sunduğu esas hakkında mütalaasını tekrarlayarak Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Yıldıray Oğur'un cezalandırılmalarını, Tuncay Opçin hakkındaki dosyanın ise ayrılmasını talep etti. Mahkeme reddi hâkim taleplerini reddetti. Duruşma 12 Kasım 2021 saat 10:00’a ertelendi. Çongar savunmasında, "Hiçbir şekilde yapmadığım işleri yaptığım iddiasıyla yargılanıyorum. İddianame başka bir iddianameden kopyalandığını ele verecek kadar özensiz hazırlanmış" değerlendirmesini yaptı.
Haziran ayında görülen duruşmada esas hakkında mütalaasını sunan savcı, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Yıldıray Oğur’un "gizli kalması gereken bilgileri açıklamak" (TCK 329) suçlamasıyla cezalandırılmalarını talep etmişti.
Mehmet Baransu’nun ise "devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgeleri yok etme, tahrip etme, üzerinde sahtecilik yapma, hileyle alma veya çalma", "gizli kalması gereken bilgileri temin etme" ve "açıklama" suçlarından cezalandırılması talep edilmişti.
Dava kapsamında 2 Mart 2015 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Mehmet Baransu, salonda hazır bulundu.
Baransu'nun avukatı Çiğdem Koç usule ilişkin beyanda bulundu:
Koç şu ifadeleri kullandı:
"35 celseyi geçiren 25 ayrı heyete hâlâ beni şaşırttıkları için teşekkür ederim. Dosya yerli dizilere dönmüş. Dizi başlamış 150 bölüm yayınlanmış, tekrar başa dönmüş. Aradaki 35 celse yaşanmamış gibi mütalaa verilmiş.
Savcı mütalaasında bu yargılamanın "Balyoz" ile ilgisi olmadığını kayda geçirmiş. Bunun için teşekkür ederim. Bu davanın "Balyoz"la alakası olmadığı Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildi. "Balyoz" dosyasının hükme esas alınan deliller arasında yer almadığı açık açık yazılıyor Bu davada konu devletin gizli belgesi. Bu davada emekli askerler olacaksa müdahil olarak değil ancak sanık olarak bulunabilirler. Öncelikli talebim müdahillik sıfatlarının kaldırılması. Müdahilliklerin devam etmesi ya dosyayı okumadığınızı ya da taraf olduğunuzu gösterir
İkinci talebim ise daha önce istediğimiz delillerin dosyaya getirilmesi. Müvekkilin evindeki arama görüntüleri dosyada yok. Dosyaya gelmesi talep edilmiş fakat önceki heyet tarafından reddedilmiş. O görüntüler izlenmeden nasıl esas hakkında mütalaa verilmiş olabilir?
Evde bulunduğu iddia edilen o CD’de devletin gizli belgeleri varmış. Nerede o? Bu talebi "Davanın esasına ilişkin değil" diyerek reddetmişsiniz. Fetullah Gülen’in bir kasedi bulunmuş müvekkilin evinde. O kaset de dosyada yok.
İddianamede kasetten söz ediliyor ama kaset dosyada yok. Dosyaya getirilmesi talep edilmiş ancak mahkeme reddetmiş. Aramayı yapan polislerin dinlenmesi talep edilmiş, onu da reddetmişsiniz. Müvekkilin Mersin’de yargılandığı davanın gerekçeli kararı istenmiş, onu da reddetmişsiniz ama savcı müvekkilin "FETÖ/PDY üyesi" olduğunu o dosyaya dayanarak sabit bulmuş. Davanın ve suçlamaların göbeğindeki delilleri duruşmada incelememize izin vermiyorsunuz. Bu talepler kabul edilmeden dosya esas hakkında mütalaaya gönderildi. Bütün bu deliller gelmeden mütalaa verilmesi ve karar verilmesi adil yargılama hakkını ortadan kaldırır.
İddia makamı, taleplerin reddini istedi. Av. Koç'un taleplerine ilişkin ara karar oluşturan mahkeme, daha önce değerlendirilen ve reddine karar verilen taleplerin "dosyaya katkı sağlamayacağı kanaatine varıldığından oy birliğiyle reddine" karar verdi.
Mahkemenin ara kararı üzerine Av. Koç tekrar söz istedi. Mahkeme, "kısa tutun" diye uyardı. Koç, "Ona ben karar veririm. Savunma hakkımı kullanacağım" dedi. Mahkeme başkanı, "Savunma hakkınız elbette var ama sonsuza kadar süremez. Ne kadar süreceğine biz karar veririz" yanıtını verdi.
Koç şöyle devam etti:
"Tarafsızlığınızı kaybettiniz, adil yargılama yapmayı düşünmüyorsunuz. Müvekkili ismi ile yargılıyorsunuz, eylemleri ile değil. Bu nedenle reddi hakim talebinde bulunuyor, sizi ve heyeti reddediyorum. Ben ret gerekçemi CMK'ya dayandırarak yaptım. Siz de kararınızı verirken gerekçelendirerek vermelisiniz. CMK'ya göre bu talepten sonra esas hakkında savunma alamaz, duruşmaya devam edemezsiniz.
Mehmet Baransu da söz alarak reddi hâkim talebinde bulundu. Baransu, "6 buçuk yıldır tutukluyum. Neden tutukluyum, anlamaya çalışıyorum. Balyoz sanıkları savcıya gidip üç delil sunmuşlar ve "Baransu suçlu" demişler. O deliller de Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nun Odatv'de yazdığı ve Gazeteport'ta yayınlanan üç haber. Savcı Gökalp Kökçü de bu üç yalan haberi alıyor, iddianame hazırlıyor. Delil dediği de bu yalan haberler. Bu haber Gazeteport'ta çıktığı gün tekzip ettim ve gazete özür diledi." ifadesini kullandı.
Baransu şunları söyledi:
Arama tutanaklarını ve ele geçirildiği söylenen delilleri istiyoruz. Dosyada bunlar yok. Çünkü bana evrak imha ettin diyen savcı dosyadan belge imha etmiş. 6 yıldır hakkımdaki arama kararını ve tutanakları talep ediyorum. Davanın 32. celsesinde bu belgenin getirilmesine karar verildi. Ancak Sulh Ceza Hakimliği başka belgeler gönderdi. Belge esasa ilişkin olduğu için mahkeme sonraki celse yeniden talep etti, gelmedi. Sonra sizin heyetiniz geldi, ve talebimizi "esasa ilişkin değil" diyerek reddettiniz. Esasa ilişkin diye istenen belge nasıl oldu da esasa ilişkin değil diye değişti? İlk olarak bu sebeple heyetinizi reddediyorum.
Arama sırasında Fetullah Gülen ses kaseti diye bir şey bulduk diyorlar. Polis kasedin çözüm tutanağını yapmış. Kaseti talep ettim. Geldi, dinledim. Kasette söylenenlerle polisin tutanağı farklı. Polis delil üretmiş. Bu polislerin dinlenmesini istedim, reddedildi.
Esasa ilişkin denen taleplerimize üç duruşma sonra "esasa ilişkin değil" diyorsunuz. İddianamedeki delillerin yalan olduğunu ortaya koymak için istediğim belgeler dosyaya gelmiyor. Bu belgeler esası ilgilendirmiyorsa iddianamede ne işi var?
Mehmet Baransu'nun avukatlarından Dilara Yılmaz da reddi hâkim talebinde bulundu.Avukat Yılmaz, "Müvekkilim konuşmaya başladığından itibaren müdahale ederek dinlemeye tahammülünüz olmadığını gösterdiniz. CMK 149'a göre soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde avukat sanığa hukuki yardımda bulunabilir. Fakat siz bu duruşmada bunu engelleyerek CMK'yı yok saydınız." değerlendirmesini yaptı.
Katılan Çetin Doğan’ın avukatı söz alarak "Sanıklar cezalandırılsın" dedi. Katılanlar Suat Aytın ve Hüseyin Hançer talepleri olmadığını söyledi.
Yasemin Çongar savunmasında şunları kaydetti:
Bundan tam beş yıl bir ay on altı gün önce bu davanın ilk duruşmasında, hakkımdaki iddialara karşı bir savunma yapmıştım. Birazdan, izninizle, o savunma metnini yeniden dikkatinize sunmak istiyorum.
Zira siz ve heyetiniz o ilk duruşmada yoktunuz. O ilk duruşmadan bu yana bu mahkemenin heyeti defalarca değişti. Avukatıma heyette toplam kaç kez değişiklik olduğunu sordum, o da son sayıdan tam emin olamadı ama sanırım siz bu davaya bakan altıncı ya da yedinci yargıçsınız.
Bu beş yıl bir ay on altı gün süresince bu davanın yargıcı ve yargıçlar heyeti defalarca değişti. Bugün bu davanın otuz altıncı duruşması yapılıyor. Akıl ve mantık, bu kadar uzun süren bir davada, böyle bir davanın ilk otuz beş duruşmasında, en azından davanın konusu hakkında bir ortak görüş sağlanabilmiş olması gerektiğini söylüyor. Fakat akılsız, mantıksız, haksız, hukuksuz bir iddianameyle — kendi içindeki belgelerle kendi iddiasını zaten çürüten bir iddianameyle— başlayan bu davaya sayın savcının sunduğu son mütalaada bir kez daha gördük ki, bu mahkemede böyle asgari bir görüş birliği bile sağlanamadı.
Kimse bu davanın ana konusunu tam olarak bilmiyor, görevi gereği bilmesi şart olanlar da bilmezmiş gibi hareket ediyor. Dava hakkındaki haberlerde ısrarla “Balyoz davası” ifadesi kullanılıyor. Bu davanın muhtelif yargıçlarının muhtelif Balyoz sanıklarını müşteki olarak kabul etmiş olmaları da, savcının mütalaası da, ellerindeki iddianameyi okuyup anlamak yerine, bu haberlere inandıklarını, hukuktan başka saiklerle davrandıklarını düşündürüyor.
Bu muğlaklık, bu karmaşa, siyasi intikam hışmıyla sürdürüldüğü izlenimi veren bu hukuksal savrukluk tiyatrosu otuz beş duruşmadır değişmedi. Ben ilk duruşmada savunmamı verdikten sonra duruşmalardan vareste tutulduğum için mahkeme salonuna bizzat gelmedim ama farklı farklı yargıçların görev yaptığı her bir duruşmayı gerek avukatım aracılığıyla, gerekse tutanakları okuyarak izledim.
Görebildiğim kadarıyla, ilk duruşmadan bugüne kadar geçen beş yıl bir ay on altı gün süresince bu duruşmadaki değişen yegâne şey yargıçlar heyeti ve savcılık makamında oturan kişiler oldu. Ve sizden önceki sayın yargıçların bir bölümü ve sayın savcı bu konuda net bir görüşe sahip değilmiş gibi görünseler de, aslında davanın konusu da değişmedi. Benim bu hukuk garabeti iddianameden anlayabildiğim kadarıyla, davanın konusu ilk gün olduğu gibi bugün de, Balyoz Darbe Planı değil, Egemen Harekât Planı.
Yine benim bu hukuk garabeti iddianameden anlayabildiğim kadarıyla ve avukatımın mahkemenize defalarca hatırlattığı üzere, bu Egemen Harekât Planı 2008 yılında imha edilmiş. Bu mahkemede sanık olan herkes gibi benim de ifadelerimde söylediğim, ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Baransu’nun bireysel başvurusuna ilişkin kararında ifade ettiği üzere, bu Egemen Harekât Planı, bizlerin çalıştığı Taraf gazetesi tarafından yayımlanmamış.
Hal böyleyken, sayın savcının otuz beşinci duruşmada bizleri Egemen Harekât Planı’nı açıklamakla suçlayabilmesi hakikaten hayret ve utanç verici. Zira bu mahkeme, otuz beş duruşma boyunca, bu planın belli bir zamanda, belli bir mecrada, benim ve bu davanın diğer sanıkları tarafından açıklanmış olduğuna dair bir bilgi, bir belge, bir delil sunmayı başaramadı. Başaramaması da doğal. Olmayan eylemin belgesi olmaz.
Bırakın bizler aleyhine bir delili, 2008 yılında imha edildiği Genelkurmay’ın iddianameye de girmiş olan beyanında gayet net olan bu planın, herhangi bir tarihte herhangi bir yerde herhangi biri tarafından açıklandığına ilişkin en ufak bir delil kırıntısı bile bu davada gündeme getirilmedi. İlk duruşmada da böyle bir delil yoktu, beş yıl bir ay on altı gün sonra görülen otuz altıncı duruşmada da yok.
İşte ben bugün bu nedenle, bu davanın otuza altıncı duruşmasında, bu davaya bakan altıncı ya da yedinci yargıç olarak sizin huzurunuzda, beş yıl bir ay on altı gün önce yaptığım beyanı aynen tekrarlamak istiyorum.
Dinlemenizi rica ediyorum.
Ben kırk dokuz yaşındayım. O gün kırk dokuzdum, bugün elli dört yaşındayım. Kitap çevirmeye, yazı yazmaya, haber yapmaya on yedi yaşında başladım. On dokuz yaşından itibaren de çeviri, haber ve yazılarım nedeniyle çeşitli defalar farklı mahkemelerce yargılandım. Bu davaların hepsinde beraat ettim. Bu davaların hepsinde, çevirdiğim kitabı, yaptığım haberi ya da yazdığım yazıyı ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kapsamında savundum; yazı, çeviri ya da haber yoluyla işlediğimi iddia ettikleri suçu işlemediğimi, suça konu edilen metnin kendisini savunarak mahkemeye kanıtladım.
Otuz yıldır ilk kez bugün yazdığım, yayınladığım bir metinden dolayı değil, hiçbir şekilde yapmadığım işleri yaptığım iddiasıyla yargılanıyorum. Adını ilk kez bir buçuk yıl önce, bu dava öncesindeki soruşturmada ifade verirken savcıdan duyduğum bir metinle, bir belgeyle ilgili olarak beni yargılıyorsunuz. Değil iddianamenin savladığı gibi “temin etmek, açıklamak, yok etmek’’ hiçbir zaman görmediğim, yani gözümün üzerine hiç değmediği; hiçbir zaman dokunmadığım yani elimin üzerine hiç değmediği bir belgeyle ilgili yargılanıyorum. İçeriğini iddia olunan suçların işlendiği tarihte asla bilmediğim, bugün de toplam bir cümleye sığdırabileceğim kadar az bildiğim bir belgeyle ilgili olarak yargılıyorsunuz beni.
Uzun bir savunma yapmak isterdim ama hakikaten bu laf kalabalığı olur, mahkemenin değerli zamanını çalmak olur. Savunmamın esası, üzerime atılı suçlarla ilgili söyleyebileceğim şeyler kısa ve net.
Yunanistan’a karşı bir harekât planı olduğu iddia edilen ve yenisi yapıldığından 18 Aralık 2008 tarihinde imha edildiği Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nca ifade edilen Egemen Harekât Planı adlı belgeyi, 2010 yılında temin etmedim, temin edilmesine aracı olmadım, temin edilmesini teşvik etmedim, bu belgeyi açıklamadım, saklamadım, tahrip ya da yok etmedim. Ben Egemen Harekat Planı’nı hiçbir zaman görmedim, dokunmadım, incelemedim. Adını ve içeriğini bu dava öncesinde savcılığa ifade verdiğim güne kadar bilmiyordum.
Kabul ettiğiniz iddianame uzun ve ayrıntılı ancak Can Dündar’dan bu davanın sanığı olarak söz edecek kadar, yani başka bir iddianameden kopyalandığını ele verecek kadar da özensiz hazırlanmış. İddianameyi yazan savcı, 2010’da Taraf gazetesinin yönetiminde olan bizleri, içeriği itibariyle bu davayla hiç ilgisi olmayan başka bir davanın iddianamesini kopyalayarak suçlamaya çalışıyor. Bizleri “devletin gizli kalması gereken bir belgesini’’ temin etmekle, açıklamakla, imha etmekle özensizce suçlayıp, bu suçlara ilişkin delil yokluğuna aldırmaksızın elli yıldan fazla hapsetmek istiyor.
2010’da Taraf gazetesi Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bir grubun 2003 yılında bir darbe hazırlığı içinde olduğunu düşündüren belgelere dayalı haberler yaptı. O haberlerin esas aldığı belgeler, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yapılmaması gereken bir faaliyete, o tarihte seçimle işbaşına gelmiş olan AK Parti hükümetinin devrilmesi için zemin oluşturarak yerine atanmış bir mutabakat hükümetinin kurulmasına dönük hazırlıklara işaret ediyordu. Biz, bir askeri darbe planı yapıldığını düşündüren bu metinlerin devlet sırrı niteliği taşıyamayacağı bilinciyle, kamuoyunun bilgilenme hakkı ve gazetecilik faaliyeti kapsamında yayınlanmasına karar verdik. Ancak o yayınların bu davayla bir ilgisi yok.
Öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke savunmasına dönük bir harekât planının, yani bugün bu davada söz konusu edilen, 2008’de Genelkurmay’ca imha edildiği de yine iddianamede yer alan Egemen Harekât Planı’nın da Taraf gazetesinin bundan altı yıl sekiz ay önce yaptığı yayınlarla hiçbir ilgisi yok.
Gazeteci Mehmet Baransu Ocak 2010’da Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grubun yedi yıl önce darbe hazırlığı yaptığını düşündüren belgelere ulaştığını benim de o dönem mensubu olduğum gazete yönetimine haber verdi. Gazetenin o dönemki yayın yönetmeni Ahmet Altan “Belgeleri getir, bakalım’’ dedi.
Mehmet Baransu bize gördüğü belgelerden söz ederken, Egemen Harekât Planı’ndan, Yunanistan’a ya da herhangi bir ülkeye karşı herhangi bir savaş ya da savunma planından bahsetmedi. Muhabir olarak kendisinin, gazete yönetimi olarak da bizlerin ilgisi askeri darbe planıyla sınırlıydı; savaş planlarını almak ya da yayınlamak hiçbir zaman Baransu tarafından gündeme getirilmedi, biz de böyle bir ihtimalin üzerinde bile durmadık.
Ben Baransu’nun gazeteye getirdiği CD ve DVD formatındaki belgeleri, o belgeler arasında yer alan darbe planı hazırlığına ilişkin metinler elektronik ortamdan kâğıt üzerine aktarıldıktan sonra gördüm. CD ve DVD’ler üzerinde bizzat inceleme yapmadım. Darbe hazırlığını düşündüren planları kâğıt çıktılar üzerinden okudum. O çıktılarda Egemen Harekât Planı olarak adlandırılan Yunanistan’a karşı savaş planına ilişkin hiçbir şey yoktu.
Tekrar söylemekte yarar var; söz konusu plan, Taraf gazetesinde hiçbir zaman yayınlanmadı. Bu konuda, iddianamede yer alan bilirkişi raporu ve Anayasa Mahkemesi’nin 17 Mayıs 2016 tarihli kararı delildir: Devlet sırrı ve gizlilik kapsamına giren belgeler Taraf gazetesinde yayınlanmamıştır.
Taraf’taki darbe planı haberleri yayını sonrasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın olaya el koyması üzerine, Mehmet Baransu habere kaynaklık eden metinleri ve diğer bazı belgeleri haber kaynağından aldığı bavul içinde tutanakla savcılığa teslim etti. Gazete yönetiminin bavulun içeriğine dokunulmaması konusunda kesin bir kararı vardı; bunu biliyorum. Ancak bavul, Mehmet Baransu tarafından gazeteye getirildiği gün ben izinliydim, dolayısıyla belgelerin asıllarının içinde yer aldığı söylenen bavulu hiç görmedim, o bavulla aynı mekânda hiç bulunmadım. Bu davanın konusu olan Egemen Harekât Planı o bavuldaki belgeler arasında mıydı değil miydi bilmiyorum.
Takdir edersiniz ki, görmediğim, dokunmadığım belgeleri imha etmiş olamam. O dönem Taraf gazetesinin darbe konulu haberlerine kaynaklık eden hiçbir belgeyi yırtmak, yakmak ya da kâğıt öğütücüden geçirmek gibi bir eyleme katılmadım. Taraf gazetesinde herhangi birinin de böyle bir iş yaptığını duymadım, tanık olmadım.
Türk Ceza Yasası’nın 326’ncı, 327’inci ve 329’uncu maddelerinde tanımlanan suçların maddi ögeleri benim açımdan, ve inanıyorum ki diğer sanıklar açısından da, oluşmamıştır. Devlet sırrı niteliği taşıyan belgelerin kısmen ya da tamamen yok edilmesi, tahrip edilmesi, hileyle alınması, çalınması, bu belgelerin yayınlanması, içeriğinin açıklanması söz konusu değildir.
Hakkımdaki suçlamaların hiçbirini kabul etmiyor, davanın düşürülmesini talep ediyorum.
2 Eylül 2016’daki beyanım böyle sona eriyordu. Otuz beş duruşma boyunca bu beyana bir ek yapmamı gerektirecek bir şey olmadı. Elinizdeki iddianame, karşınızda sanık olarak duran bizleri yapmadığımız bir şeyle itham ediyor. Aradan geçen beş yıl bir ay on altı günde bu değişmedi. Sayın savcının mütalaası ve hakkımdaki, hakkımızdaki ceza talepleri ya bu mesnetsiz iddianameyi okuyup anlayamamaktan kaynaklanıyor ya da siyasi intikam peşinde temelsiz, delilsiz bir son çırpınış.
Umuyorum ki, siz ve heyetiniz bugün bu iddianameye de, bu mütalaaya da hukuka ve hakikate uygun bir kararla cevap verirsiniz. Ben her halükârda hukuku uygulayan bir mahkeme tarafından o cevabın er geç verileceğine eminim.
Duruşma savcısı, "Hâkimin reddi taleplerine ilişkin takdir mahkemenindir" dedi. Savcı ayrıca Mehmet Baransu'nun tutukluluğunun devamını talep etti.
Mahkeme başkanı, Mehmet Baransu’ya tahliye talebine ilişkin bir diyeceği olup olmadığını sordu. Baransu ve avukatları tahliyeye ilişkin talepleri olmadığını söyledi.
Ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, reddi hakim taleplerini reddetti. Mehmet Baransu'nun tutukluluk hâlinin devamına karar veren mahkeme, avukatların reddi hakim talebinin reddi yönündeki karara itiraz edebileceğini düşünerek davayı 12 Kasım 2021 saat 10:00’a erteledi.