T24- İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman, laik ve liberal demokrasi ile İslam arasında uyuşma ve uzlaşma olamayacağına inandığını açıkladı.
Karaman’ın, Yeni Şafak gazetesinde bugün ( 9 ocak 2011) yayımlanan “Sekülerleşme ve yozlaşma” başlıklı yazısı şöyle:
Tenkit edenler ve etmeyenler, bozulmanın farkında olanlar ve olmayanlar her kim varsa modernizmin ve modern hayatın az veya çok etkisi altındadırlar ve başka şartlarda olabileceğe nispetle farklı bir yaşantı içindedirler. Dine, örfe ve âdete bağlı nice telakkiler, alışkanlıklar, kurallar ve uygulamalar değişti; bu değişime de az veya çok uymayan yoktur. Kullandığımız aletler, kılık ve kıyafetlerimiz, ev düzenimiz, aile ve akraba ile ilişkilerimiz, dünya ahiret dengesine ait hesaplarımız ve davranışlarımız, israf ve lüks konularındaki telakki ve amelimiz, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ile ilgimiz... hasılı hayatımızın her alanında değişmeler var; bunların bir kısmı, İslam'a göre "bozulma"dır, bir kısmı ise zaten değişmeye açık alanda olmuştur ve bozulma sayılmaz.
Sekülerleşme ve bozulmayı sık sık gündeme taşıyanlar, ama kendilerine bakmaksızın hep başkalarını hırpalayanlar önce kendilerine bakmalılar; öz eleştiriye kendilerinden başlamalılar ve şu soruyu sormalılar: "Ben sekülerleşmenin neresindeyim?".
Sekülerleşme iki şekilde oluyor: 1. Dünyaya aşırı meyil. 2. Dinin hayatımızda olması gereken alanlarını daraltma.
Dünyaya olması gerekenden daha fazla meyletme hastalığı yeni değildir ve İslam ahlakçıları her zaman ve zeminde bu manevi hastalığa dikkat çekmiş, tedavisi için gayret etmişlerdir. İnsanlar yaşadıkları gibi inanmaya meyilli oldukları için "dünyaya ölçüsüz pay ayırma" şeklindeki sapma zaman içinde meşrulaşıyor, insanlar bundan rahatsızlık duymamaya başlıyorlar. Bu arıza günümüzde de oldukça yaygındır.
Dinin mümin hayatında olması gereken alanlarını teorik olarak daraltma manasındaki sekülerleşme bir yandan dinin yorumcuları, diğer yandan uygulayıcılar eliyle oluyor.
Dini yorumlayanlar laik ve liberal demokrasi ile İslam'ın bir arada nasıl olabileceğine kafa yoruyorlar ve bunların bir kısmı:
"Bu ikisi arasında uyuşma ve uzlaşma olmaz, bunlardan biri varsa diğeri -en azından tam uygulama bakımından- yoktur, İslam'ın değişmezlerini değiştirmeden onu, liberal laik demokrasiye uydurmak mümkün olmaz, bu sebeple eğer böyle bir düzende yaşamak mecburiyeti varsa müminler, inanç ve telakkilerini muhafaza ederler, uygulamayı ise imkan dahilinde yaparlar" derler. Ben de böyle diyenlerden biriyim.
Diğer bir gurup (İslam modernistleri) ise "İslam iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir, diğer alanlarda dinin kuralları (Kur'an ve Sünnet'in açıklamaları) sürekli ve bağlayıcı değildir; siyasi, hukuki, ictimai, iktisadi, medeni... alanlarda müminler çağın gereklerine (liberal laik demokrasinin kurallarına) uyarlar ve buna İslam engel değildir" diyorlar.
Sekülerleşmenin en kötü olanı İslam'ın değişmezlerini değiştiren, imanda, fikirde, anlayışta meydana gelen sekülerleşmedir. Kötü olmada bunu takip edeni ise "önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam'ı terk etme, sonra bunu bir şekilde meşrulaştırma"dır.
Bu konuda bir başka problem de "imkansızlık, zorluk, yani zaruretler sebebiyle İslam'ın eksik uygulanmasının zaman geçtikçe tabiileşmesi, normalleşmesi ve böylece kıblenin şaşırılmasıdır. Dini müminlerin hayatında kamil manada gerçekleştirmek ve korumak isteyen mürşidler, bir yandan zaruretleri görmek ve buna göre geçici çözümler üretmek, diğer yandan da kamil olana doğru yolculuğu devam ettirmek için çaba göstermek durumundadırlar.