Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün SP'nin başına geçeceği veya yeni bir parti kuracağına dair gündeme gelen iddialar hakkında "Bunların hepsi partimizin önünü kesmek isteyenlerin çıkardığı dedikodular. Ne yeni bir parti kurulabilir ne bizim karşımıza kimse çıkabilir" değerlendirmesinde bulundu. AKP seçmeni arasında yüzde 40'a varan endişeli bir kitle olduğunu savunan Karamollaoğlu, "Samimi olarak arayış içindelerse, bize gelmekten başka çareleri yok. Bunu kimseyi küçümsemek için de söylemiyorum. Eğer 3-4 senelik zaman olsaydı, denenirdi. Artık kimse bu riske giremez. Yeni parti kurulması imkânsız, oyalanmayıp bize katılsınlar" çağrısında bulundu.
YSK'nın referandumda son dakika aldığı "mühürsüz pusula ve zarflardaki oyları da geçerli sayan" kararını AİHM'e taşımaya hazırlanan CHP hakkında "Türkiye’yi şikâyet ediyorsunuz" dendiğini hatırlatan Karamollaoğlu, "Zamanında AK Partililer de bunu yaptılar. Hukuk içinde her yol denenir. Yanlış olduğunu söyleyemem" diye konuştu.
Ali Bulaç dahil bazı gazetecilerin 'FETÖ' üyeliği iddiasıyla tutuklu bulunmasına şaşırdığını belirten Karamollaoğlu, "Mesela Ali Bulaç’ı eskiden beri bilirim. FETÖ’cü olduğu kanaatinde değilim. Bunların, ille de suçludur diye, mahkeme önüne çıkarılmadan, OHAL dolayısıyla verilen yetkilerle hapse atılmaları, adaletin tecellisi konusunda şüpheler yaratıyor" dedi.
Cem Küçük'ün "Mavi Marmara'daki manyaklar" sözüyle başlayan tartışmaya da değinen Karamollaoğlu "Esasında AK Parti Mavi Marmara’ya başlangıçta destek vermedi. Erbakan Hoca destek verince sahip çıkmak mecburiyetinde kaldılar. İsrail bir terör devleti gibi davranıp 9 insanımızı şehit etti. Aradan bu kadar zaman geçti, şimdi orada katledilenlerin haklarını aramanın önüne engel konuldu. AK Parti başa dönmüş oldu. Biz buna hiçbir zaman rıza gösteremeyiz. Türkiye Ortadoğu’da belirleyici ülke olma vasfını kazanmalı" değerlendirmelerinde bulundu.
Saadet Partisi Genel Başkanı referandum öncesi böyle konuşmuştu: Biz başkanlık sistemine prensipte karşı değiliz, ancak...
Temel Karamollaoğlu'nun Habertürk gazetesinden Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:
Referandumda 48 buçuğa 51 buçuk gibi başa baş bir sonuç çıkmasını nasıl yorumluyorsunuz? Beklediğiniz bir sonuç muydu, şaşırdınız mı?
Her sonuca hazırdık ama sanki "Hayır" biraz önde gibi gözüküyordu. Bu netice belki de bugünkü hükümete ve Cumhurbaşkanlığı’na kendi mesuliyetlerini hatırlatma babında faydalı olur. Aynı rakamlar ters dönse ve “Hayır” çıksaydı, bundan sonra meydana gelecek bütün yanlışlıkların faturasını bize keseceklerdi. Şimdi bütün mesuliyet hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın omuzlarında. Tartışmalı olabilir ama yetkiyi almış oldular. Bundan sonra esas soru, bu sonucu doğru okuyup politikalarını buna göre belirleyip belirlemeyecekleri olacak.
- Peki halk nasıl bir mesaj verdi?
Belli ki toplumun düşüncesi birbirinden çok farklı. Aradaki 1 buçuk puan, sadece meşruiyet sınırını belirleyen bir fark. Halkın yarısı bu konuda hükümete, “Benim sözlerime, düşüncelerime de dikkat et. Bugüne kadar uyguladığın politikalara tam destek vermiyorum” dedi. Bu çok önemli bir şey. Anayasa’nın yasa değil, bir uzlaşma metni olduğunu kabul etmeleri gerekiyordu. Ama bu uzlaşma sağlanamadı. Toplumun yarısı, “Bu getirdiğinize ben razı değilim” diyor. Bazıları bu durumu tarif ederken, “Hakkaniyete uygun değil” dedi. Doğru. Hukuka uygun mu? Uygun. Ama şimdi burada hukuk ile hakkaniyet arasında bir fark doğuyor. Hükümet bunu hukuki olarak yorumlamaya çalışıyor. Bu, yanlış olur. Çünkü bu, aynı zamanda hükümetin icraatlarının yanlış olduğu kanaatinin toplumda yaygınlaşmaya başlamasının ifadesidir. Bu referandumdan doğan sonuçla AK Parti artık “Bütün Türkiye’nin desteğini aldım” diyerek politika oluşturamayacak. Kendisini sorgulaması, toplumun tamamını kucaklayacak politikaları oluşturması lazım.
- YSK’nın mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayması, tartışmaya neden oldu. Ne diyorsunuz bu işe?
Türkiye’deki en önemli meselelerden biri, adalete güvensizlik. YSK’nın bu konudaki tavrı, beni endişelendirdi. Güvenim kayboldu. Meselenin ne olduğunu araştırmadan acele bir karar verdiler. Hiç kimse kanunun üzerinde değildir. Kanun, "Mühürsüz oy pusulaları geçersizdir" diyor. YSK burada fahiş bir yaklaşım hatası sergiledi. Gerekçeleri kabul edilebilir değil. Ancak bu mesele Anayasa Mahkemesi’ne giderek de çözülmez. Anamuhalefet YSK hâkimleri hakkında suç duyurusunda bulunabilirdi.
- CHP’nin AİHM’ye gitme kararını nasıl karşılıyorsunuz?
Gidebilir, "Gitmesin" diyemem. Efendim, “Türkiye’yi şikâyet ediyorsunuz” diyorlar. Zamanında AK Partililer de bunu yaptılar. Hukuk içinde her yol denenir. Yanlış olduğunu söyleyemem.
- Saadet Partisi, yüzde 48’lik “Hayır” oranının ne kadarını temsil ediyor?
Şimdi bir nispet vermek mümkün değil ama edindiğimiz intiba, Saadet Partisi’nin bu noktada tavrıyla önemli bir görev yerine getirdiği yönünde. Gerginliği düşürücü bir rol oynadık. Ortada bulunan, düşünen, doğru karara varmak isteyen kesim üzerinde etkili olduk. Ama ben, bugünkü oylamadakinden çok, gelecek seçimlerde nasıl bir etkimiz olacağına bakıyorum. Saadet Partisi’nin bundan sonraki siyasetin belirlenmesinde bugün Meclis’te bulunan partiler kadar etkili olacağı kanaatindeyim. Millet çekişmeden yoruldu. Biz kavga istemiyoruz. Bu konuda verdiğimiz mesaj, toplumda karşılık buldu. Tahmin edemeyeceğim kadar farklı çevrelerden insanlar, memnuniyet ifade ediyor.
- AK Parti tabanı içindeki kararsızları etkilediğinizi düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. AK Parti’nin içinde yüzde 20 ile 40 arasında endişeli bir seçmen kitlesi var. Bunların bir kısmının bu seçimde kendi düşüncelerini sandığa yansıttıkları kanaatindeyim. Bu durum bundan sonraki seçimlerde etkisini daha fazla gösterecek.
- "İşte o noktada Saadet Partisi’nin oyları yükselir" mi diyorsunuz?
Kesinlikle. Çünkü başka bir siyasi oluşum yok. Partilerin hiçbirini küçümsemek istemem ama şu anda böyle bir ihtiyaç var ve karşılığını sanki bir biz veriyormuşuz gibi geliyor. Geçmişte çok farklı kanaatlere geldiğimiz insanlarla görüş- tüğümüz zaman da bu ümidim artıyor.
Mesela, eğitim. Bir hükümet 14 yıldır başta olacak, en çok Eğitim Bakanı’nı değiştirecek; bu, akıl alır bir iş değil. Ekonominin ciddi manada sorgulanması gerekiyor; işsizlik artıyor, kamu borçları çok yükseldi, dış ticaret açığı büyüyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüdü. Yolsuzluk ve israf, akıl almaz boyutlara çıktı. Parti teşkilatları, ihalelerde iş takip eden kurumlar haline geldi.”
- Önümüzdeki günlerde merkez sağdan yeni bir parti çıkması ihtimali var mı?
Abdullah Gül’ün bir parti kurma hazırlığı içinde olduğu ya da Saadet Partisi’nin başına geçeceği gibi söylentiler çıktı... Bunların hepsi partimizin önünü kesmek isteyenlerin çıkardığı dedikodular. Ne yeni bir parti kurulabilir ne bizim karşımıza kimse çıkabilir.
- Neden?
Zaman yok. Seçim geliyor. Önümüzdeki seçimde yeni kurulan parti teşkilatlanacak, bir de etrafına insan toplayacak. Bu mümkün değil. Samimi olarak arayış içindelerse, bize gelmekten başka çareleri yok. Bunu kimseyi küçümsemek için de söylemiyorum. Eğer 3-4 senelik zaman olsaydı, denenirdi. Artık kimse bu riske giremez. Yeni parti kurulması imkânsız, oyalanmayıp bize katılsınlar.
- Kapınızı çalan var mı peki?
Tahmin edeceğinizden daha fazla insanla konuşuyoruz ama “Gelip size katılırız” diyenlerin üzerinde henüz durmuyoruz.
- AK Partili olanlar da var mı?
AK Partili olan da var, başka partili olan da çok var. Sosyal demokratı da var, yenilikçisi de var, gelenekçisi de var, milliyetçisi de var.
- Son yıllardaki seçim sonuçlarına baktığımız zaman, Saadet Partisi “marjinal” bir parti olarak kalıyor. Yeni dönemde nasıl bir söylem geliştireceksiniz ki oylarınız artabilsin?
Bu çok önemli bir soru. Gerçekten de biz ciddi manada oy kaybettik. Bunun temel sebebi de halkta bir yanılgı meydana gelmesiydi. Halka hep AK Parti’nin aslında Erbakan Hoca’nın bir planı olduğu anlatıldı. “Baktı ki kendi önünü açmıyorlar, ‘Çıksınlar’ dedi” denildi. Bu doğru değildi. Bu arkadaşlar, Erbakan Hoca’yla hep birlikte çalıştılar. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, hepsi vardı. Sonra o 3’ü gitti, şimdi 1 kişi kaldı. Geçen gün, geçmişte AK Parti’de çok önemli görevlerde bulunan bir arkadaşa rastladım, “Ortak akıl ne oldu?” dedim. “Vallahi ortaklık gitti, her şey bir akla kaldı” dedi. Ortak akıl dağıldı. Türkiye adeta bir parti devletine dönüşüyor. Bu, CHP zamanında yaşandı. Demokrat Parti zamanında da son zamanlarda yaşandı. 1957 seçimlerinden sonra Demokrat Parti toplumda tabanının kaydığını hissetti. Şimdi de oraya gidiyor.
- Şu an yaşadığımız dönem, Demokrat Parti’nin son dönemine mi benziyor?
Biraz daha keskin. Demokrat Parti öyle işler yaptı ki, mesela İnönü Kayseri’ye giderken Himmetdede’de önünü kestiler. Treni göndermediler. Sonunda ne oldu? İhtilal olmasaydı, Demokrat Parti bir sonraki seçimde kaybederdi. Ama ihtilal olunca insanımız mağdurun yanında olmak istedi. Bugünkü gidişat da iyi bir gidişat değil. Adil olmak bir yöneticinin en önemli tarafıdır. Bugünkü durumda adil olunamıyor, kendisinden mi, değil mi diye bakılıyor.
- AK Parti’yi kuran ekip Saadet Partisi’nden ayrılırken “yenilikçiler-gelenekçiler” diye bir ayrım yapılıyordu. Bugünse, “Saadet Partisi AK Parti’den daha özgürlükçü” diyenler var.
Kesinlikle. Çünkü farkında değiller ama çevreleri daraldı. Onlar bizden ayrılırken “yenilikçi” tabirini kullandılar. Ancak yenilikçiler gelenekçiliğe dönmediler, otoriter bir rejime doğru gittiler. Kendi korkuları, endişeleri faydalı olmalarını önlüyor. Ülkenin gelişmesinin önünde bir engel haline geldiler. Dış politikada iflas ettiler. Ekonomide bizi bağımsız, güçlü hale getirecek ne yaptılar? Sadece hizmet yatırımları; otoyollar, köprüler, tüneller. Bunlara karşı değiliz fakat önce ülkeyi güçlendirecek yatırımlara önem verselerdi, sonra oradan kazandıklarıyla bu yatırımları yapsalardı baş tacı olurlardı. Ama borçlanarak yaptılar ve şimdi bu borçları ödeyecek durumunuz yok.
“Bu sıralarda tanıdığım, bildiğim öyle gazeteciler var ki tutuklanmalarına şaşırıyorum... Mesela Ali Bulaç’ı eskiden beri bilirim. FETÖ’cü olduğu kanaatinde değilim. Bunların, ille de suçludur diye, mahkeme önüne çıkarılmadan, OHAL dolayısıyla verilen yetkilerle hapse atılmaları, adaletin tecellisi konusunda şüpheler yaratıyor. Çok yakından tanıdığımız arkadaşlarımız tutuklandı. Bizimle beraber çalışan kadrolara karşı ciddi bir saldırı var. Hükümetin bize karşı doğrudan bir husumet içinde olduğunu düşünmüyorum ama doğru ile yanlışı ayırt edemez hale geldiler.”
Rahmetli Erbakan’ın “adil düzen” çıkışının karşılığı neydi ve bugün onu kim temsil ediyor? Milli Görüş gömleğini hâlâ giyiniyor musunuz?
Onun karşılığı, adalete dayalı yeni bir dünyanın kurulmasıydı. Sadece ülkeniz için değil, bütün dünyada, kâmil manada adaletin tecelli etmesini sağlayacaksınız, insan haklarına, demokrasiye önem vereceksiniz. Dünyada etkili olmak istiyorsanız, güçlü olmak mecburiyetindesiniz. Silahınızı ve ihtiyaç duyduğunuz bütün ürünleri kendiniz üretmek durumundasınız. Bu da yetmez. Dünyadaki hegemonyaya karşı çıkmak istiyorsanız, sizin gibi ezilen ülkeleri de bir araya getirmeniz gerekir. Bunun ilk adımı İslam Birliği’dir. Erbakan Hoca “D8” dedi, arkasından “D60” dedi, sonra “D160” dedi. Bu da Batı’nın tepkisini çekti. “Önünüzü keseceğiz” dediler. Onun için AK Parti siyasi hayata atılırken bu ortamdan yararlandı. Batı ile işbirliği içindeki çevrelerin tamamı, AK Parti’ye destek verdi. Ama aradan geçen 14 yıl zarfında görüldü ki AK Parti Milli Görüş’ün temsilcisi değil. Biz Milli Görüş’ten hiçbir zaman vazgeçmedik.
Sokaktaki ortalama seküler vatandaşa Saadet Partisi’ni sorsanız, muhtemelen sizi “Şeriat getirmek isteyen, sağın sağında kalan, kadın hakları ve demokratik değerler konusunda fazla duyarlı olmayan muhafazakâr bir parti” gibi tanımlayabilir. Böyle misiniz?
Tek kelimeyle cevap vereyim: Değiliz! Zaten bu referandum süreci bize bunu anlatma şansı verdi. Siz eğer baskıcı bir sistem kurarsanız en başta bundan kendiniz zarar görürsünüz, sonra da memleket zarar görür. Sadece, size yağcılık yapanlar kalır. O yüzden, hükümete ısrarla “Dost acı söyler” diyoruz. Onun için biz ileride bir yere geldiğimiz zaman mutlaka ve mutlaka muhalefetin sözlerine ve tavırlarına itibar ederiz. Bugün sosyal demokrat kesimle aramızda pek fazla mesafe yok.
Sosyal demokratlara yakın mısınız?
Sosyal demokratlar bize yakın! (Gülüyor) Çünkü onlar da aslında birtakım haklarının ellerinden alındığından şikâyetçiler. Biz de “Bizim inancımızın temelinde bu hakların herkese tanıması gerektiği yatar” diyoruz. Bizde baskı olmaz. Bugünkü şartlarda sosyal demokratları kucaklayacak tek partiyiz. Ülkücü camianın içinde aslında bizimle aynı şeyleri düşünen insanlar var.
CHP, büyük bir otoriterleşme olduğunu düşünüyor. Saadet Partisi bu konuda ne düşünüyor?
Kesinlikle baskı var, “Yoktur” diyemeyiz. Şu anda herkes endişeli. Biz zaten başkanlık sistemine karşı değiliz ama böyle bir sisteme “Evet” demememizin altında bu yatıyor. Eğer tek kişiye yetki veriyorsanız ve orada ciddi bir denetim mekanizması kurmuyorsanız, bu kendiliğinden otokratik bir rejime dönüşür. Çünkü bu, insanın tabiatında var. Kimse, “Ben diktatör olacağım” diyerek diktatör olmaz. “Halk beni seviyor, ben halkıma hizmet etmek için de bu yetkileri tek elde toplamalıyım” diye düşünür. Ondan sonra hataları da göremez, çünkü kendisine ikazda bulunacak kimse kalmamıştır. İşte maalesef ona doğru gidiyoruz. Bu bizi ciddi manada endişelendiriyor. Çünkü dünyada gördüğümüz kadarıyla, Amerika hariç, başkanlık sistemiyle idare edilen ülkelerin hiçbirinde istikrar yok.
Peki siz iktidara gelirseniz nasıl bir Türkiye modeli öneriyorsunuz?
Biz, içe kapanık bir parti olmayız. Dışarıya açılırız, çünkü inancımıza ve kendimize güvenimiz var. Bu baskılar olmamalı.
Bugünlerde AK Parti’ye yakın kesim içindeki Mavi Marmara ve İslamcılık tartışmasına ne diyorsunuz?
Her şey aslında varacağı noktaya vardı. AK Parti’nin kuruluşunda iki grup vardı. Bir grup, bizim tabanımızdan gidip çoğunluğu teşkil eden gruptu. Bir de sosyal demokratlar ve liberaller vardı. Bugün kendi içlerinde partinin de ülkenin de otokratik bir yöne saptığını görenler, “Bu iş böyle gitmez” diyorlar. Mavi Marmara bunun sadece tuzu biberi oldu. Esasında AK Parti Mavi Marmara’ya başlangıçta destek vermedi. Erbakan Hoca destek verince sahip çıkmak mecburiyetinde kaldılar. İsrail bir terör devleti gibi davranıp 9 insanımızı şehit etti. Aradan bu kadar zaman geçti, şimdi orada katledilenlerin haklarını aramanın önüne engel konuldu. AK Parti başa dönmüş oldu. Biz buna hiçbir zaman rıza gösteremeyiz. Türkiye Ortadoğu’da belirleyici ülke olma vasfını kazanmalı