Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Öldürülmesine ilişkin davayı takip eden Cumhuriyet gazetesi muhabiri Canan Coşkun ve BİANET’ten Elif Akgül, cinayetin ardından başlayan ve hâlâ tamamlanamayan hukuki süreci, siyasilerin hukuki süreçte takındığı tavırları ve cinayetin Ermeni toplumu üzerindeki etkisini kaleme aldı. Akgül, "Görülüyor ki, devletin kendi içindeki kavgasını daha çok izleyeceğiz. Ve etkin soruşturmanın önündeki her bir engel, bu çırpınışların bulandırdığı suyu daha da çamurlaştıracak. Ancak nasıl ki geçmişte 'korunanlar' ve terfi ettirilenler bugün gözden çıkarılabiliyorsa, yarın da bugün korunanlar gözden çıkarılacak. Öyle ya da böyle, Dink cinayeti her anlamda devletin gerçek yüzünü gösteren bir pencere olmaya devam edecek" diye yazdı.
Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (18 Ocak 2017) nüshasında yayımlanan 'Hrant’sız 10 yılın ardından' başlıklı yazı şöyle:
Hrant Dink’siz geçen 10 yılı, cinayetin ardından başlayan hukuki süreci, hukuki sürecin geçtiği siyasi aşamaları, cinayetin Ermeni toplumu üzerindeki etkisini Cumhuriyet ve Bağımsız İletişim Ağı Bianet ortak çalışması ile sunuyoruz.
Yargı muhabirliğine başladığım 2013 yılının sonlarında takip etmeye başladım Dink davasını. Bianet ifade özgürlüğü haberleri editörü Elif Akgül ile birlikte duruşma salonunun hınca hınç dolu olduğu zamanlara da, cinayette önemli ölçüde ihmali olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin boş salona ifade verdiği zamanlara da tanıklık ettik. Kamu görevlilerinin yargılanmaya başladığı davanın duruşmalarında cinayetin tasarı aşamasından itibaren devletin kurumlarının gözünün önünde ihmaller yumağıyla 19 Ocak 2007’ye nasıl geldiğininin perde arkasını gördük. Bu tanıklığımızın ışığında cinayeti 10’uncu yıldönümünde duruşma salonundan çıkarıp Ermeni gazetecilere, Ermeni sosyologlara, Hrant Dink’in arkadaşlarına, günlük koşturmaca içinde olan sokaktaki insanlara sorduk. Ortaya çıkan çalışmayla elimizden geldiğince Hrant Dink’siz geçen 10 yılı Elif Akgül ile resmetmeye çalıştık.
Agos Gazetesi’nin önünde Hrant Dink’i öldürmesi için Ogün Samast’a tetiği çektiren güç, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 10 yıl önce dile getirdiği “Hiçbir cinayet Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak” sözlerine rağmen 10 yıldır aydınlığa çıkarılamadı. Savcılığa göre bu cinayet Emniyet’teki Gülen cemaati yapılanması çerçevesinde işlenen bir ‘araç suç’. Fethullah Gülen terör örgütü gibi geniş hacimli bir çuvala atılma riski taşıyan bu cinayet, mevcut siyasi iktidar henüz Gülen cemaatiyle kavgaya tutuşmamışken Ergenekon torbasına atılmaya çalışılıyordu. Cinayeti işleyen gücün siyasi iklime göre kimlik değiştirdiği soruşturma, akıllara bu haliyle tetiğin çekilmesinde en az Gülen cemaati kadar payı olan gücün, dönemin ‘trend’ suçu FETÖ üzerinden el yıkama girişimini akıllara getiriyor.
Cinayete göz yumdukları iddia edilen kamu görevlileri Nisan 2015’e kadar sanık sandalyesine oturtulamadı. Etkin soruşturma yapılmadığına ilişkin AİHM kararı ve HSYK’nin kamu görevlilerinin yargılanmasına izin vermesinin ardından yargı yolu açıldı. Cinayette sorumluluğu olduğu belirtilen ve Gülen cemaatine mensup olduğu iddia edilen dönemin istihbaratçı Emniyet amirlerinin koruma kalkanı ise ancak 17- 25 Aralık soruşturmaları ile başlayan AKP Gülen cemaati kavgasıyla ortadan kalkabildi. Yine cinayette sorumluluğu bulunan, cinayet tasarısına göz yuman Trabzon Jandarma görevlilerinin cinayetle ilgili tutuklanmaları kanlı darbe girişiminin ardından gerçekleşti çünkü bu görevlilere FETÖ üyeliği suçlaması yöneltilmişti.
2013’te 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının ardından Gülen cemaatinin Emniyet ayağına operasyonlar yapılmış, bir dönemin Türkiye tarihi açısından önemli operasyonlarını gerçekleştiren çok sayıda Emniyet amiri tasfiye edilmişti. Bu Emniyet amirleri ile kızağa çekilmiş emniyet müdürlerinin sanık sandalyesine oturtulmasıyla, cinayetteki sorumluluğu açısından emniyet teşkilatı cinayetten ancak 8 yıl sonra, 2015’te hâkim karşısındaydı.
Sorumluluğun MİT kısmı ise bir türlü yere basmadı. Dink, öldürülmeden hemen önce Radikal İki’ye yazdığı yazıda Sabiha Gökçen haberinin ardından İstanbul Valiliği’ne çağrıldığını yazmıştı. Cinayetten sonra bu konuşmanın yapıldığı odada MİT mensubu Özel Yılmaz’ın da olduğu ortaya çıkmıştı. Özel Yılmaz, savcılığın takipsizlik kararı ile dosyanın sanığı olmaktan son anda kurtulmuştu.
Trabzon Jandarma görevlilerinin sorumluluğu hep karanlıkta kaldı. Cinayet tasarısı Trabzon’un Pelitli ilçesinde jandarma bölgesinde tasarlanmıştı. Cinayeti tasarlayanlardan Yasin Hayal’in akrabası olan Coşkun İğci bu tasarıyı jandarmaya anlattığını söylemişti, ancak jandarma sadece izlemekle yetindi. Cinayetin ardından Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz yalnızca görevi kötüye kullanmak suçundan tutuksuz yargılandı. Öz ancak, temmuz ayındaki kanlı darbe girişimi sonrası Gülen cemaati üyesi olmak iddiasıyla gözaltına alınarak tutuklandı.
Karin Karakaşlı, 1996’da başladığı Agos serüvenini 2006’ya kadar sürdürdü. Kısa bir aranın ardından 2012’de döndüğü gazetede “Üvercinka” isimli köşesini sürdürüyor. Karakaşlı, Dink ile birlikte geçen 11 yılı “masalsı bir anı” olarak hatırlıyor ve cinayetle başlayıp eskisi gibi hissettirmediğini belirttiği süreçle ilgili “Yas dönemine başlamamış bir insan bile olabilirim” diyor.
- Dink ile birlikte çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Hrant Dink, Agos’a gelene kadar genel Ermeni tipolojisi içinde çok farklı bir sol siyaset deneyimine de sahip bir insandı. Onun yaptığı, ilk kez muhalif, kimi çevreler için çok rahatsız edici, provokatif bir yayındı. Ermeni olarak Türkiye’de buna cüret etmek çok yeni bir şeydi. 90’ların eseridir Agos. Cumhuriyet tarihinde, Kürt siyasi hareketinin mücadelesinin yarattığı heyecan üzerinden, Ermenilerin ilk kez bu kadar kendi kabuklarında, etliye sütlüye bulaşmadan yaşama pratiğinden çıkıp görünür olma, mücadele etme pratiğini ortaya koyan Hrant Dink’tir. Biz gençler için de inanılmaz bir rol modeldi. Aynı şekilde öldürülüşü de yine Ermenilerin kendi içinde yeni kuşaklar açısından Türkiye içinde pek çok insanın tavrını, duruşunu, hayatını dönüştürdü.
- 2007 öncesi süreci nasıl hatırlıyorsunuz?
Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in kökenlerinin Ermeni olabileceği yönünde birtakım veriler içeren bir haber gelmişti. Dink bunu haberleştirirken hem Sabiha Gökçen vasıtasıyla sadece ölenler ve öldürülenler üzerinden değil; kalanları, sayılarını hiç bilmediğimiz, kimisi zorla Müslümanlaştırılmış Ermenileri de gündeme getirerek başka bir konuşma kanalı bulmayı ümit etti. Bu aynı zamanda çok büyük bir tabuya dokunmak olarak algılandı. O dönemden başlayarak büyük bir hedef gösterme kampanyası çok bilinçli olarak yöneltildi. Ama işin basın ayağı Sabiha Gökçen haberi üzerinden yürütülmedi. Dink’in Ermeni kimliğini konu alan o sekiz bölümlük yazısında cımbızlanan bir cümle üzerinden “Türk kanına zehirli diyor” gibi bir garabet suçlamaya dönüştürülerek ve onla yaftalanarak yürütüldü.
- Dink tedirginliğini yazmıştı, 19 Ocak günü olay gerçekleştiğinde siz neler olduğunu tahmin ettiniz mi?
Benim en büyük kâbusum bile böyle bir senaryoyu içermezdi. Ben epey gafil avlandım. 2005’ten beri aşamalarla artan bir süreçti. Hep beraber gördüğümüz, yaşadığımız tehditler, linç halini alan duruşma sahneleri... O çok ileri görüşlü bir insandır ve muhtemelen yakınlarını korumak için paylaşmadığı çok daha yakın tehditler de olmuş olabilir. Bunun fikriyle oynuyorum yıllardır. Yalnızlaşmak pahasına bunları da sırtlamıştır. Sonuçta o iki yazıyı bize aslında bir nevi miras olarak bıraktı. Ben o cuma günü yayımlanan yazıdan çarşamba haberdar olduğumda, “Bunu sana yazdıran nedir, bilmediğim bir şeyler mi var” diye bir soruyu sorabileceğimi düşünmüştüm. O soru ve geriye kalan her şey benden çalındı.
- Cinayetin ardından Agos’ta neler değişti?
Eski bina da dahil olmak üzere Agos’u, Hrant Dink’i inanılmaz özlüyorum. Dolayısıyla yas dönemine başlamamış bir insan bile olabilirim. Sürekli bir dönemi, bir insanı, bir de en az onun kadar bana emeği geçen Sarkis Saropyan’ı özlüyorum. Bu iki insanı özlemek, o zaman şükretmek, o zamanın tornasından geçmiş olmayı nimet saymak gibi bir haldeyim. Ama bugün bulunduğum yerde bana o dönemi hatırlatan hiçbir şey yok. Sadece içinde bulunup bir görevi yerine getiriyorum. Hiç kolay olmuyor. Biz çok gülen insanlardık. Birtakım erdemlerin hâlâ kıymetinin olduğu hâlâ geçerliğinin olduğu zamanlardı. Gerçekten hafif masalsı, biraz da Hababam sınıfının Türk sinema tarihindeki yeri gibi bir halden bahsediyorum. Şimdiki Agos’un, bütün bu gazeteciler keyfi olarak gözaltındayken, tutukluyken, akademisyenler akademi dışında her yere doğru itelenmişken, milletvekilleriyle, siyasetçisiyle bir parti, bir irade susturulmuşken ve hayat hiçbir şey yokmuşçasına da normal gibi devam ettirilirken gücünün yettiği kadar muhalif bir yapı, yer, bir kanal olma göreviyle var oluyor.
Bu yazıyı yazmak için, her anlatışımda içinde kaybolmuş hissettiğim Dink davasının on yılına baktığımda bir resim çizmek kadar, o resmi anlaşılır kılmak da çok zor. Ama Hrant Dink, hiç kendisini tanımamış olsam da benim hayatımda devleti, yargıyı ve hatta insanları biraz daha anlamamı sağlayan bir pencere oldu.
19 Ocak 2007 günü Hrant Dink’in öldürüldüğünü öğrendiğimde Nevizade’deydim. Hiçbir şeyden haberi olmayan biri olarak politik arkadaşlarımdan öğrenmiştim cinayeti. Kim olduğu, ne yazdığı, neden öldürüldüğü hakkında hiç fikrim yoktu. 23 Ocak’ta yüzbinlerin katıldığı cenaze sırasında Bağcılar’a bir staj görüşmesi için ulaşmaya çalışıyordum. Eminönü’nde otobüs beklerken bir kadının söyledikleri hâlâ aklımda: “Gâvur ölür, çilesi Müslümana düşer.”
Ben Hrant Dink’i böyle tanıdım. Kim olduğunu, ne anlattığını, neden hedef haline getirildiğini öğrenmem bir anda olmadı. Nasıl öğrendiğimi de hatırlamıyorum. Ama geç öğrendim. Çok geç. Gazeteciliğe başladığımda ilk takip ettiğim dava, ilk adliye haberim de Hrant Dink cinayeti davasıydı. Sadece kimin yargılandığından öte bir bilgimin olmadığı davayı izlerken yargı haberciliğini öğrendim.
Dink’in hedef haline getirilmesi sadece Sabiha Gökçen haberiyle olmadı. Öldürülmesi, bir grup bilgisiz, sorgusuz gencin “milliyetçi duygularının” depreşmesinin sonucu olmadı. Ülkenin “amirali” ilan edilen gazetenin bir köşesinde, gazetecilik ilkeleri katledilip cımbızla laf seçilirken Dink hedef gösterildi. Amiralin peşine takılan tekneler de az değildi.
Genelkurmay, Valilik, Milli İstihbarat Teşkilatı… 2004-2007 arasında, Dink her zaman bu kurumların bir “meselesi”ydi. Gerek resmi açıklamalarla, gerek “sohbetlerle” “ayar çekmeye” çalıştıkları bir gazeteciydi. Fethullah Gülen cemaati ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sıkı fıkı oldukları dönemlerde kendilerine “mesele” etmelerine rağmen, Dink’i tehditlere karşı korumayan, cinayete çanak tutan, başlarını çeviren devlet çalışanlarının yargılanması hep engellendi.
Yargıtay’ın bozduğu kararın verildiği gün, 17 Ocak 2012’de, salonda isyan vardı.
Dava 2013’te yeniden başladığındaysa sebat. Dava yeniden başladığında artık ülkedeki siyasi ittifak bozulmuş, Dink için gerçekten adalet isteyenlerin altı yıldır dile getirdikleri cinayette sorumlu kamu görevlilerinin yargılanması için bir imkân ortaya çıktı.
Vaktiyle Hrant’ın Arkadaşları tarafından adliye önünde yargılanmaları için çağrılan ama hep birilerince korunan isimler birer birer savcı karşısına çıktı. Kimisi dokunulmazlığını korurken kimisi hakkında dava açıldı. Dava birleştirilip yeniden görülmeye başladığında, artık tetikçi Ogün Samast da, dönemin İstanbul İl Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah da, yeni görevden alınan eski İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç de, cinayet döneminde Trabzon İl Emniyet Müdürü olup İstihbarat Daire Başkanlığı’na yükselen Ramazan Akyürek de aynı sanık koltuğundaydı.
Dava hâlâ sürüyor.
Savunmalar alınırken devletin içindeki siyasi ittifakların birbirlerinden istihbarat kaçırdığına, gerektiğinde birbirlerini korumak için yan yana geldiklerinde tanık oluyoruz. Siyasi yakınlaşmaların nasıl fiziksel yakınlaşma haline dönüştüğünü görüyoruz.
Sanık sandalyelerindeki “taraflar” belli.
Cinayet dönemindeki Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube görevlisi sanıklar Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ve İstihbarat Daire Başkanlığı görevlisi sanıkları suçluyor. İstihbarat Daire Başkanlığı görevlisi sanıklar İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlisi sanıkları suçluyor. Ve tüm sanıklar Trabzon Jandarma Komutanlığı’nı suçluyor.
Sanıkların ifadelerinden anlıyoruz ki, bir cinayet istihbaratı gelmiş, o cinayet istihbaratının “cinayet” anlamına geldiğinin üstünü örtmek için taklalar atmışlar, bari arkamızdaki izleri silelim demiş ama birbirlerine düşmüşler. Savunmalar hâlâ devam ediyor, halihazırda bir de Dink’in evinin önünde keşif yapan jandarma görevlilerinin iddianamesini bekliyoruz.
Görülüyor ki, devletin kendi içindeki kavgasını daha çok izleyeceğiz. Ve etkin soruşturmanın önündeki her bir engel, bu çırpınışların bulandırdığı suyu daha da çamurlaştıracak. Ancak nasıl ki geçmişte “korunanlar” ve terfi ettirilenler bugün gözden çıkarılabiliyorsa, yarın da bugün korunanlar gözden çıkarılacak. Öyle ya da böyle, Dink cinayeti her anlamda devletin gerçek yüzünü gösteren bir pencere olmaya devam edecek. Keşke izlemeye, takip etmeye niyetli olanları da olsa.