F. Berfin Zenderlioğlu*
Shakespeare’in hırs, iktidar arzusu ve cinayetler ile adını örtüştürdüğü “Macbeth”, karanlıklar üzerine kurulu ve alımlayıcısını bu doğrultuda gerçek ile düş arasında ürpertici bir yolculuğa çıkaran güçlü bir trajedi örneğidir. Macbeth’in trajedisinin kaynağı, ahlaki değerlerden ne denli uzaklaştığını bilerek ve kötülüğe giden yolda işlediği her cinayetin hesaplaşmasını yaşayarak yoluna devam etmesinden kaynaklanır. Macbeth kendisine sunulanın aksine başka birinin tahtına göz dikmesi ve bunu kanlı eylemlerle gerçekleştirme girişimleriyle kendi trajedisini hazırlar. Oyunun bu cümlesi metnin tamamının özeti gibidir.
Sürekli karanlık dehlizlerde dolaşan Macbeth’in “karanlığı”, oyundaki bütün önemli sahnelerin zaman aralığını hem mecazi hem de gerçek anlamda oluşturur. Bütün vurucu sahneler gece, karanlıkta gerçekleşir. Macbeth, Kral Duncan’ı herkes uykuya daldığı zaman, gece yarısı öldürür. Kiralık katiller, Banquo’yu akşam karanlığında öldürür ve Banquo’nun hayaleti yine akşam yemeğinde Macbeth’in karşısına çıkar. Lady Macbeth sayıklamalarını şatoda, elindeki şamdanla uykuyla uyanıklık arasında geceleri yaşar. Cadılar ise şimşeklerin ardından görünür, karanlığın içerisinden gelirler. Oyundaki aydınlık sadece son sahnede yaşanan savaşla kendisini gösterir. Oyun içerisinde yaşanan iyi-kötü, aydınlık-karanlık, ak-kara, düş-gerçek, kadın-erkek çatışmaları ve ikili söylemler oyunun her sahnesinde farklı içsel çatışmalarla karşımıza çıkar. Orjinal metinde cadılar tarafından, oyunda ise giriş sahnesinde oyuncular tarafından bize bu yeniden hatırlatılır;
Bu cümle orijinal metnin karakterlerinin alt yapısını oluşturur. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları, William Shakespeare’in “Macbeth”inden hareketle uyarladıkları “Şatonun Altında” ile, iki çamaşırcı kadının gözünden bu karanlık hikayeyi farklı bir bakış açısı getirerek anlatır. Sahne üzerindeki iki kadın oyuncu, bu çatışmaları grotesk bir yapı içerisinde hem bedenlerini kullanarak hem de iplere serili çamaşırları oyundaki sahnelere hizmet edebilecek aksesuarlara çevirerek anlatıyorlar. Oyuncuların, bedenlerinin aldığı fiziksel form ve seslerdeki her karaktere göre yakaladıkları tonlamalar oyun boyunca istikrarlı bir şekilde başarıyla kotarılıyor.
Oyunun oyuncularından Pınar Akkuzu ve Gülde Arsal ayrıca Shakespeare’in bu karanlık metnini sahneye uyarlayanlar. Yönetmenliğini ise, “Fiziksel Tiyatro” dendiğinde aklımıza gelen ve son dönemlerde bu anlamda clown atölyeleri gerçekleştiren başarılı genç yönetmelerden Güray Dinçol üstlenmiş. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları ‘bufon’ tekniğinden yola çıkarak bu karanlık hikayeyi bize komedinin parametrelerini kullanarak eğlenceli bir “Macbeth” anlatısına dönüştürmüş. Grup ‘bufon” tekniğini şöyle açıklıyor:
“Palyaço/soytarı/şaklaban/muzip/şakacı veya dalgacı olarak adlandırılabilecek 'bufon'lar, Lecoq pedagojisinin en özgün stillerinden biridir. Hiçbir şeye inanmamak ve her şeyle dalga geçmek için sahnede var olan, yeraltı dünyasına ait bu yaratıklar için insanlık bir oyun oynama, alay etme ve taklit aracıdır yalnızca...”
“Şatonun Altında”da oyunculardan Pınar Akkuzu ve Gülden Arsal, May ve Poe karakterleri olarak tıpkı Macbeth’in cadılarının biçim olarak vücut bulmuş halleri gibidir. Cadılar orijinal metinde karanlık güçler olarak karşımıza çıkar, onlar ne erkektir ne de kadın. Androjendirler. Doğaüstü güçleri temsil eden ruhlar olarak belirirler ama bu ruhlar farklı bir bedende şekil bulmuş somutlaşmıştır. Kendilerince bir konuşma üslupları, yemek tarifleri ve öç alma biçimleri vardır çünkü onlar insan değildir. Cadılar ya da gizemli güçler yoldan çıkarıcı ve kafa karıştırıcılardır. “Şatonun Altında”da bu durum baz alınarak hareket edilmiş gibi. Macbeth’lerin şatosunun karanlık odalarında dolaşan, belki hayalet, belki de oyunun orijinalindeki iki cadı; Macbeth, “Nasıl komediye dönüştürülür”ün iyi örneklerinden. Her şey alaya alma ve taklit etme hali üzerinden ilerler. Grotesk yapı, oyunun tamamına hakimdir. Makyajından, kostümüne; dekor kullanımından, oyuncuların fiziksel hareketlerine ve anlatı ile oyun arasında kurulan mesafe ile seyirciye bırakılan boşluk anlarına kadar. Sahnede her şey minimal düzeyde kullanılmış. Oyunun merkezinde oyuncu var. Bu oyuncu kambur, ayağı aksayan, saçları darmadağın, vücutta çürük makyajı, yüzdeki palyaço makyajı bir sevimlilik yarattığı gibi, bir zombi havası da yaratmış. Kostüm tercihi de bunu besleyen bir yapıda. Kirli, eski, parçalı. Yıllardır hortlamayı bekleyen iki yaratık. Ellerinde leğen ve yıkamak için kirli çarşafları var. Bir nevi Macbeth’lerin kirli çamaşırlarını bize açık edeceklerdir. Oyunda asılı olan çarşaflar reji tarafından çok işlevli bir halde oyuna hizmet ediyor. Çarşaflar, Banquo’ya, Kral Duncan’a, Macbeth’e, kral tacına ve Lady Macbeth’e dönüşür bir işlevsellikte. Bir nevi üçüncü bir oyuncuya, kuklaya ve nesneye dönüşen çarşaflar, canlandırılan ‘an’lar için de mekan değişikliği açısından kullanışlı bir araca dönüşmüş.
Ses kullanımları, bedenlerinin kumaşlarla aldığı form, hikaye anlatıcılığı ve seyirciyi zaman zaman oyuna dahil etme biçimi sürekli sahnede bir oyun oynandığı halini seyircide diri tutuyor. “Şatonun Altında”da yer altının yarattığı karanlık atmosfer, tersinleme ile alaylamaya, eğlenceli bir seyirliğe dönüşüyor. Oyunda tam da bu noktalarda orjinal metnin yarattığı derinlikten ziyade, biçimsel formun ağır bastığı bir derinliği yakalıyorsunuz. Alımlayıcı olarak böyle bir biçimle bize sunulan bu oyunda metnin biraz daha bozulmasını ve bu iki yaratığın kendi özgünlüklerindeki Macbeth anlatımını arzuluyorsunuz. Ki bu özgünlüğün en iyi yakalandığı sahnelerden biri de Macbeth üzerinden al aşağı edilen erkin yarattığı erkek zihniyetidir. Lady Macbeth’in doğurduğu bütün kız çocukları Macbeth tarafından öldürülür ve çöpe atılır; çünkü Macbeth için iktidarının sürmesi için erkek çocuğa ihtiyaç vardır. Oyuncuların kostümlerini kullanarak yarattıkları fallik imge ve ironik dil, Macbeth ile dalga geçer bir durumdadır. Bu sahneyle aslında Lady Macbeth’in konumlandığı yer sorgulanır ve Kral Macbeth iki çamaşırcı kadın tarafından alay konusu olur. Aslında zaman zaman orijinal metnin dışına çıkılsa da yine de size ana metindeki Macbeth anlatılıyor. Orijinal metinle bir hesaplaşmaya gidilmiyor. Alayladığımız şeyin bugün neye dönüştüğü soruları cevapsız ve düşünsel temelde oyunun yer yer biçimsel formun altında kaldığı görülüyor. Oyundan çıktığınızda, sadece biçimsel olarak değil, ayrıca alışılmış Macbeth ve Lady Macbeth hikayesini de bozan bir oyun görmek, seyirciye daha da aktif bir rol biçmez miydi? sorusunu soruyorsunuz kendinize. Biçimsel olarak yenilikçi, iyi oyunculuklar ve fiziksel bir oyun izlemek isterseniz Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’ndan “Şatonun Altında”yı muhakkak görün.
* Berfin F. Zenderlioğlu, Şermola Performans tiyatro gurubunun kurucularından, İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji mezunu