Karar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma kararınından sonra yaşanan gelişmelere ilişkin olarak, "Modern zamanlarda İslam dünyası ile Batı dünyası arasındaki en önemli gerilim kaynağı Filistin sorunu" dedi. Kiras, “İslam dünyası”nın "Aslında her birinin kendine ait siyasi ve ekonomik çıkarları olan ayrı ayrı devletlerden oluştuğunu" söyleyerek, "Onlar da -tıpkı Trump gibi- günlük sorunlara günlük çözümler peşinde oldukları için 'İslam dünyası'ndan da fazla şey beklememek lazım" ifadesini kullandı.
Kiras'ın "Kudüs kimin kırmızı çizgisi" başlığıyla (7 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Trump muhtemelen yangına benzin dökme eyleminin, yani “Kudüs hamlesi”nin sonuçlarını tam manasıyla kestiremiyor. Siyasi öngörüsü olan bir adam olsaydı da bunu umursayacağını söyleyebilmek zor zaten. Değişik bir mantalitesi var bugünkü ABD Başkanının. Sonuna kadar popülist. Yarını hiç hesaba katmayan, dünyayı bugünden ibaret gören bir siyaset anlayışına sahip. Uzun vadeli veya orta vadeli senaryoları umursamıyor. Şimdi ne lazımsa onu istiyor yalnızca. Bugün yaptıklarının yarın oluşturacağı sonuçları düşünmüyor. Belki iş dünyasında öğrendiği agresif mücadele yöntemlerini siyasete uyguluyor. Ne var ki günlük sorunların çözümü için atılacak bazı adamların gelecekte çözülemeyecek sorunlara yol açabileceğini göremeyen bir insan iş adamı olabilir ama devlet adamı olamaz.
***
Modern zamanlarda İslam dünyası ile Batı dünyası arasındaki en önemli gerilim kaynağı Filistin sorunu. Bugün bütün dünyanın başına bela olan IŞİD, El Kaide gibi örgütlerin Müslüman toplumlarda zemin bulabilmesinin en büyük sebebi Filistin konusunda Batı dünyasının özellikle de ABD’nin tutumu. İşgalci İsrail’in her yaptığına destek veren, Tel Aviv yönetimini her durumda savunan Washington’un politikalarının bu bölgede İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanlık olarak algılanması gayet normal çünkü.
Bütün bir İslam dünyasını ve Arap coğrafyasını karşılarına almak istemeyen Avrupa ülkeleri çoktandır bu konuda dengeli bir yaklaşım göstermeye çalışıyorlar. Ancak ABD’nin durumu farklı. Yahudi nüfusun siyasi ve ekonomik nüfuzu bir yanda, Protestan çoğunlukta Evanjelizmin etkisi öbür yanda ABD yönetici elitinin elini baştan bağlıyor. Diğer yandan, bölgedeki ABD çıkarlarının korunması yolunda İsrail’in mevcudiyeti jeopolitik bakımdan vaz geçilmez bir dayanak görülüyor. Başka ortaklıklar için daha yüksek bedeller ödemek yerine zaten kendi toplumunun kültürel-ideolojik angajmanları gereği ister istemez ödemek zorunda olduğu ücretin karşılığını almak daha kârlı geliyor Amerikan sistemine.
Ancak ABD’nin elde ettiği bu küçük kâr dünyanın geri kalanı için ateş ve kan demek. Hatta artık Amerika için bile öyle. Geçmişte Filistinli örgütlerin sağda solda yaptıkları eylemlerden pek Amerikalılar zarar görmüyordu ama bugün en temelde Filistin sorununun yol açtığı zeminde yükselen “küresel terör dalgası” 11 Eylül’den bu yana Amerika’nın da kâbusu. Bu problemin çözüm yolu ise Afganistan veya Irak işgalleri gibi akılsızca girişimlerle “yeni Filistinler”oluşturmak değil. ABD’yi yönetenlerin biraz popülizmden kesip meselenin kaynağında çözülmesi için adım atmaları gerekir.
Batılılar bugünkü küresel terörün kaynağında Müslüman fanatizmini görüyorlar. Haklılar ama bu fanatizmi de başka bir fanatizm üretti. Fanatik bir ideolojiye dayalı olarak kurulan İsrail devletinin işgal edip ebedi başkent ilan ettiği kutsal şehrin ve çevresindeki coğrafyanın bugün yaşadığı sıkıntıların kaynağı Tanrının kendilerine vaat ettiği devleti kurmak için her şeyi mübah görenler.
Binlerce yıl önce atalarının yaşadığı toprakların kendi ırklarının tapulu malı olduğuna inanan Siyonistler yirminci yüzyılın başlarında işgal ve terörle yerleşmeye başladıkları bu ülkede Avrupalı emperyalist güçlerin desteğiyle 1948’de devletlerinin kuruluşunu ilan ettiler. 1967 savaşında ise o tarihte tek bir Yahudi’nin bile yaşamadığı Doğu Kudüs ve Batı Şeria bölgesini işgal ettiler. İşgalden bu yana buralarda yeni yerleşim yerleri kuruyorlar, Hıristiyan ve Müslüman Arapları yurtlarından sürüp bu toprakların tamamını Yahudileştirmek için akla hayale gelmedik zulüm ve baskı örnekleri sergiliyorlar.
Bütün bunlara karşı Batı dünyasının sergilediği müsamahakâr ve hatta destekçi yaklaşım ne yazık ki İslam dünyasında yalnızca Batı karşıtlığını güçlendirmekle kalmıyor. Bunlar karşısında hissettiğimiz nefret ve daha da önemlisi çaresizlik duygusu İslam toplumlarında bir tür nihilizme yol açıyor, fanatizmin her çeşidi gelişiyor. Yahudi fanatizminin Batı emperyalizmiyle evliliğinin ürünü olarak ortaya çıkmış olan İsrail’in şimdi Hristiyan fanatizmiyle evliliğinin ürünleri var karşımızda.
***
Bir kısır döngüyü kırmak Filistinli gariban Arapların gücünü aşan bir konu. “İslam dünyası” diyeceksiniz… Aslında her birinin kendine ait siyasi ve ekonomik çıkarları olan ayrı ayrı devletlerden oluştuğu için ve onlar da -tıpkı Trump gibi- günlük sorunlara günlük çözümler peşinde oldukları için “İslam dünyası”ndan da fazla şey beklememek lazım.