Karar Yayın Yönetmeni: Bütün cemaatleri aynı kefeye koymayalım ama...

Karar Yayın Yönetmeni: Bütün cemaatleri aynı kefeye koymayalım ama...

Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin planlayıcısı olduğu savunulan Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen ile ilgili olarak "Geçmişte Fetullah Gülen ve taraftarlarını eleştirmek kolay değildi" dedi. "Bu devasa kötülük örgütlenmesinin toplumda taraftar bulabilmesinin sebepleri üzerinde tartışılırken yükselen 'bütün cemaatler aynı kefeye konmamalı” feryadı bence de dikkate alınması gereken bir çağrı' diyen Kiras, "Elbette bütün cemaatler aynı kefeye konmamalı. Tarikatlardaki dejenerasyonu eleştirirken de tasavvuf yolunu halen sağlıklı bir çizgide sürdüren yapılar tenzih edilmeli" ifadesini kullandı.

İbrahim Kiras'ın "Bütün cemaatleri aynı kefeye koymayalım ama..." başlığıyla yayımlanan (1 Eylül 2016) yazısı şöyle:

Geçmişte Fetullah Gülen ve taraftarlarını eleştirmek kolay değildi. Sadece arkalarındaki siyasi destek veya bürokrasideki güçleri yüzünden değil, aynı zamanda savundukları fikirler çoğunluğun fikrinden farklı olmadığı için “içimizden birileri” olarak görülmeleri yüzünden.

17-25 Aralık’tan sonra bu yaklaşım kırıldı; 15 Temmuz’dan sonra ise tamamen berhava oldu. Bugün artık herkes FETÖ’ye karşı. Ama bu yapının durup dururken ortaya çıkıverdiğini düşünmek istiyor çoğu kişi. Çünkü iftiralarla masum insanların hayatını söndüren, kasetle şantaj yapan, sınav sorularını çalan, sivilleri bombalayan vs… bir güruhun beslendiği kaynak, yediği ekmek, içtiği su bizimkinden farklı olmalı diye düşünmek istiyorlar.

Bu devasa kötülük örgütlenmesinin toplumda taraftar bulabilmesinin sebepleri üzerinde tartışılırken yükselen “bütün cemaatler aynı kefeye konmamalı” feryadı bence de dikkate alınması gereken bir çağrı. Elbette bütün cemaatler aynı kefeye konmamalı. Tarikatlardaki dejenerasyonu eleştirirken de tasavvuf yolunu halen sağlıklı bir çizgide sürdüren yapılar tenzih edilmeli.

Ne var ki “ucu bize de dokunabilir” endişesiyle önümüzdeki vahim meselenin analiz edilmesinden kaçınmak doğru bir tutum değil. Aksine, toplumsal bünyemizdeki bu zehirli mikrobu bedeli ne olursa olsun etkisiz hale getirmek, gerekirse tadını sevmediğimiz bazı ilaçları da içmek zorundayız. Bu cesareti gösteremeyip “sivrisinekle mücadele edelim ama bataklığa dokunmayalım” dersek kendimizi kandırmış oluruz sadece. Bizden sonraki nesillere de kötülük yapmış oluruz. Çünkü toplumsal zihniyetle ilgili problemler bizimle birlikte ortadan kalkmıyor, miras olarak da devrediliyor.

***

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım… Bilhassa 15 Temmuz’dan sonra herkesin lanetlemekte yarış halinde olduğu FETÖ’yü meydana getiren tek bir faktör veya tek bir sorumlu yok. Namaz kılan veya eşi başörtülü olan subayları ordudan atan Kemalist-Laik elitin de suçu var dindar insanların bu tür yapılara itilmesinde… Dindar seçmenin oyunu almak için bunları vitrin yapmak isteyen siyasetçinin de bu örgütün palazlanmasında günahı var… Statükoyla mücadelesinde bunların desteğini almak için kötülüklerini görmezden gelen öbür siyasetçinin de…

Ama sadece bunlar değil… Belki de bütün bunlardan bile daha fazla bu tabloda payı olan bir aktör daha var. Biraz da kodlama ihtiyacıyla “toplumumuzun din anlayışındaki bazı problemler” diyorum ben buna. Düşünün ki karşımızdaki insanlar -en azından sözlük anlamıyla- cahiller sürüsü sayılmaz… Generaller, büyükelçiler, profesörler, valiler… Kendilerince manevi veya dinî birtakım payeler yakıştırdıkları saçma sapan bir adamın lafıyla akla gelmedik her türlü cinayeti işleyebiliyorlar. Kimi sınav sorularını çalıyor, kimi devlet sırlarını yabancı devletlere sızdırıyor, kimi de halkın silahıyla halkın üstüne ateş açıyor…

Bu insanlar durup dururken ortaya çıkmadı. Amerika’da veya Avrupa’da yetiştirilip aramıza gönderilmediler. Söz konusu cinayetleri işlemeye başlayıncaya kadar“bizden biri” gibi görünüyorlardı gözümüze. Belki gerçekten de “bizden biri”oldukları için…

***

Belki hatırlayan olur, geçenlerde şunu yazmıştım: “Gülen’in vazettiği din tasavvuruna ve bilhassa fıkıh anlayışına ilahiyatçılarımızın çoğunun itirazı olmadığı vakıa. Tıpkı istediği zaman Hz. Peygamber’le görüşebilmesi gibi fevkaladelik iddialarına tasavvuf camiasında ciddi bir itirazın söz konusu olmadığı gibi...”

Peki, o itirazları neden göremiyoruz? Çünkü içtiğimiz su aynı olduğu için maalesef ortak su kaynağındaki bakterilerden muzdaribiz hepimiz aslında. Ama belki de hastalığı kendimize kondurmak istemiyoruz. Oysa gerçek şu ki hepimiz aynı bataklığın kıyısındayız. Şikâyet ettiğimiz hastalıklardan kurtulmanın ve korunmanın nihai çaresi o bataklığı kurutmak. Bunu bırakıp sadece bataklığın ürettiği sivrisineklerle uğraşmak faydasız.

Bu arada, doktorun verdiği ilacın tadı acı diye ciddi bir hastalığı ıhlamur içerek atlatmaya çalışmak da akıllıca değil.