Karar yazarı Çakır: Türkiye sınırları zorladı, hamasetin bir dozu olmalı

Karar yazarı Çakır: Türkiye sınırları zorladı, hamasetin bir dozu olmalı

Karar yazarı Elif Çakır, Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan "ziyaret" kriziyle ilgili olarak "Ülkeler arasında öyle 'affedilmeme' gibi 'ebedi uzaklaşma' gibi bir şey sözkonusu olmaz" dedi. "Bakınız. Türkiye-İsrail. Bakınız. Neredeyse iki ülke arasında savaş çıkaracak Rusya-Türkiye uçak krizi. Bugün Türkiye Rusya son altı ay içerisinde dört kez yan yana geldi. Dün karakıştı. Bugün iki ülke arasında bahar havası hakim" diyen Çakır, "O yüzden ‘popülizmin’ de ‘hamasetin’ de dozunu kaçırmamak lazım" ifadesini kullandı.

Elif Çakır'ın "Hamasetin bir dozu olmalı" başlığıyla yayımlanan (15 Mart 2017) yazısı şöyle:

1997 yılında Lüksemburg Zirvesi’nde, olası AB yeni üyeler arasında adını göremeyen Türkiye büyük bir hayal kırıklığı yaşar.

AB’nin en yetkin oyun kurucu ülkelerinden olan Almanya’ya göre gerekçe oldukça makuldür: ‘AB’nin çok fazla genişlememesi gerekmektedir’, çünkü ‘Avrupa’nın tarihe dayanan doğal sınırları’ vardır.  Helmut Kohl’e göre “Elbette Türkler olağanüstü kişilerdir” ancak “Ayrı bir kültürleri vardır” ve dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliği söz konusu dahi olmamalıdır!

Almanya’nın şerhiyle Türkiye o yıl ‘yeni üyeler’ arasında adını göremez!

Dönemin Başbakan’ı Mesut Yılmaz, Almanya’ya tepkisini Financial Times üzerinden ağır bir suçlama ile verir. Benzetme hakikaten oldukça ağırdır. Mesut Yılmaz’ın sözleri yenilir yutulur türünden değildir.

Başbakan Yılmaz’a göre Kohl Hükümeti ‘Lebensraum’ politikası izlemektedir. AB’nin genişlemesinde 1930’larda Hitler’in uyguladığı politikayı uygulamaktadır o  yüzden Türkiye’yi istememektedir. Türkiye’nin liste dışı kalmasının sebebi Kohl’dür ve Kohl Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma umutlarını yok etmeye çalışan birisidir.

Almanya’dan cevap gecikmez. Hükümet Sözcüsü Peter Housmann Başbakan Yılmaz’ın ifadelerinin tamamen ‘yersiz’ olduğunu belirtir ve ekler: Türkiye ile Almanya arasında onlarca yıldan beri çok dostane yürüyen bir ilişki vardır.

Devreye Dışişleri Sözcüsü Martin Erdmann girer ve “Kızgın tavaya su dökmek gibi bir niyetimiz yok. Ancak söz konusu ifadeler gerçekten yazıldığı gibi sarfedilmişse bu affedilmesi mümkün değildir” der.

Mesut Yılmaz AB’nin “iki yüzlülüğüne” de iki çift söz söylemekten geri durmaz. Aslında Yılmaz’ın o gün söyledikleri önemli, zira bu AB’nin Türkiye’ye yıllardır yaptığı muamelenin o gün net bir şekilde yapılmış  tespitidir aynı zamanda:

“Türkiye AB’nin iyi bir komşusu olsun, ancak AB’ye üye olmasın. Hep iyi bir komşu olarak kalsın!”

Sahneye Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel çıkar ve Mesut Yılmaz’ı “silahla sağa sola saldıran kişi” olmakla suçlar.

Mesut Yılmaz bununla da kalmaz Kohl’ü “eski dost, yeni düşman” ilan eder. 1998 yılında bu kez Almanya’daki Türklere seslenir: “Kohlü’ desteklemeyin!”

***

1988 Almanya seçimlerinde Helmut Kohl ve partisi CDU seçimlerdeki rakibi Gerhard Schröder’e karşı ağır bir yenilgi alır. Sebep, ülkedeki artan işsizlik gösterilir. Belki de sebep Mesut Yılmaz’ın “Kohl’ü desteklemeyin” çağrısıdır. Kimbilir! (Hadi kendimizi biraz iyi hissedelim)

Bu yazıyı neden mi yazdım?

Öncelikle arada bir geçmişi hatırlamakta fayda var.

Ve hafta sonu yaşanan Hollanda ve Türkiye krizine bakınız derim. Yaptırımlar havada uçuşuyor. Ülkeler birbirini affetmemekle suçluyor.

Yok. Ülkeler arasında öyle “affedilmeme” gibi “ebedi uzaklaşma” gibi bir şey sözkonusu olmaz.

Bakınız. Türkiye-İsrail. Bakınız. Neredeyse iki ülke arasında savaş çıkaracak Rusya-Türkiye uçak krizi. Bugün Türkiye Rusya son altı ay içerisinde dört kez yan yana geldi. Dün karakıştı. Bugün iki ülke arasında bahar havası hakim. 

Dolayısıyla ülkeler arasında ne ebedi dostluk vardır ne ebedi gerilim.

O yüzden ‘popülzmin’ de ‘hamasetin’ de dozunu kaçırmamak lazım!

Almanya’da bu yıl içerisinde seçim var. Hollanda’da dananın kuyruğu bugün kopacak. Bakalım demokrat olarak tanınan Rutte’ye faşist Geert Wilders’ten ödünç aldığı “aşırı sağcı ve ırkçı” söylem ve “popülizm” kaç puan kazandıracak?

***

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bakanlarına kapatılan kapıları, konuşacakları ‘salonların’ sudan bahanelerle iptal edilmesinin savunulacak bir yanı yok. Sonuna kadar haklıyız.

Ancak şu da bir gerçek. Avrupa ülkelerinde yükselen bir Türkiye düşmanlığı ve İslam  karşıtlığı ve Erdoğanfobik bir durum var. Şaka değil gerçek! Almanya’da, Hollanda’da seçimler olmasaydı bu siyasi krizleri yaşar mıydık?

Cevap aslında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun şu sorgulamasında gizli: “Geçtiğimiz seçimlerde Hollanda, Fransa, Almanya, İsviçre ve birçok Avrupa ülkesine giderek seçim çalışmaları yaptık. Hatta ben Rotterdam sokaklarında dolaştım. Şimdi ne değişti de izin vermiyorsunuz?”

Aslında değişen bir şey yok. Fiili olarak, ülkeler arasındaki ikili iyi ilişkilere dayanarak göz yumularak anlayış gösteriliyordu.

Sonuçta özellikle Almanya’nın hassasiyeti gözetilerek, 2008 yılında AK Parti hükümeti tarafından yurtdışında propagandayı yasaklayan bir yasamız var.  Sanırım bu kez Almanya ve Hollanda seçimler dolayısıyla ve ülkelerindeki “aşırı sağcı” akımın yükselmesini de gözönünde bulundurarak bu kez Türkiye’den anlayış beklediler.

Ve sanırım Türkiye tuhaf bir şekilde anlayış göstermek yerine sınırları zorlamayı tercih etti.

Ve cevap AK Parti milletvekilinin “bu krize sevinelim, oylarımız iki puan arttı” mesajında açık açık duruyor.

Ülkeler arasındaki krizler atlatılır. Ancak böylesi kriz dönemlerinde asıl faturayı o ülkelerde yaşayan vatandaşlarımız ödüyor. Göz ardı ettiğimiz en önemli ayrıntı bu olsa gerek!