Karar yazarı: Hiçbir terazi, Türkiye’nin dünyada karşı karşıya bulunduğu meselelerin sıkletini çekemez!

Karar yazarı: Hiçbir terazi, Türkiye’nin dünyada karşı karşıya bulunduğu meselelerin sıkletini çekemez!

Karar yazarı Mustafa Karaalioğlu, Türkiye'nin Avrupa ülkeleriyle ilişki kalitesindeki düşüşün, dinmek bilmeyen bir rüzgarla günden güne eridiğini savunarak "Sadece bu terazi değil, hiçbir terazi Türkiye’nin dünyada karşı karşıya bulunduğu meselelerin sıkletini çekmez, çekemez" dedi.

Karaalioğlu, Donald Trump yönetiminin, ABD'ye yapılan direk uçuşlarda el bagajlarında laptop, ipad ve kamera gibi elektronik eşyaların taşınmasının yasaklamasıyla ilgili olarak da "Son dönemin parlak müttefiki Rusya ile var olduğunu sandığımız ilişkinin ise daha meyve sebze ambargosunu aşamadığı anlaşıldı. Umudumuz Trump ise, bırakın PYD’yi dışlamayı ya da FETÖ’nün iadesini, bizi ikinci sınıf ülkeler listesine yazıverdi" ifadesini kullandı.

Mustafa Karaalioğlu'nun "Bu terazi bu sikleti çekmez" başlığıyla yayımlanan (23 Mart 2017) yazısı şöyle:

Sadece bu terazi değil, hiçbir terazi Türkiye’nin dünyada karşı karşıya bulunduğu meselelerin sıkletini çekmez, çekemez.

Avrupa ülkeleriyle ilişki kalitemizdeki düşüş, dinmek bilmeyen bir rüzgarla günden güne erimekte. Norveç hükümeti bile sıraya girdi, darbecilerin ilticasını imzalamakta. Son dönemin parlak müttefiki Rusya ile var olduğunu sandığımız ilişkinin ise daha meyve sebze ambargosunu aşamadığı anlaşıldı. Umudumuz Trump ise, bırakın PYD’yi dışlamayı ya da FETÖ’nün iadesini, bizi ikinci sınıf ülkeler listesine yazıverdi.

***

Düne kadar, tek derdimiz Suriye meselesiydi; “İyi olmadı, yanlış yaptık” deyip, başka dert yok diye avunuyorduk, şimdi dosyaların hepsi irili ufaklı Suriye olup çıkıverdi. 

Hariciyemiz her gün, bir ülkeye bir meseleden dolayı “kabul edilemez” demekten bitap düşmüş halde.

Değil Türkiye gibi imkanları, gücü sınırlı ve belli olan bir ülke, süper güçler dahil hiçbir demokrasi, dünyayla işi, alışverişi olan hiçbir ülke bu kadar ağır bir yükü taşıyamaz.

Mesele kim haklı, kim haksız meselesi değildir. Yani tek tek sayarsak “Amerika ayıp ediyor, Hollanda saygısızlık yapıyor, İran ikili oynuyor vs…” deriz. Öyle gerekçeler var ki anlatıp kendimizi rahatlatırız. Ama işimize yarar mı? Derdimizi çözer mi?  Evet, haklı olduğumuz çok konu da vardır. Ama problemleri, tek tek sayıp hepsinde ne kadar haklı olduğumuzu söylemek kendimizden başkasına ne ifade eder?

Sakın ola bu manzarayı “Dünya zaten bize karşı, hepsi elbirliği yapmış bizi çökertmeye çalışıyor” diyerek de izaha tevessül etmeyelim. Birbiriyle kavgalı ülkelerin bile bize antipati duyduğu dünyada böyle bir analiz, durumun vehametini artırmaktan başka işe yaramaz.

Bir şey söyleyeceksek önce, 15 Temmuz gibi seyri ve perde arkası apaçık, aleni bir darbe teşebbüsü vak’asında, en yakın müttefikleri dahi neden ikna edemediğimizi sormalıyız.  Veya yeryüzünün en uzun süreli ve en kanlı terör eylemlerine imza atan PKK’nın Suriye’de etkinliklerini durdurmakta neden destek bulamadığımız sorgulamalıyız.

Bırakın destek bulmayı, biz ABD’ye, Rusya’ya “İlişkilerinizi kesin, bu örgüt içeride canımızı yakıyor” dedikçe, ikisi de PYD ile ilişki geliştirmek için birbiriyle yarışıyor. En büyük iddiamız Menbiç’in PYD’den arındırılmasıydı, o bahis de istemediğimiz şekilde bitti. Yetmedi, Putin Afrin’de PYD’yle birlikte bayrak dolaştırmaya başladı.

***

Bir büyük meselede dışlanmışsanız, değer görmüyor ve çabalarınız karşılıksız kalıyorsa her meselede sıkıntı yaşarsınız. Türkiye şimdi bu sarmala mahkum olmuş durumdadır.

Alman istihbarat başkanı “FETÖ için ikna olmadık” diyor. Feveranımız bitmeden ABD istihbaratının da aynı kanaatte olduğunu öğreniyoruz. Onlar da 15 Temmuz’un arkasında FETÖ’nün olduğuna inanmıyormuş. Onlar mı inanmıyor, biz mi ikna edici değiliz? Yoksa daha kötüsü; ikna edici bile olsak umurlarında değil mi?

İslam coğrafyasında olup bitenlere hiç olmazsa ses çıkarırdık, ses veremez olduk. Rusya Halep’i katletti sustuk, şimdi ABD bir taraftan başladı yine suskunuz.

Sıradışı bir daralma, hiç normal olmayan bir sıkışıklık yaşıyoruz.  “Düşman azaltalım, dost artıralım” demiştik. Keşke, “Olduğu gibi kalsın, o da yeter” deseydik.

Meseleler karşısında bilhassa da ülke meselelerinde gerçekçi olmak, bütün ayrıntıları birlikte görüp değerlendirmek kadar doğru bir şey yoktur. Hiç olmazsa gerçeği görelim. Bizi bu durumdan bir mucize kurtaracak değildir. Bir görünmez el dokunup her şeyi halledecek de değildir. Sandığımızın aksine dünya sistemi böyle çalışmıyor. Kelimenin tam anlamıyla gerçekçi olmak, gerçeği kabullenmek ve bir vakitler nasıl yapıyorsak yine aynı şekilde gereğini yapmaktan başka yol yoktur. Esasen, başka yola gerek de yoktur. 

Refahın ve illa da güvenliğin dünyayla iyi ve kaliteli ilişkilerden geçtiğini akıldan çıkarmayalım. Yani, iyi bir diplomasi,  güvene dayalı bir ilişki düzeni ülkenin  toplam değerinin vazgeçilmez sermayesidir, unutmayalım.