Karar yazarı Mehmet Ocaktan, son KHK ile üniversitelerden yapılan akademisyen ihraçlarına ilikin olarak, "Son KHK ile üniversitelerden sol, liberal ve hatta İslamcı akademisyenlerin ihracı tam bir talihsizlik olmuştur. Açıkçası, tam da çok önemli bir referanduma giderken böylesine büyük çaplı bir ihracın yapılması endişe vericidir" dedi.
Ocaktan'ın Karar'da "Tam da referanduma giderken..." başlığıyla yayımlanan (10 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Türkiye 15 Temmuz’da uçurumun kıyısından döndü ve çok ciddi bir beka sorunu yaşadı, halen de bu tehlike geçmiş değil. Bir taraftan Suriye’deki savaş ateşine karşı savunma tedbirleri alıyoruz, bir taraftan da içeride PKK, FETÖ ve IŞİD terörü ile mücadele ediyoruz. Çok doğal olarak böyle bir tehlike karşısında Türkiye OHAL ilan etmek zorunda kaldı. Özellikle FETÖ ile baş etmenin başka bir yolu da yoktu.
Biliyoruz ki FETÖ ile mücadele konusunda geniş bir toplum desteği var, dolayısıyla bu kararlılık hiçbir zaafa uğratılmadan sürdürülmelidir.
Ancak son KHK ile üniversitelerden sol, liberal ve hatta İslamcı akademisyenlerin ihracı tam bir talihsizlik olmuştur. Belirtmek gerekiyor ki, bu kararın hem FETÖ ile mücadelede zaaf oluşturma potansiyeli hem de insanların zihninde birtakım soru işaretleri oluşturma ihtimali var.
Açıkçası, tam da çok önemli bir referanduma giderken böylesine büyük çaplı bir ihracın yapılması endişe vericidir. Bu durum nasıl bir sürecin sonucunda gerçekleşmiştir bilemiyorum ama herhalde birileri referanduma tuzak kurmak isteseydi bundan daha tehlikeli bir iş yapamazdı. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki FETÖ ile uzaktan yakından bir alakası bulunmayan makul akademisyenler ihraç edilmişlerdir. Düşünün, yıllardır İslamcı camia içinde sevilen bir isim olan Cihangir İslam bile ihraç edilmiştir.
Aslında bugün Türkiye solunun perişan halini yazmak üzere oturmuştum, ancak ihraç trajedisini yazmasam olmazdı.
Türkiye’de solun yıllardır bir türlü alternatif haline gelememesi önemli bir tartışma konusudur. Hemen bütün tartışma ve analizler aynı ortak kanaatte birleşir; yerlileşememek... Ama nedense her seferinde hiçbir ilerleme sağlanamadan başlanılan noktaya geri dönülür ve bu kısır döngüden hiçbir sonuç üretilemez.
Diyebilirsiniz ki, durup dururken solun alternatif olup olmaması da nereden çıktı? Evet doğrudur, şu anda gerçekten de Türkiye’nin ‘sol‘ diye bir gündemi yok.
Peki, o zaman neden?
İzah edeyim; Merkel’in Türkiye ziyareti sırasında bir sol gazete Şansölyenin ‘kuvvetler ayrılığı’nın önemli olduğuna dikkat çeken sözlerini manşetine taşıdı. İlk bakışta çok da yadırganacak bir durum yok elbette. Pekala bir gazete ‘kuvvetler ayrılığı’nın önemine dikkat çeken manşetler atabilir. Burada esas sorunlu olan, sol bir gazetenin kuvvetler ayrılığını anlatmak için Merkel’in uyarılarına ihtiyaç duymasıdır. Bir kere kuvvetler ayrılığı Merkel öyle söylediği için değil, evrensel hukukun gereği olduğu için önemlidir.
Trajik bir durum ama Türkiye’deki sol ve sosyalist gelenek bu toprakların dinamiklerine dayanarak değil, dışarıdan devşirdiği argümanlarla muhalefet etmeyi tercih etmiştir.
Diyelim ki sol aydınların iktidarla bir sorunu var; hiç tereddüt etmeden yolda buldukları ilk Avrupalıya Türkiye’nin özgürlükler açısından ne kadar iç karartıcı bir ülke olduğunu şikayet ederler ve bunun da bir muhalefet etme yöntemi olduğuna inanırlar. Ne yazık ki sol, Türkiye’nin siyasi tarihinin hiçbir döneminde, toplumun hassasiyetleriyle örtüşen bir tavır sergilemeyi başaramamıştır.
Dünya değişiyor ama solun ezberi bir türlü değişmiyor. Bu ülkenin değerlerine karşı verdikleri her kavgadan yenik çıkmalarına rağmen, bir kez olsun ‘yerli’ olmayı denemek akıllarının ucundan geçmiyor. Eminim ki, Merkel’in sözleri üzerinden iktidara ayar vermeye çalışmanın Türkiye toplumunda nasıl bir karşılığı olacağını sorgulayan bir tek sol aydın bile yoktur.
Çünkü yerli değiller, bu ülkenin değerleriyle ve toplumla barışık değiller. Murat Belge’nin bu konuda çok isabetli bir tespiti var, diyor ki: “Türk solu yerlileşemedi: Sonuçta tercüme bir kitap, kötü çevrilmiş bir kitap olarak kaldı sosyalizm.” Kuşkusuz bu tespite Murat Belge’nin kendisi de dahildir...
İşte tam da bu yüzden yapılan bütün genel, yerel seçimlerde ve de referandumlarda hep derin hayal kırıklıkları yaşamaktadırlar, çünkü toplum nezdinde yeterince inandırıcı olamamaktadırlar.
Türkiye’de solun muhalefet anlamında yaşadığı bu kuraklığı doğru anlayabilmek için, dünyadaki sol örneklerin bu işi nasıl başardığına bakmakta yarar var.
Mesela Amerika dahil Almanya, İngiltere, Fransa ve İspanya gibi ülkelerde sosyal demokrat ve sosyalist partiler çok rahatlıkla iktidara gelebilmektedirler. Dahası dünyada dindarlık ve darbeler konusunda Türkiye ile benzerlikler gösteren Şili, Bangladeş ve Pakistan gibi ülkelerde bile sol, çoğunluğun desteğini alıp iktidar olabilmektedir.
Biliyoruz ki bu ülkelerde solun, içinden çıktığı toplumun değerleriyle bir sorunu yoktur. Türkiye solunun yıllardır şikayet ettiği bir konu vardır, diyorlar ki “Anadolu’da halkla karşılaştığımızda bize, siz iktidara geldiğinizde camileri mi kaldıracaksınız diye soruyorlar”. İşte solun en trajik yalnızlığı da, en temel problemi de budur. Mesela Yunanistan’da SYRIZA’ya ya da dünyanın başka ülkelerindeki sol ve sosyalist partilere, “Siz iktidara gelince kiliseleri, camileri kaldıracak mısınız?” gibi bir soru sormak halkın aklından bile geçmez. Çünkü bu ülkelerdeki sol partilerin, halkın camisiyle, kilisesiyle bir sorunu yoktur.