Karar yazarından "Trenden düşenler kusura bakmasın" diyen Erdoğan'a: Trenin gidişinde sorun yok mu?

Karar yazarından "Trenden düşenler kusura bakmasın" diyen Erdoğan'a: Trenin gidişinde sorun yok mu?

Karar yazarı Hakan Albayrak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sadakatin aslolan bir kavram olduğunu belirterek söylediği, "Bu trenden düşenler kusura bakmasın düştükleri yerde kalırlar" sözlerini değerlendirdi. Albayrak, Erdoğan'a, "Trenin gidişinde sorun yok mu?" diye sordu.

Önceki gün AKP Grup Toplantısı'nda konuşan Erdoğan isim vermeden sert sözlerle seslendi. "Eskiden partimizin çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen kimsenin partimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur" ifadesini kullanan Erdoğan, "Hayır kampanyası yürütenler bugün kendilerinde söz hakkı görüyor. Bu birlikteliği zedeleyenler bilsin ki artık bu kervanın samimi yolcuları değillerdir. Sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık. Bu trenden düşenler kusura bakmasın düştükleri yerde kalırlar" diye konuştu.

Albayrak'ın "Trenden düşmek" başlığıyla (11 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, evvelki gün AK Parti’nin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı konuşmada dedi ki:

“Geçmişte partimiz çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen hiç kimsenin partimizle, hareketimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur.”(Normal olan, siyaset sahnesindeki herhangi bir parti -hele ülkenin gidişatına yön veren iktidar partisi- hakkında herkesin söz söyleyebilmesi değil midir?  Geçmişte veya günümüzde o partinin çatısı altında olup olmamak, bu hakka sahip olup olmamayı nasıl etkiler?)

“Herkes ağzını açmadan önce nerede bulunduğuna, kimlerle aynı safa geçtiğine dikkat etmelidir. Kem alette kemalat olmaz.” (Doğu Perinçek ve arkadaşlarının AK Parti’yi savunduğu yerde AK Parti’yi savunmak da “kem alet” olma sonucunu doğurur mu?)

“Bunlar, milletimizle birlikte son 3-4 yıldır verdiğimiz hayati mücadelede en küçük bir desteklerini görmediğimiz, hatta çoğu defa karşı saflarda silüetleri beliren kişilerdir.” (Yetkileri ellerinden alınan ve etki alanları neredeyse sadece sosyal medyayla sınırlandırılan kimselerden tam olarak hangi çapta bir destek bekleniyordu? Teröre karşı dayanışma çağrısı mahiyetinde Tweet’ler atmak, 15-16 Temmuz 2016 gecesi -ambargonun o geceye mahsus olarak kalkması sayesinde- televizyonda darbecilere karşı millî iradeyi savunmak ve Erdoğan’la beraber Yenikapı’da darbecilere karşı milli birlik manzarası sergilemek “en küçük bir destek” dahî değil midir? Bu basireti gösteren kimseleri, sırf bazı konularda farklı düşünüyorlar / davranıyorlar diye “karşı saflar”da telakki etmek reva mıdır? “Karşı saflarda silüetleri beliren kişiler”den sayılma riski olmadan herhangi bir hususta cumhurbaşkanı yahut hükümetten farklı bir fikir serdetmenin / duruş sergilemenin bir yolu var mıdır?)

“Dünyada neler oluyor, ülkemizde neler oluyor, bununla ilgili bir sesiniz çıkmayacak, bu ülkede bir ‘evet-hayır’ referandumu yapılıyor ve partimiz burada ‘evet’ başlığını böyle atıyor ama bakıyorsunuz birileri de ‘hayır’ için kampanya yürütüyor kulislerde, şurada burada... Ve şimdi de kendilerinde söz hakkı görüyorlar. Kusura bakmasınlar.” (Ölçü “Dünyada neler oluyor, ülkemizde neler oluyor, bununla ilgili bir sesiniz”in çıkıp çıkmaması ise, sosyal medyada Kudüs meselesinden Irak’taki gelişmelere, PKK teröründen FETÖ’cülerin darbe teşebbüsüne kadar pek çok konuda ses çıkaran kimselerle ilgili bir sorun olmasa gerek. Burada sorulması gereken soru şu: Referandumla ilgili çekincelerini partiden arkadaşlarına ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açıkça bildirip “Bundan vazgeçmek lazım” veya “Bu anayasa değişikliği paketini şu şekilde tashih etmek lazım” diyen ama referandum sürecinde kamuoyuna anayasa değişikliği aleyhinde bir açıklama yapmaktan geri duran kimselere bile -“hayır” için “kampanya” yürüttükleri iddia edilerek- ‘Kusura bakmayın, söz hakkınızı kaybettiniz’ denebiliyorsa, mesela 696 sayılı KHK ile ilgili bir nüans bile davaya ihanet konusu olabiliyorsa, Erdoğan’ın “Bize sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik değil, neyi niçin savunduğunu bilen bir gençlik lazım” sözü boşa çıkmıyor mu? Bu tabloyu gören AK Parti’li gençler, herhangi bir hususta lidere sorgusuz sualsiz itaat etmedikleri takdirde “karşı tarafta silüetleri beliren kişiler” olarak anılacakları korkusuyla hareket etmezler mi? ‘Liderin neyi niçin savunduğunu öğrenelim biz de o şeyi o gerekçeyle savunup geçelim’ demezler mi?)

“Bu birlikteliği, bu beraberliği, bu dayanışmayı zedeleyenler bilsinler ki artık bu kervanın samimi yolcuları değildir.” (Birlikteliğin, beraberliğin, dayanışmanın şartı her konuda aynı düşünmek midir ve farklı düşünse de bunu söylemeyenin samimiyeti ne kadar samimidir?) 

“Biz bu yola çıkarken ahdederek çıktık ve bu yola bu akitleşmeyle, bu ahitle çıkarken de şunu bir defa çok iyi bilmemiz lazım, sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık.” (Ne üzerine ahit ve neye sadakat? Bir hatırlatma: Erdoğan, AK Parti’nin kurulduğu 14 Ağustos 2001’de Bilkent Oteli’nde düzenlenen tanıtım toplantısında “Bugün Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak, tekelci bir anlayışa dayanan liderlik anlayışının yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek” demişti.)

“Bu trenden düşenler, kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar ama bu da yoluna devam eder.” (Tren, eski rayında mı? Öyle olmadığını düşünenler bu düşüncelerini ifade ettiklerinde trenden düşmüş mü sayılıyorlar?  Trenden düşmüş sayılıyorlarsa, “Partili üyelerin tüzük ve program dahilinde düşüncelerini özgürce ifade etmeleri sağlanacaktır” ahdiyle yola çıkan trenin gidişatında bir sorun yok mu?)

***

Bence Erdoğan’ın 7 Mayıs 2017’de İstanbul’daki “Uluslararası Münazara Turnuvası” ödül töreninde yaptığı konuşma, daha güzel bir tren yolculuğuna işaret ediyordu:

“Son 14 yılda klavyelerin, tabelaların, harflerin, kelimelerin üzerindeki birçok yasağı biz kaldırdık. On yıllardır yazı ve fikir hayatımıza musallat olan tek tipçi, vesayetçi anlayış yerine farklılıkları zenginlik olarak gören, düşüncenin önünü açan bir bakış açısını biz ikame ettik. Münazaraları ulusal anlamda yapmanın çok önemli faydaları olacağına inanıyorum. Münazara empati kurulmadan yapılamaz. Münazaranın tek bir kazananı yoktur…”