25 Nisan tarihinde Murat Karayılan, 100'e yakın gazeteciyi Kandil'e topladı ve PKK'nın çekilme tarihi açıkladı. 8 Mayıs'ta çekilmeye başlayacaklarını açıklayan Karayılan, tarihi basın toplantısının ardından gazetecilerle sohbet etti. Oslo sürecinde neler yaşandığını anlatan Karayılan, sızıntının cemaat tarafından yapıldığını açıkladı.
Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş ve Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır Karayılan'ın sözlerini köşelerine taşıdı.
İşte o yazıların ilgili kısımları:
Murat Karayılan, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'a Oslo sürecinin başlangıcını şöyle anlattı:
“İlk 2005’te, aracı olan uluslararası kurum bize geldi. BM çerçevesinde bir kurum. 2005’teki ilk görüşmeden sonra 2006’dan itibaren sistematik görüşmeye başladık. Israrla gizli olmasını, basına kapalı olmasını, yönetimde bile çok dar bir kesimin bilmesini istediler. Başbakan’a sonra da MİT’e de gitmişler. Bütün bunlar, 2008 Eylül’de karşılıklı görüşmeye dönüştü. 2008’de Oslo’ya giden heyetimizi, doğrudan uçakla onlar (MİT) götürdü. O zaman da içinde İmralı olmazsa olmaz dedik.” Ben Oslo’ya gitmedim. Olmaz. Şimdi de İmralı’ya gitmem olmaz. Belli bazı kişilerin gitmesi, güvenlik açısından olmaz. Ama arama durumu az olan arkadaşlar var. Onlar olabilir.
Devlet heyeti hep 5 kişiydi. Hepsi MİT mi bilmiyorum. Belki içlerinde başka kurumlar da vardı. Asker değil, Dışişleri olabilir. Buraya da geldiler, neyse karıştırmayın. Hakan, Oslo’daki ilk görüşmede MİT adına gelmemişti. Daha orda değildi. Kasetler onu yıpratmak için, farklı görüşmelerden kes-yapıştır yapılmış. Ona dokunan bölümleri almışlar. - Kasetleri sizce kim sızdırdı? Bence cemaattir. Yazabilirsiniz. Gerçi şimdi onlarla ilişkileri iyileştirmek istiyoruz ama yazın isterseniz.
Murat Karayılan Oslo sürecini Vatan gazetesinden Ruşen Çakır'a şöyle anlattı:
“Önderliğimiz ile sorunların çözülmesi, tartışılması daha doğrudur. Eğer zaten biz ona dönük sıkı bir politika yürütmeseydik bu süreç gelişmeyebilirdi. Devletle bizim aramızda aracı olan, isim vermeyeceğim çünkü ısrarla isimlerinin vermesini istemiyorlar, ama uluslararası ve tanınan bir kurum. Bunların bizimle iletişime geçmesi ilk görüşmemiz 2005’de oldu. 2006’da da ilişkiler sistematik oldu. Bunların şartı şuydu: Evvela gizlilik şartı koyuyor. Basına kapalı olacak. Yönetiminizde dar bir kesim bilecek. Herkes bilmeyecek. İşte yetkili yönetim kaç kişi? Sorudular. Dedim ki 11 kişi. ‘Tamam bu 11 kişi dışında kimse bilmeyecek.’ Böyle birkaç görüşmede sistematik, karşı tarafla da görüşüyorlar. Türkiye’de önce Başbakan’la görüşmüşler. Başbakan onları MİT’e yönlendirmiş. Demiş, ‘O benim temsilcim’. 2006’dan, Emre Taner’in müsteşarlığı döneminden bahsediyorum. Bu sonradan 2008 Eylül ayında karşılıklı görüşmeye dönüştü. Başlangıçta onlar arada mekik dokuyordu. Mesajlar iletiyorlardı. 2008’de onlar bizim bir heyetimizi alıp götürdü. Biz oradan baktık bayağı yetkileri var. Özel uçak kaldırabiliyorlar. O zaman Oslo’da görüşme oldu. Bizzat görüşmede yoktum. Hep istedim ama prensip olarak şehirlere inmiyorum. O zamandan beri bizim anladığımız, direkt bizimle irtibata geçme tercihi ağır basıyor. Biz de hep yok dedik. İmralı bu işin içinde olmazsa olmaz. Biz yürütmedik. Biz paralel yaptık. Nasıl? Diyelim her Oslo görüşmesi öncesi, aslında hepsi MİT mi değil mi bilmiyoruz, asker olduğunu zannetmiyorum ama belki Dışişleri bürokratları olabilir bu kişilerin arasında. Hakan Fidan ilk görüşmeye geldiğinde MİT’te değildi, Başbakan’ın temsilcisi olarak bulundu. Söylemeyeyim ama Oslo’dan sonra da başka bir yerde görüşme oldu. Onu kim sızdırdıysa o dediğim başka yerdeki görüşmeden de sızdırmış. Tek görüşme değil. Farklı görüşmeleri bir araya getirmişler. Daha çok da Hakan Fidan’ı zorlayacak şeyleri koymuşlar. Bence sızdıran cemaat. Şimdi biraz ilişkileri iyileştirmek istiyoruz ama kanaatim öyledir.”