Karayılan, PKK’daki değişimi, “Eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin Bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil” sözleriyle açıklıyor. Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, PKK’nın bir numarası Murat Karayılan ile Kandil'de görüştü. Karayılan PKK’daki değişimi, “PKK eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin evvelce bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit ve özgür olarak yaşamalarını istiyoruz. Şunu belirtmek isterim. Bu bir taktik değildir. Bölücülüğü, yani bağımsız devleti dışlayan süreç 1993’te başladı, 1999’da İmralı ile başladı. Pradigma değişti” sözleriyle açıklıyor. Hasan Cemal’in yazısı şöyle: Karayılan: PKK artık eski PKK değil PKK’nın bir numarası Murat Karayılan‘la geçen cumartesi günü Kandil Dağı’nın eteklerindeki iki odalı, basık tavanlı, kerpiçten bir köy evinde yaptığım dört saatlik görüşmede, bir konuyu sürekli olarak sohbet gündeminde tutmaya çalıştım: PKK’nın silah bırakması... PKK’nın dağdan inmesi... Bir ara şöyle dedi Karayılan: “Bakın, biz aklımızı yitirdiğimiz için çıkmadık dağa. Kimilerinin dediği gibi piknik yapmak için de dağda değiliz.” PKK’nın dağdan inmesi söz konusu edilince, Karayılan’ın yüzüne müstehzi bir gülümseme yayılıyor. Bunun öyle söylendiği gibi kolay olmadığını, bu aşamaya gelinceye kadar yapılması gereken başka işler olduğunu anlatan bir yüz ifadesi bu aynı zamanda... Sıkıştırınca da şu tepkiyi verdi: “PKK silah bıraksın söylemi havaya, yani boşa sıkılmış bir kurşundur. Bıraksın da nereye bıraksın? Nasıl bıraksın? Kime bıraksın? Zemini nedir silah bırakmanın? Silah bıraksın demenin bir anlamı yok. Önce oturalım, konuşalım.” ‘Daha makul bir çizgideyiz’ Murat Karayılan’a göre, PKK’ya ‘terör örgütü’ demekle bir yere gitmek olanaksız. PKK’nın aynı zamanda Kürtlerin özlemlerini yansıttığını, bu nedenle desteğini aldığını söylüyor. Ve hep şunu ekliyor: “PKK eski PKK değil artık.” Değişim nedir sorusuna ise özet olarak şu yanıtı veriyor: “PKK eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin evvelce bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit ve özgür olarak yaşamalarını istiyoruz. Şunu belirtmek isterim. Bu bir taktik değildir. Bölücülüğü, yani bağımsız devleti dışlayan süreç 1993’de başladı, 1999’da İmralı, (Öcalan’ın yakalanıp ömür boyu hapse mahkûm edildiği yıl, HC) ile başladı. Pradigma değişti.” “Nasıl değişti?” “Bakın biz artık ‘demokratik özerk Kürdistan’ diyoruz. Bu özerklikten kasıt, federasyon değildir. Sınırların yeniden çizilmesi değildir. Devletin üniter yapısını da bozmayan bir çözümdür. Mahalli İdareler Kanunu değişir, yerel yönetimler güçlendirilir.” ‘Bizim yaptığımız olumsuzluklar da var’ Murat Karayılan bunları belirttikten sonra, dünkü bölümde de yer aldığı gibi bir noktayı yine vurguladı: “İlk önce silahlar susmalı!” “Sonra?” “Sonra sıra, Kürt kimliğiyle ilgili kültürel haklara,(Burada bir anayasa değişikliğine işaret etmiş oluyor, HC) ve kimilerinin af olarak anladığı ‘toplumsal uzlaşma projesi’ne gelir. Bu iki taraflı bir konu. Bir tarafta silahlı isyanlar yapılmış... Diğer tarafta inkar politikaları izlenmiş... Bunların tahribatları yaşanmış... Kürtlere karşı, bize karşı 17 bin küsur faili meçhul cinayet var... Evet, bizim yaptığımız bazı olumsuzluklar da var. Onun için bu toplumsal uzlaşma projesi diyoruz. Bu karşılıklı, iki taraflı bir şey. Bu proje karşılıklı olarak birbirini affetmektir. Gönüllü birlikteliği yansıtacak yeni bir anayasada uzlaşmaktır.” Şunu ekliyor Murat Karayılan: “Bütün dileğimiz, Kürtlerin kendi kültürlerini özgürce yaşamalarıdır.” ‘Kürt konferansı çözüm zemini oluşturabilir’ Dikkatimi çekiyor. Kandil Dağı’nın eteklerindeki köy evinin basık tavanlı odasında Murat Karayılan’la ben konuşurken, beş kişilik PKK Başkanlık Konseyi’nin iki üyesi Bozan Tekin’le Sozdar Avesta hiç söze girmiyorlar. PKK’nın dağdan inmesi, silah bırakması konusunu bir kez daha açıyorum. Bu defa Kürt Konferansı bağlamında. Özetle şunu söylüyorum: “Erbil’de bütün ülkelerdeki Kürtler için bir pan-Kürt Konferansı toplanacak ve PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılacak; senaryo önceden öyle ayarlanacak ki, PKK da silah bırakma sürecine girecek. Böyle bir beklenti yaratıldı. Ama sonra konferans sonbahara kaldı. Siz mi, PKK mı neden oldu buna?” Kürt Konferansı’yla ilgili böyle bir beklentinin yaratıldığına katılıyor Murat Karayılan. Bu konuda Irak Cumhurbaşkanı ve Kürt lider Celal Talabani’nin oynadığı role gülerek, biraz da alaylı bir dille değiniyor. Ama aynı zamanda Kürt Konferansı’nı önemsediğini belirtirken konuyu şöyle özetliyor: “Konferans fikri başlangıçta bizim fikrimizdi. Ama en sonuncu girişim bize ait değildi. Doğru yaklaşılırsa, bir çözüm zemini yaratabilir bu konferans. Ancak şu da bir gerçek: Böyle bir Kürt Konferansı’ndan ‘PKK silah bıraksın!’ anlamı çıkmaz.” ‘Özal Kürt sorununa kafa yorardı’ PKK’nın bir numarası Karayılan’ın kafasında bir soru var: Yeniden 1990’ların ilk yarısına mı dönülecek? Özellikle 1994’e... Güneydoğu’da yangının birden bire parladığı döneme... Soruyor Karayılan: “Hükümet, 1990’ların başındaki gibi yine her şeyi askere mi havale edecek?” Bunun yanıtı arıyor Karayılan. Özetle şunları söyledi: “1993’de Özal öldü ve bir barış fırsatı kaçırıldı. Özal, Kürt sorununu görebilen ve onu çözmek için ciddi biçimde kafa yoran bir liderdi. 1993’de Özal öldü ve 1994 hakikaten korkunç geldi,(Öcalan gibi Karayılan da Kürt sorunu konusunda Turgut Özal’a son derece olumlu bir yer biçiyor, HC). Yeniden 1994’ü andıran bir saldırı mı geliyor? Bir şeyler hissediyoruz ama emin değiliz. Erdoğan hükümeti sorunu askere havale eder ve bir kez daha kan gölü yaşanır mı? Siz ne düşünüyorsunuz?” ‘Demek asker de bekleyebiliyormuş...’ Murat Karayılan, 29 Mart sonrası dönemi okumaya çalışıyor. Seçimlerde, DTP oylarının düşmesini öngören bir senaryo yazıldığını, Tayyip Erdoğan’ın buna çok angaje olduğunu ve kendine fazla güvendiğini, ancak sonunda hayal kırıklığına uğradığını, çünkü DTP’nin yerel seçimlerden oylarını da, belediye başkanlıklarını da arttırarak çıktığını anlatıyor. Bu senaryoda askerin rolüne de üstü örtülü biçimde işaret ederken şöyle diyor: “29 Mart öncesinde bir tasfiye senaryosu yazıldı. DTP oylarının düşmesine dayalı bir senaryo... Ama gerçekleşmedi. 25 yılın en sakin kışını yaşadık. 29 Mart’a kadar bekledi askeri. Demek asker de bekleyebiliyormuş, (Bu cümleyi biraz da alaylı bir dille söyledi, HC) Asker neden üzerimize gelmedi seçim döneminde? Ama bundan yine de umutlandık biz... Bazı çözüm emareleri gözüktü. Ordunun da yer aldığı yeni bir aşama olabilir diye düşündük. Ama olmadı. Seçimlerin hemen ertesi günü, 30 Mart’ta başladı asker, öyle büyük çapta olmasa da... 14 Nisan’da ise bu kez DTP’yi hedef alan operasyon için düğmeye basıldı. Oysa seçim sonuçları bizi barış ve demokrasi adına umutlandırdı.” ‘2005’teki Başbakan Erdoğan nerede?’ Karayılan, dört saatlik sohbetimiz sırasında sözü bir kaç kez Başbakan Erdoğan’a getirdi. Erdoğan’ın 2005 yılının ağustos ayında, Diyarbakır’da yaptığı konuşmaya değindi. O konuşmasında Erdoğan, “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur; bu konuda devletin de hataları olmuştur; bunlar düzeltilir” demişti. PKK’nın bir numarası, Erdoğan’ın bu konuşmasından bugüne bir şey kalmadığına birkaç kez şöyle bir değinirken, sözü hep aynı noktaya getirdi: Siyasi irade boşluğu... Şöyle dedi Karayılan: “İyimser olamıyorum. En başta siyasi bir irade yok Kürt sorunu konusunda. Bu irade yokluğu çok ciddi bir sorun. Bugün artık generaller de farklı bir şeyler söylemeye başladılar. Ama siyasi irade nerede? 2005’de o sözleri söyleyen Başbakan nerede? 1994’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, üstüne vazife de değilken, Kürt raporu hazırlayarak partisinin liderine veren Erdoğan bugün nerede?” ‘Silahlı mücadele artık meşru savunma çizgisinde’ Karayılan, “PKK eski PKK değil” temasına geliyor bir kez daha. Yine PKK’nın değiştiğini anlatmaya çalışıyor. Basına açık olduklarını, “Gelip bizi bizden öğrensinler” diyor. Mücadele yöntemlerinin değişmeye başladığını belirtiyor. Özetle şunları söylüyor: “Biz on yıl önceki PKK değiliz. Silahlı mücadeleyi de klasik yöntemlerle yapmıyoruz artık. Meşru savunma çizgisi temelinde çalışıyoruz. Kitle faaliyetlerine, sivil itaatsizliğe, siyasal çalışmaya ağırlık veriyoruz. Ama bu arada 6-7 bin silahlı insanı ne yapacaksınız? Onlar bir yerde kazanımların, meşru savunmanın güvencesi... Biz insan ölümünü istemiyoruz. Son dört yıldır sınırlı bir savaş içindeyiz. 1993, 1994’deki gibi değil. Kırsal alanda, üstüne gelirse kendini savunursun.” ‘Dershanedeki patlama da kontrol dışı oldu’ Sonra da şunu ekliyor: “Yeni dönemde, 29 Mart seçimleri sonrasında, yeniden bir savaş dayatılırsa... Bunu düşünmek bile istemiyoruz. Böyle bir dayatma halinde, 1990’ların ilk yarısındakini aşar, çok daha şiddetli olur, iki taraf açısından da. Biz bunu istemeyiz. Ama buna da hazırlıklıyız. İstenmeyen sonuçlar çıkabilir. Biz kontrol dışı bir şey yapmayız. Masum insanlara, sivillere zarar veren, meşru savunma dışındaki askeri eylemler terör sınıfına girer.” Karayılan, bu çerçevede sözü Diyarbakır’da dershane önünde yaşanan o korkunç patlamaya, terör eylemine getirerek şöyle söylüyor: “Çok yanlıştır. Biz de tasvip etmedik. Kontrolümüz dışında oldu.”