Kardeş Türküler solisti: Özyönetim olmalı; ne var kardeşim, zaten yönetemiyorsunuz!

Kardeş Türküler solisti: Özyönetim olmalı; ne var kardeşim, zaten yönetemiyorsunuz!

Kardeş Türküler’in solisti Feryal Öney, özyönetim kelimesinin tabulaştığını söylerken “Ne var kardeşim, zaten yönetemiyorsunuz ki. Özyönetim olmalı” dedi. "Türkiye’nin hiyeraşi kurarak yönetilmeye yönlendirildiğini" savunan Öney, “İnsanlar eşit ve özgür olmak istiyorlar ve kendilerini ‘insan’ hissetmek istiyorlar. Bundan daha doğal ne olabilir? Bunu rahat rahat ifade eden sanatçılar artmaya başladı” ifadelerini kullandı.

Öney, Beyaz Show’da Ayşe Çelik isimli öğretmenin “Çocuklar olmasın” sözlerinden sonra programın sunucu Beyazıt Öztürk’ün özür dileyerek kendine yazık ettiği" görüşünü dile getirerek, “Sadece kendine değil, çok önemli ve güzel bir şey yaşanmıştı orada, buna da yazık etti. Çünkü güzel sözler, naif sözler, dilekler, etrafına toplayacak çok insan bulur. Oradaki ruh hali devam etseydi, Beyaz o an hissetiğini savunabilseydi, ‘içim sızladı’ deseydi, sokaktaki o öfkeli, önyargılı insanları biraz yumuşatabilirdi” diye konuştu.

Cumhuriyet’ten Ceren Çıplak’ın sorularını yanıtlayan Öney’in açıklamaları şöyle:

Kardeş Türküler’in sahnesinde mesela halay başı ille erkek olacak diye bir şey yok, her anlamda eşitlik vurgusunun ritmi var. Siz sahnenizden neler öğrendiniz?

Tam da öyle. 23’üncü yılımıza girdik. Kardeş Türküler projesiyle birlikte çok şey öğrendik. ‘Eşitlik’, ‘özgürlük’ gibi haklar hangi kimlikler için, nasıl işliyor? Kimliklerin talepleri neler? Bunları sorduk, araştırdık, öğrendik. Kimlikler, deyince sadece etnik kimliklerden bahsetmiyorum; kadınların, çocukların, doğanın özgürleşmesi var.

Türkülerin özgürleşmesi var...

İşte orada, geleneksel müzikler dünyasında - özellikle Cumhuriyet’ten bu yana - müthiş bir hiyerarşi var. En önce, diller yasak. Makamlar, komalar, sözler, birçok şey törpülene törpülene gelmiş bugüne. Sadece ‘Türk halk müziği’, ‘Türk sanat müziği’ diye sonradan konan isimler yerleşmiş. Oysa bu topraklardaki geleneksel müziklerin, o dillerin sahiplerince konmuş isimleri var; “oror” Ermenice “ninni” demek, Kürtçe uzunhavalar “kilam” diye adlandırılıyor... Biz de bu isimleri sonradan öğrendik, artık öyle ifade ediyoruz. Biz müziğin, dansın aracılığıyla, en azından sahnede o ayrımcılıklara karşı durmak istiyoruz. Kardeş Türküler projesi bütün ayrımcılıkların karşısında olan bir proje oldu.

Pek çok meşhur Kürtçe şarkı aslında hep Türkçe olarak hafızalarda, siz bunu da kırmaya çalışıyorsunuz değil mi?

Evet, sonradan Türkçeleştirilen pek çok Kürtçe ‘stran’ var. Mesela, İbrahim Tatlıses bunu çok yaptı! Bugünlerde Tarih Vakfı’ndan çıkmış, Özgür Balkılıç’ın hazırladığı bir kitap okuyorum; “Temiz ve Soylu Türküler Söyleyelim - Türkiye’de Milli Kimlik İnşasında Halk Müziği”. Cumhuriyet sonrası yapılan derleme çalışmalarını, bu çalışmalar yapılırken geleneksel müziklerin bir süzgeçten geçirildiğini, sadece Türkçe olanların derlenmesinin yanı sıra, “ulusal kimlikte saklı ‘öz’e zararlı ve bozucu etkiler taşıyan halk şarkılarının temizlendiğini ya da dönüştürüldüğünü” söylüyor.

Bu topraklardaki geleneksel müzik asimilasyona uğradı diyorsunuz, öyle mi?

Evet. Müthiş bir adaletsizlik, törpüleme ve yok etme olmuş. Batı armonisine, ses aralıklarına uygun şekilde çokseslendirmek için, bu toprakların müziğine ait bazı seslerden, komalardan da vazgeçilmiş. Bir dönem, “gençlerimiz türkülerimizi dinlemiyorlar” diye bıdı bıdı yapılıyordu. Eseri, çokseslendireceğim diye ezgisiyle oynarsan, müziği baydırılmış bir hale getirirsen tabii ki dinlemezler. Yapılmış maalesef tüm bunlar.

Kardeş Türküler, geleneksel müziklere nasıl bir düzenleme yapıyor?

KT projesi geleneksel müzik içindeki ritmi, hayatı ve enerjiyi keşfetme çabasıdır da. Önce eserin ritmini, formunu duymaya, anlamaya çalışıyoruz. Ağıt mıdır? Halay mıdır? Onu keşfetmeye çalışıyoruz. Eserin formunu açığa çıkardıktan sonra bağlamadan vokale, perküsyona, herkes o ritimle anlatmak istediğimiz atmosferi kurmaya çalışıyor.

 “Kerwane” albümünde göç şarkılarını işlediniz, “Bahar”da eşitsizliğe uğramış kimliklerle toplanıp baharı karşıladınız. Peki, yeni albümünüzde bugüne bakıp bize müzikle ne anlatacaksınız?

Bugünü anlatmak hemen mümkün mü? Günü, gündemi, günceli yakalamak ve bunun sanatsal ifadesini oluşturup insanlara moral vermek bugün çok zor, önce bizim moralimizin iyi olması lazım. Bir tarih yazılıyor şu anda, bizim de içinde yer aldığımız, çok da müdahil olamadığımızı gördüğümüz. Zorlanıyoruz bunun müziğini yapma konusunda, ama yapacağız.

Cesedi Emniyet aracının arkasından sürüklenen bir beden... Çocuklarıyla kahvaltı yaparken eve isabet eden roketatarla yaşamını yitiren bir anne... Hemen yanı başımızda yaşanan bu fotoğrafta neler görüyorsunuz?

(Sessizlik...) Hepimizin kendini kötü hissetmesinin sebeplerinden biri, sivillerin öldürülmesi. Doğu’da ciddi bir savaş var. Orada büyük bir insanlık suçu işleniyor. 90’larda neler yaşandığını biz bir kesim, bazı muhalif gazetelerden öğreniyorduk ama artık herkes, anında öğreniyor. Bilmiyorduk, duymadık, deme hakkı yok kimsenin. Son dönemde, akademisyenlerin imzasının gündemin birinci sırasına oturmasıyla, toplumun farklı kesimlerinden ses çıkmaya başladı. “Bu savaşa ben de itiraz ediyorum” diyenler çoğaldı. Bu durum biraz moral verici. İnsanların öldürülmesine özellikle müzisyenlerin, tiyatrocuların, edebiyatçıların, öğrencilerin... karşı olması çok doğal ve biz hep karşı olacağız. Evet, bizler ölümden değil yaşamdan yanayız. Böyle giderse bunu mahkeme kapılarında da söylemek durumunda kalabiliriz, ama yine söyleyeceğiz. Bu talep o kadar insani, o kadar naif ki...

Duvarlara “Türksen övün değilsen itaat et” yazıyorlar...

Feci. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Bir duvara “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazmışlar. Halktan birileri de bir kısımını silerek, “Ne Mutlu Türkü Söyleyene” olarak bırakmış... Yüzümü güldürdü. O yazıları nasıl bir duygu yazdırıyor çok merak ediyorum; sadece Türk olmak mutluluk vermemeli insana. Bu da tabu bir cümledir ya, “Türk milleti zekidir, çalışkandır”. Dokunulmazdır. Ben de Türküm ama pek çok özelliğimle, zaafımla mücadele ediyorum. Böyle kendimizi doldura doldura, kandıra kandıra altını boşaltmışız pek çok şeyin.

Peki, “kardeşiz” kelimesinin altı da yavaş yavaş boşaltılıyor mu?

Herkes “kardeşiz” diyor ama nasıl bir kardeşlik? Biz yıllardır söylemeye çalışıyoruz, adımız Kardeş Türküler ama eşitlik talep eden bir kardeşlik istiyoruz. Ağabeylerin, ablaların, ‘hak veren’lerin olmadığı, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir kardeşlik. Öyle olmayacaksa biz de “kardeşlik” kelimesinin bu kadar rahat kullanılmasından rahatsızız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın barış bildirisine imza atan akademisyenlere, aydınlara “cahilsiniz, alçaksınız, zalimsiniz” demesini nasıl yorumluyorsunuz?

O kendi insanlığına kalmış, bir şey diyemem ama kimse kimseyi hedef gösteremez. “Onlar onlar” diye yıllardır birilerini hedef gösteriyor, bundan vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü maalesef bu ülkede birileri hedef gösterildiğinde boşa gitmiyor. Hrant Abi’den, Tahir Elçi’den biliyoruz. Eşitsizlik, haksızlık itiraz doğurur. O yüzden, akademisyenler, sanatçılar, feministler... sivillerin öldürülmesinden rahatsız olan herkes, belki daha da çoğalarak devam edecek “barış” demeye.

Bugünlerde kendinize sorduğunuz sorular ne?

Dönem dönem, ‘Ben bu dünyaya neden geldim? Bu dünyada olmak istediğim şey bu muydu’ diye soruyorum. Neyse ki cevabım “evet” oluyor. İstediğim işi yapıyorum ve istediğim insan olmaya çalışıyorum. Bazen bir araya gelince, “Sanat yaparak acaba bir şeyleri değiştirebiliyor muyuz” diye soruyoruz. Zaman zaman sonuçlarını görünce, insanlarla sohbet edince içimiz rahatlıyor. Müzik yaparken, sanat yaparken öğrendiğimiz şeyler bir konser gecesinde binlerce insana geçebiliyor. Müzikle, insanlara, vicdanlarına iyi geldiğini hissedebiliyorsun. 22 yıl boyunca sanat yoluyla insanların önyargılarını kırabildiğimizi düşünüyoruz.

Ben bir öğretmen çocuğu olduğum için, o tedrisattan geçtiğim için, genelde bir işi saatinde yapmak, bir iş verildiyse rahat uyuyamamak gibi yönlerim var. Mayam böyle. Köşelerim var. Grup içinde iş yaparken, o köşeler ortamı gerebiliyor. Fakat müzikle kurduğum ilişkide, müzik zevkimde o keskinlikler yok. Çocukluğumdan itibaren, her dönemin popüler müziğiyle haşır neşir oldum. Mesela daha küçücük bir çocukken dinlediğim plaklar (Cem Karaca, Ajda Pekkan, Zeki Müren, Safiye Ayla, Kamuran Akkor, ...) müzik zevkimi, solist olarak şarkılara yaklaşımımı, yorumculuğumu belirledi.

 

'Beyaz yalnızca kendisine yazık etmedi'

 

“Beyaz programda Ayşe Öğretmen’e gönülden hak verdi, çok net görülüyordu bu. Eğer can korkusundan dolayı geri adım attıysa, bilemem, bir şey diyemem, daha insani bir sebeptir. Fakat kariyer içinse çok yazık etti. 20 yıl o programı yapmışsın, bırak artık, bu noktada kariyerini düşünme. Sadece kendine değil, çok önemli ve güzel bir şey yaşanmıştı orada, buna da yazık etti. Çünkü güzel sözler, naif sözler, dilekler, etrafına toplayacak çok insan bulur. Oradaki ruh hali devam etseydi, Beyaz o an hissetiğini savunabilseydi, ‘içim sızladı’ deseydi, sokaktaki o öfkeli, önyargılı insanları biraz yumuşatabilirdi.”

 

'Özyönetim olmalı'

 

“Özyönetim olmalı. ‘Özyönetim’ tabulaşan kelimelerden. Ne var kardeşim, zaten yönetemiyorsunuz ki. ‘Muktedir’ olarak yönetmek istiyorsunuz sadece. Hiyerarşi kurarak yönetmek istiyorsunuz. İnsanlar eşit ve özgür olmak istiyorlar ve kendilerini ‘insan’ hissetmek istiyorlar. Bundan daha doğal ne olabilir? Bunu rahat rahat ifade eden sanatçılar artmaya başladı.