Karsu: Pandemide insanı insan yapanın sanat olduğunun farkına vardım

Karsu: Pandemide insanı insan yapanın sanat olduğunun farkına vardım

T24 Haber Merkezi

Jaz müziğini yeni bir formla buluşturan Karsu ile hayata ve müziğe bakışını konuştuk... İçtenliği ve müzikal tarzıyla herkesin sevgisini kazanan genç müzisyen Karsu, kendi olmanın benliğine ve müziğine kattı değerleri ifade ederken müziğin “enternasyonal bir dil” olduğunu söyledi. Dinleyicilerini hem güldüren hem de düşündüren ifadeleriyle kalplerimizi bir kez daha fethetti. Pandemide sanatın ne kadar önemli olduğunu anladığını söyleyen Karsu, "Ben temel ihtiyaçların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat pandemide insanı insan yapanın sanat olduğunun farkına vardım" dedi.  

Size bakınca özünü bir başka coğrafyada doğmuş olmanıza rağmen hiç kaybetmemiş birini görüyorum. İçten, samimi, kendinden başka biri olmaya çalışmayan, coşkulu, hayat dolu genç bir kadın. Böyle bıcır bıcır çocuk gibi ama öte yandan tecrübeler edinmiş, insanları tanıyabilen daha yetişkin bir kadın da aynı zamanda. Adınızı, müziğinizi ilk duyduğum yıllarda da bana böyle gelmiştiniz, yani sizin caz müziğini icranız bile hiç caz işitmeye tahammülü olmayan birini bile cezbedebiliyor. Sanki içinizde yaptığınız her işe katkısı olan bir başka ruh var, bunu müziğinize de yansıttığınızı söyleyebilir miyiz? 

Teşekkür ediyorum. Ben ben olduğum için bir başkasının bana bakışı benim  dikkatimi çekmiyor. Fakat sanırım her iki toplumda büyümenin getirdiği harmanlanan bir kültür içinde yetişmemle ilgili bir durum. Türkiye’de çok hayret ediyorlar, fakat benim için bu normal. Çünkü benim bildiğim bu. Ve sanırım Hollanda, Türkiye ve hatta dünya insanı olarak her yerden ilham alıyorum ve müzik besteliyor olmamdan kaynaklanıyor bu benim. 

Müziğe girişinize dair pek çok röportajda, televizyon programında konservatuvara alınmadığınızı hep dile getirdiniz. Bunu ilk kez beş yıl önce konuşmacı olarak katıldığınız üç yaşında babanızın kayda aldığı bir videonuzla başlayan TEDx İstanbul konuşmanızda da dile getirmiştiniz. Sonrasında daha coşkulu daha kararlı adımlar attınız üstelik her şeye rağmen. Bir şey insanda çocukluktan gelen bir tutkuyla maya alınca sanırım onu hiçbir güç engelleyemiyor. Bu ciddi reddedilişin sizi durdurmaya sizce neden gücü yetmedi? 

Ben, evet konservatuvara alınmadım. Fakat kalbim müzikleydi. Bırakamıyordum. 18 yaşındaydım müracaat ettiğimde ve 4 yıldır da beste yapıyordum. Birçok müzik yarışmasını kazanmıştım. Kendime güvenim vardı. “Deneyeceğim” dedim ve devam ettim: tuttu! 

Tabii ki arkamda destek vardı. Ailem ve sonra birlikte çalıştığım güzel insanlar. 

Belki bizim kültürümüze has bir şeydir ama ne iş yaparsanız yapın ona kattığınız yorumlama biçimi önemlidir. Bir yazı yazarsınız farklı bir açıdan baktığınızı söylersiniz bu biçimde ya da keman çalarken perdeleri basıp nağme yapmak gibi. Bu yemek yaparken de öyle sanırım. Yorumunuzu katarak, kendi üslubunuzu, tarzınızı ortaya koyarak ve tabii ‘asıl’ olanı bozmadan. Akademi de, alaylı eğitim de  -çekirdekten gelmek yani- yorumlama kabiliyeti istiyor ama bunu kabullenmiyor da bir bakıma. Bir müzisyenin ön kabul koşulları çıkıyor dolayısıyla ortaya. Sizin için bir şeyin kabul görmesi için yorumlama biçimi, önemli mi? Neden önemli? 

Benim konservatuvara kabul edilmemem bana çok daha yararlı oldu. Konservatuvardaki doçentler değil, ben kendi stilimi geliştirdim. Konservatuvarı bitirmiş olsaydım, orada verilen derslere göre söylemem ve yorumlamam gerekirdi. Yani beyindeki kreyatif bölümü körleştirirdi. Şimdi, ooohh rahat, kebap… İstediğim şekilde besteliyor ve söylüyorum. Ben beğeniyorum ve seyircilerimde beğeniyor. 

-Bir mülteci çocukla karşılaştığınız o günü anlatırken “Eve döndüğümde bunu nasıl anlatacağım?” Demiştiniz, yine bir konuşmanızda. Bunun için müziğin “Enternasyonel bir dil” olduğunu vurgulamıştınız. Hangi dalda olursa olsun sanatın şu özelliği insanı yaşatıyor sanırım; konuşarak ifade edemediğimiz ya da ne kadar dillendirsek de o biricik duyguyu karşıya iletemediğimiz durumlarda yazı, heykel, resim, müzik gerçekten de o biricik duyguyu aktarırken insana temas etmede daha mı güçlü? 

Sanatın ne kadar önemli olduğunu bu pandemide anladım. Ben temel ihtiyaçların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat pandemide insanı insan yapanın sanat olduğunun farkına vardım. Onun için bu pandemi döneminde bir hastanenin Corona bölümünde her Perşembe mini bir konser veriyordum ve çok güzel anlar yaşadık. Her memleketten insanlar vardı. Bir yaşlı amca (Türk), “Ah piyano arkasında şarkılar söyleyeceklermiş” diye düşünüp odasından çıkmıyordu. Ne zaman “Leylim ley” şarkısını duydu, odasından çıktı ve birlikte söyledik. Ardından Amsterdam hakkında söylediğim şarkı da Hollandalı hastaların çok hoşuna gitti ve bir an olsun hasta olduklarını unuttular. 

Şu an Hollanda’da çok tutulan bir müzik programına katılıyorum. Her Perşembe yayınlanıyor. Geçen hafta “Hijo de la Luna şarkısını İspanyolca söyledim ve inanılmaz çok reaksiyon geldi. Düşün, İspanyolca ve herkes “Tüylerimiz diken diken oldu” diye yazdılar. Müzik enternasyonal bir “dil”.

Türk toplumunda babalar sanatsal alanlara pek hoş bakmaz. Babanızın desteğini almış olmanız da önemli ve güzel. Aileniz müziğe doğru yönelmiş olmanızda ne kadar etkili oldu?

 Biz ailecek birbirimizi sıkı tutan ve destekleyen çekirdek bir aileyiz. Hem annem, hem babam kendi çoçukluklarında şartların getirmiş olduğu nedenlerden dolayı yapamadıklarını “Çocuklarımıza sunacağız“ demişler. Eğitim ve öğretim ikisi için de çok önemli idi. İlle üniversiteye gitmenize gerek yok. “Hobinizi meslek edinin ve en iyisi olmaya çalışın” dediler. Sanırım bu politikadan yola çıktım ben. Evet, babamın desteği ve almış olduğum kararlarda arkamda olması tabii ki benim için çok önemli.

Sizi kısa zamanda sevdiren şey -benim için- müzikle, yaptığınız işlerle ilgili hikâyelerinizin olması ve bunları olduğu gibi süslemeden, abartmadan aktarabiliyor, anlatabiliyor olmanız. Peki, bu hikâyeler mi şarkılarınızı doğuyor, yoksa şarkılarınız sonradan da bir hikâye yaratıyor mu? Örneğin; bir trafik kazası sonrası anlattıklarınız ve “Siyah” adlı şarkının akrabalık derecesi var mıdır? 

Bu müzik mesleğinde çok geziyor, her topluma girip çıkıyorsun, çok acayip durumlarla karşı karşıya kalıyorsun. Örneğin; 2021’de Türkiye’de orkestra ile turladık ve Çingene kampında, hapishane önünde konserler verdik. Fakat aynı zaman Hollanda kraliçesinin bulunduğu bir davetiyede Ankara’da aynı masada yemek yedik. Bu olayları yaşadığında yeteri kadar malzeme oluyor. Siyah; teksti nasıl okuduğunuza bağlı... )

Şu yanınız çok hoş hem tekrar söylemek hem de buradan bir soru yöneltmek için tekrar ediyorum: Yalnızca bizim coğrafyamızda değil, pek çok coğrafyada “anlatıcı kadınlar” vardır. Gelenekler, sözlü tarih bu sayede yaşar biraz da. Siz de çok iyi bir anlatıcısınız. Bu anlatılar, bu hikâyeler bir gün bir kitaba döner mi? 

Tabii ki bir gün dönecek, çünkü o kadar hayret edilecek olaylar yaşadım ki... Yalnız zamanım yok. O kadar proje, konser, yemek programları vesaire yapıyorum ki. Tam kariyerimin zirvesindeyim sanırım. Şu an, “Durun, ben kitap yazacağım” diyemem.

Kitap lafzını etmişken, Karsu ne tür kitaplar okur? Kitap okumaya vaktiniz oluyor mu? Türkiye’den ve dünyadan hangi yazarları takip ediyorsunuz müzikle ilgili olarak da tabii? 

 Evet, kitap okuyorum. Yolculukta ve pandemi döneminde zaman buldum. Thriller, biyografiler, yemek kitapları alıyorum ve okuyorum. Okumak çok önemli… Yazdığım besteler için de ilham veriyor. 

Irkçı, sınıfsal, ayırt edici, zalimce elemeler yapan hiçbir şeyden hoşlanmadığınızı biliyorum. Ayrımcılıktan da hoşlanmıyorsunuz, bu en sevdiğim yanınız. Bunu pandemi döneminde bir otelin spor salonunun sizin için kapatıldığını anlattığınızda da öğrenmiştik zaten. Ayrıcalıklı olmak sizi utandırıyor mu? Yani herkese aynı muamele edilmesi, saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorsunuz değil mi? Herkesin eşit olduğunu toplumlar ne zaman nasıl öğrenecek sizce? 

Bu zor. Çünkü çoğu zaman bilerek yapmıyor insanlar. “Hizmet vereyim”, pozitif düşünceyle yapmıştır spor salonu sahibi de. Yalnız benim diğer orada bulunan kişilerden farkım yok ve aynı muameleyi bana da uygulamalarını isterim. Ben şöyle derim; benim konserime yaşlı bir nene gelip bakabilir ve kocaman bir holdingi olan biride. Ben bunların arasında nasıl ayrımcılık yapayım? 

Yalnız ne zaman ayrımcılık zararlı, onu Ahmet Ertegün turumuzda sahneledik (Atlantic Records kurucusu Kim olduğunu bilmiyorsanız google-layın). Siyahî insanlar ABD’de arka kapıdan girerlermişti. Bu kuralı ilk değiştiren Ahmet Ertegün olmuş. Martin Luther King Türk elçisine teşekkür mektubu göndermiş.

Müzikten çok az söz etmiş gibi görüneceğiz belki ama aslında müzikten çok söz ettik bence şu ana kadar. Müziğinizin içindeki her şeyden söz ettik. Kişiliğinizden, düşünce yapınızdan, anlatıcılığınızdan vb. Son olarak şunu sormak istiyorum; Bu ülkeyi asla kıyaslamıyorum başka bir ülke ile ama bir dünya görüşünüz var, dünyaya bakma biçiminiz… Eğitimden, sosyal yapıya, kültürlenme biçimine kadar -okullardaki müzik eğitimi de dâhil-  bu ülkeyi nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ülke deyince hangi ülkeyi anımsıyorsunuz? Yukarıda yazdığınız gibi ben o ülke, bu ülke olarak anımsamıyorum. Dünyanın neresine giderseniz gidin eğitim çok önemli. Yalnız metodlar her memlekette farklıdır. Annem eğitim uzmanı. Sanırım okullardan fazla evde aldığım eğitim beni ben etmiştir.

Beni kırmadınız yanıtladınız. Teşekkür ederim.

 Ben teşekkür ediyorum.