Katliam ve direniş: Kaz Dağları

Fotoğraf: Osman Örsal

Kaz Dağları/Kirazlı

“Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat.”

Çanakkale merkezden Çan yoluna girdiğinizde sizi yeşillik karşılıyor. Öyle çok beklemenize gerek yok, şehrin ana caddelerinden ve bayram dönüşü trafiğinden sıyrılıp çıkıyor, içinde kimler olduğunu düşünmemeye çalışarak Çanakkale Kapalı Cezaevi'ni arkanızda bırakıyorsunuz ve biraz sonra yeşil, yemyeşil başlıyor. Tek tük zeytin bahçeleri var yolun kenarında, ön koltuktan Hasan Cemal gördüğü ağaç türlerini saymaya başlıyor: Ceviz, çınar, meşe, çam…

İleride, sanki bir kartpostaldan fırlamış gibi gözüken ve göçebe tarihimizin mimari zevksizliğinden uzak Serçeler Köyü'ne gelmeden Atikhisar Barajı var. Çanakkalelilerin, bölgedeki STK'ların yıllardır “ATIKHisar olmasın” diye mücadele verdikleri baraj gölünün yanı başında duruyoruz. Sadece direnişe konu olan Kirazlı'daki maden arama sahasının değil, çevrede bulunan diğer onlarcasının da bölgedeki yeraltı suları ile akarsulara siyanür karıştırabileceğine dikkat çekiliyor. Tüm bu sular da en nihayetinde Çanakkale'nin tek içme suyu kaynağı olan Atikhisar'a bağlanıyor.

Uzun uçuşlarının ardından gölete doğru pike yapıp su içen kuşları arkamızda bırakarak ilerlemeye devam ediyoruz; barajı besleyen ana dere bir sağımızda bir solumuzda kalıyor ve bir anda arabadan keskin bir uyarı sesi yükseliyor. Günün ilk şanssızlığıyla kendi aracımızı Silivri'de bırakıp yerine kiraladığımız arabanın yağı bitmiş, bayram tatili yoğunluğunda kimse kontrol etmemiş. Çaresiz, yol yardımın gelmesini ve bize yağ getirmesini bekliyoruz yolun kenarında.

Maden alanı gerçekten Kaz Dağları'nda mı? | Yoldayız, araba bozulmuş, yardım geliyor: Kaz Dağları'ndayım ben, başka birini gönder

Su Ve Vicdan Nöbeti'nin sürdüğü, Çanakkale merkeze yaklaşık 40 dakikada mesafedeki bölgenin Kaz Dağları'na dahil olup olmadığına dair bir tartışma var. AKP hükümetinin yetkilileri ve onlara yakın medya maden alanının “Kaz Dağları'nda bile olmadığı” konusunda hemfikir, bilim insanları ve akademisyenler ise milli park içinde yer almasa da ‘bölgedeki yükseltilerin aynı tektonik hareketlerden kaynaklandığını ve Biga yarımadası ekosisteminin bu sebeple bir bütün olarak değerlendirilmesi' gerektiğini söylüyor.

Biz bunu konuşurken yol yardımı geliyor, malum bayram dönüşü, çok yoğun, bizim yanımıza ulaşıp arabaya doğru yürürken telefonu çalıyor:

“Ben şu an Kaz Dağları'ndayım abi, o tarafa gelmem çok zor, başka birilerini gönderin.”

Bayram dönüşü birkaç metre ötesine yıldırım düşen bir arabanın yanından gelmiş, birkaç yıl önce civarda benzer bir kazayla hayatını kaybeden meslektaşımız Kerim Ökten'i tanıyor, kazanın olduğu bölgeyi biliyor; eski motorcu zaten, İstanbul'dan birkaç yıl önce taşınmış Çanakkale'ye, soruyor: 

"Nasıl şimdi abi oralar, hani madenin olduğu yerler?"

"Gelsinler abi, kimsenin babası dikmedi o ağaçları, öyle kolay değil; ihtiyaçları var mıymış, gidemesek bile bir yardımımız olsun"

Bilmiyoruz, daha gidemedik, okuduklarımızı, izlediklerimizi, neden orada olduğumuzu anlatıyoruz, birçok insanın alana gittiğini, orada çadırlarda kaldığını, çok daha fazlasının da Fazıl Say konseri için yolda olduğunu söylüyoruz, yanımızdan kamp malzemeleriyle motorcular, karavanlar geçiyor; bir taraftan yağı dolduruyor, diğer taraftan arabanın kiralık olmasından kaynaklanan diğer marazlarını kontrol ediyor: 

"Gelsinler abi gelsinler; kimsenin babası dikmedi o ağaçları. Öyle kolay değil. Siz şimdi gidince bir sorun; ihtiyaçları var mıymış, gidemesek bile bir yardımımız olsun. İş biraz hafifleyince götüreyim ben."

Yağ tamam, akü bizi değil de bir başkasını yakın zamanda yolda bırakacak ama şimdilik tamamız. Sabah 09:00'da İstanbul'da başlayan, iki araba bozmalı yolculuğumuzun 10. saatinde kamp alanına ulaşıyoruz: Balaban Direnme Tesisleri.

"Neden bunu yapıyorlar?"

Konser öncesinde gelenler için yeni çadır alanları ayrılmış, daha öncesinden o alanda olanlar çadırlarını hem sahneye hem de bir gün sonra gelmesi planlanan kalabalığa yer açmak için biraz daha dışarıya taşımış. Çadır alanına yürürkenki yola park etmiş araçlardan birinin camlarından iki küçük çocuk sarkıyor, yanlarında anneleri var, soruyorlar: 

-Sincaplar? -Kardeşimiz. -Ağaçlar? -Kardeşimiz. -Doğa? -Kardeşimiz. -Ama o zaman neden bunu yapıyorlar? 

Kamp alanında bir sonraki gün için hazırlıklar var, foto muhabir, muhabir, baş yazar, -T24'ün 'dev ekibi'- dağılıyoruz; her birimize neler olduğunu anlatmaya hazır birileri var. Türkiye Cumhuriyeti, -devlet-, mevcut haliyle hepimizi bazı konularda 'uzman' kılıyor; birileri geliyor hemen, artık öğrenmişler, siyanürle altın nasıl çıkarılır; ÇED raporu nedir, neden verilir, nasıl itiraz edilir... Alana yerleştirilmiş haritanın hemen başında; "Sadece burası değil" diyor birileri, "Çok daha fazlası var..."

"Karanlığa teslim etseniz de bugünleri, tarih yazacaktır direnenleri..."

İki arkadaş, ikisi de Mehmet, Akçay'dalarmış; "Neden gitmeyelim ki" demişler, buraya gelmişler. Bir sene sonra, iki arkadaş yine yollara düşerlerse kamp yapabilecekleri, doğanın tadını çıkarabilecekleri yerler olsun istiyorlar. 'Mehmetler'in tatilinden bambaşka bir rotayla, Assos'ta tatillerini yapan bir aile var, küçük çocuklarıyla gelmişler; 'oğlanlar neye sahip çıkması gerektiğini öğrensin' istemişler. Oğlanlar şeker istiyor, bir de hep şu sloganlarda adı geçen sincapları çok merak ediyorlar, sincaplar yok. 

Etrafta asılı dövizlerin, pankartların fotoğraflarını çekiyoruz; foto muhabirimiz uzaktan bizimle eğleniyor:

-Kaz Dağları cehennem çukuru olmasın. -Emperyalist şirket Kaz Dağları'nı terk et.-Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. -Oksijen dağımız zehirli ölüm dağı olamaz.-Kaz Dağları'nın üstü altından değerlidir. -Her ağacı tek tek savunacağız.-Karanlığa teslim etseniz de bugünleri, sonsuz değildir iblisin geceleri, yüreklerindeki özgürlük ateşi, yakacaktır hainleri ve korkarak sinenleri, tarih o zaman yazacaktır direnenleri...

Ve en başında da yazdığı gibi, “Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat...” 

Alanın en başında karşılıyor aslında bizi, mavi bir çadırın hemen yanı başındaki ağacın üzerinde. Kiminle tanışsam, nereye yürüsem mırıldanıyorum:

"Suların sesini dinle şimdi  ormanın fısıldayışlarını  usulca yarılıyor dağların göğsü  bir aşkı dinlendirmek için..."

Gece kamp alanından ayrılıyoruz; sabahın erken saatlerinde yeniden oradayız. Saat 11:00'de başlaması beklenen konser için 07:30 gibi çıkıyoruz Çanakkale merkezdeki otelden. Kentin hemen çıkışındaki Jandarma kontrol noktasında arama var, bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz, "Kesin burada durdurulacağız" dediğimiz yerde ise herhangi bir hareketlilik yok. Engelleme değil ama çaktırmadan 'geciktirme' olur mu diye endişeliyiz ama arkamızda kalanlardan böyle bir şey duymuyoruz. Jandarmanın güvenlik sağlama çalışmaları 'oyalamaya' dönüşmüyor. 

Fazıl say izdihamı: "Ablacım Tarkan değil ki bu, dinlesen yeter" 

Alana girenlerin üzerleri aranıyor, kesici ve delici aletlerin yanı sıra çakmakları da güvenliğe bırakmak lazım: Sigara içmek yasak. Bir önceki gün kurulumunu izlediğimiz sahnede bu kez sound check yapılıyor; saat daha erken, izdiham yok. Zaman ilerledikçe, insanlar fazlalaştıkça gerginlik de hafiften artıyor; tamam, doğayı korumak, geleceğimize sahip çıkmak için geldik ama Fazıl Say'ı da en önden görmek istiyoruz. Sahneden yapılan anons birkaç kez yankılanıyor; utanıyoruz: "Lütfen ittirmeyin; öndeki alana direnişe destek vermek için gelen görme engelli dostlarımızı aldık."

Bu açıklamanın yapılmasının neden gerektiğini, gerektirildiğini düşünürken onlarca yıllık ağaçların gövdesinde utanıyoruz; Fazıl Say sound check için geçtiği piyanonun başında alkışlarla karşılanırken; alandaki teyzelerden biri foto muhabirimiz Osman Örsal'ı çekiştiriyor: "Sen eğilecek misin, çekilecek misin, orada duracak mısın?" Bitmiş, yorulmuş, cevap geliyor:

"Ablacım Tarkan değil ki bu, dinlesen yeter." 

Hem direnişe destek veren hem de Fazıl Say'ı dinlemeye gelen kitle birbirini klasik müzik konseri dinlemek konusunda eğitmeye çalışırken konser başlıyor; önce Say'ın kendi besteleri Ses ve Kara Toprak, ardından da herkesin içini titreten o açıklama geliyor heybetli çam ağacının altında duran o kuyruklu piyanonun hemen yanı başından:

"Bugün burada bu kadar büyük bir kalabalık olması, bu kadar aydın insanların doğayı korumak için bir araya gelmesi beni de çok heyecanlandırdı ve çok mutlu etti. Onur duydum Türk halkıyla bugün" 

TIKLAYIN - Fazıl Say, Kaz Dağları için on binlerce kişiye çaldı: Bugün Türk halkıyla onur duydum

Fazıl Say ve Emine Teyze: "Yemek yaparken güzel olur bak o hareketlisi"

Müzik kulağım yok, -ne yazık ki hiç yok- ama özellikle Say üçüncü şarkıya geçtiğinde çaldığının ne olduğunu ben bile anlayabiliyorum: Türk Marşı. Alana yayılmış masalardan birinin üzerindeyim ve paçamdan bir teyze çekiştiriyor, çünkü Fazıl Say'ı görmek istiyor, çevresindekilerin aksine gazeteci olup olmamamla, işimi yapmamla ilgilenmiyor, FAZIL SAY'I GÖRMEK İSTİYOR. Kulağımda biraz önce tanıştığım Özge'nin sesi, ailesiyle gelmiş: Neden yakına gitmek istiyorlar, izlemelik konser değil ki bu? 

Alana düşen, bizi bütün bir konser boyunca koruyacak güneşin altında kalırken o bile biraz sakinleşiyor, ben de daha fazla kızdırmak istemediğimden iniyorum olduğum yerden; etrafta dolanıyorum. Emine Teyze ile komşusu Çanakkale'nin köylüsüymüş, domates yiyorlar Fazıl Say'ı dinlerken; "Ne kadar güzel çalıyor değil mi? Oğlana desem ben şimdi telefondan, yükler mi acaba?"

"Yemek yaparken güzel olur bak o hareketlisi" diyor Emine Teyze, yavaşlardan da içleri bir hoş olmuş ama "O dinlenmez canım domates rendelerken."

"Bunları durdurmazsak her şey bitecek"

Geniş alanda uyuklayan da var, oturup da göğe bakarken farkında olmadan yavuklusunu koluyla kendine göre çeken de. Bölgedeki diğer maden arama sahalarını da gösteren tabelanın önünde bir çift duruyor; erkeğin üzerinde belediye yeleği, eşi hamile. "Bunları durdurmazsak her şey bitecek" diyor; eşinin eli ister istemez karnına gidiyor... 

Fazıl Say, Erik Satie çalarken kuşlar bile bir farklı ötüyor, Truva Savaşı'nı anlatan parçalarda bölgenin bu hikâyelere aşina toprakları ayrı bir kıpırdanıyor ve en sonunda, tam da ikinci şarkıda buralara gelen bulut yavaşça alandan ayrılırken İzmir Marşı başlıyor: 

"İzmir'in dağlarında çiçekler açar..."

"Çekin oraları çekin, herkes görsün"

Konser biterken, alanda tanıştığımız birilerinin eliyle işaret ederek, "Bu hat çıkmaz sokağa gidiyor; direğin bittiği yerde maden alanı başlıyor" diye anlattığı yere doğru yürüyoruz. Bizimle birlikte yürüyen herkeste ulaşma heyecanı var, yolun solundan dönenlerin suratları bitik. "Yol acaba bir yere çıkmıyor mu, bize mi söylemiyorlar; dönmek için de çok geç" diye düşünerek 40 derece güneşin altında yürürken karşıdan bir teyze geliyor, gözleri dolu dolu: Çekin oraları çekin, herkes görsün! 

Fazıl Say konserinin gerçekleştirildiği alanda anons yapılmış, "Bugün maden bölgesine yürüyüş yok"; ama yine de oralarda neler olduğunu görmek isteyen bir avuç insan yolda. Uca doğru vardıkça hem insan sayısı azalıyor hem de suratlar düşüyor. Bir tepe, bir tepe daha; sonuna geldiğimizde uçsuz bucaksız bir yokluk.

Edirne'den gelen bir aile en uçtan dönüyor; evin kızı ağlıyor, arkasından yürüyen anne ve baba hem biz gazetecilere hem de konserin maden alanından o kadar uzakta yapılmasına sinirli: 

"Artvin'deki gibi olmalıydı burası da, taşsa da taş, engelleyecektik işte direnerek. Neden uzakta yaptılar konseri? Buraya gelseydi, görseydi insanlar. Göstermiyorsunuz siz de."

TIKLAYIN - Foto galeri | Katliam: Kaz Dağları

Direnişin en büyük ihtiyacı: Elektrik

Kaz Dağları'ndaki direniş, daha önceki karşı çıkışlar, direnişler, yargı süreçleriyle birlikte aslında aylardır, yıllardır sürüyor. Kanadalı Alamos Gold şirketinin Kaz Dağları'ndaki Kirazlı Köyü yakınlarındaki maden arama çalışmalarına karşı başlatılan Su Ve Vicdan Nöbeti de bugün 30. gününe girdi. Kaz Dağları’ndaki duruma dair direniş, pazartesi günü alınan kararla iki kola ayrıldı. Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonu, pazar günü gerçekleşen konser sonrasında 'yangın tehdidi nedeniyle' eylem alanındaki çadırlı konaklamayı sonlandırma kararı alırken; Çanakkale Belediyesi'nin de bileşeni olduğu koordinasyonun kararına rağmen 'çadırlı nöbet'in bir sembol olduğunu savunan bazı aktivistler alanda kalmaya devam ediyor. Bölgede konaklamaya devam eden direnişçilerin en büyük ihtiyacı enerji.

TIKLAYIN - Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyonu Kaz Dağları'ndaki çadır nöbetini sona erdirme kararı aldı

Bölgedeki aktivistlerden biri, cuma günü T24'ün telefondaki sorusuna şöyle cevap veriyor: 

"En temel ihtiyaç enerji ihtiyacı. Hem aydınlatma hem yiyeceklerin korunabilmesi hem de iletişim ve burada yaşananların duyurulabilmesi için cep telefonlarının şarj edilmesi için elektrik elzem. 

Halk ve çevreciler, maden sahasındaki ağaç kıyımına, çevre katliamına tepki gösteriyor. Bölgede, TEMA Vakfı'nın hesaplarına göre 200 bine yakın ağaç kesildi. Altın ve gümüş ayrıştırmak için kullanılacak siyanürün Çanakkale'nin tek içme suyu kaynağı olan Atikhisar Barajı'nı zehirlemesinden endişeleniliyor. Şirket ise projenin Atikhisar Barajı için herhangi bir risk teşkil etmediğini, uluslararası standartları barındırdığını ve yasal olduğunu savunuyor.

Projenin ÇED olumlu kararının iptaline karşı açılan dava devam ediyor; Kaz Dağları'nda direniş sürüyor.