KCK: Arda Turan’ın vurguladığı gibi...

KCK: Arda Turan’ın vurguladığı gibi...

Katalonya temsilcisi Barcelona'da forma giyen Arda Turan'ın "Keşke benim ülkemde  de sorunlar konuşarak, demokrasiyle, . insanlar ölmeden çözülse" sözlerini hatırlatan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, "Barselona futbolcusu Arda Turan’ın vurguladığı gibi Türkiye’de de sorunlar demokratikleşme içinde çözülmelidir. Arda böyle olmamasından acı duymuştur" dedi. Mustafa Karasu, Özgür Gündem'de Hüseyin Ali mahlasıyla yayımlanan yazısında "Türkiye’de ne zaman demokratik zihniyet oluşup Kürt sorununu demokratik temelde çözme zihniyeti oluşursa işte o zaman Bursa stadyumunda ya da Konya stadyumunda Amed sportif futbol takımına karşı şovenist tutum takınılmaz, galibiyete sevinen sportif taraftarlarına da polis saldırmaz" görüşünü dile getirdi.

Mustafa Karasu'nun Özgür Gündem'in bugünkü (3 Şubat 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

Tayyip Erdoğan gerçekten de Türkiye Cumhuriyetinin en cahil başbakanı ve cumhurbaşkanıdır. Bir zamanlar Yıldırım Akbulut’un cahilliği ve potları üzerinden hikayeler yazılmıştır. Ancak Yıldırım Akbulut böyle hoyrat bir karaktere sahip değildi. Böyle otoriter despot bir kişilik değildi. Bu hem cahil, hem hoyrat, hem despot! AKP’nin kendisi dışında üç temel kurucusu vardı; Abdullatif Şener, Abdullah Gül ve Bülent Arınç! Şimdi bunları da saf dışı etmiştir. Bunları saf dışı ettiği gibi, etrafındaki herkesi korkutup sindirmiştir. Bunlara bunu yapan bize ne yapmaz ki demektedirler. Tabii bazı yalaka kişilerse iktidarın nimetlerinden yararlanmak için el etek de öpüyorlar, her türlü soytarılığı da yapıyorlar.

Tayyip Erdoğan ne buyurmuş? Parlamenter sistemin miadı dolmuş; başkanlığa geçme zamanıymış! Parlamenter sistemin miadının neden dolduğunu, neden başkanlığa ihtiyaç duyulduğunu açık söylemiyor, ama biz biliyoruz. Otoriter sistem kurmak istiyor. Cumhurbaşkanı seçimle iş başına geliyormuş, bu nedenle iki başlılık varmış! Bunu tek başlı hale getirmek için başkanlık gerekliymiş! Aslında daha önce kendisi itiraf etmiş; ben fiziki olarak başkanlığı kurdum, şimdi bunun hukuki kılıfını yapalım demişti.

Dünyada miadını dolduran başkanlıktır. Parlamenter sistem de ancak meclisi güçlendirerek ve yerel demokrasiyi yaygınlaştırıp demokratikleştirerek ayakta kalmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra parlamenter sistem başkanlığa değil de meclisi güçlendirmeye, sivil toplumu güçlendirmeye, yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelmişti. Dünyada meclislerin yetkilerinin sınırlandığı, yerel demokrasilerin sınırlandığı siyasi bir gelişme yoktur. Kapitalist modernist ülkelerde bile yürütmenin değil, yasamanın güçlendirildiği ve öne çıktığı bir eğilim vardır. Bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın söylediği dünya açısından bir yalandır. Dünyadaki eğilimin tersini konuşmaktadır. Türkiye açısından ise sorunların kaynağı demokrasi eksikliğidir. Bu nedenle Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmeye ihtiyacı vardır. Yürütmenin yetkilerinin sınırlandırılmasına ihtiyaç vardır. Bırakalım başkanlığa geçmeyi, başbakan ve bakanlar kurulunun yetkilerinin kısıtlanmasına ihtiyaç vardır. Bakanlar Kurulu kararnameleri gibi kararnamelerin, örtülü ödenek gibi keyfi harcamaların kaldırılması gerekir. Tayyip Erdoğan ne diyor? Türkiye’nin yürütmesinin yetkisini arttırmaya ve daha fazla otoriter olmaya ihtiyacı vardır diyor. Kaymakamlara mevzuatlar, yasalar ve anayasalar elinizi kolunuzu bağlamasın diyen bir adamın nasıl bir başkanlık sistemi istediği açık değil midir? Daha fazla demokratikleşme istendiğini kim söyleyebilir?

Özcesi demokrasi demek, halkın yönetimi demektir. Bunu sağlayan da yerel demokrasi ve meclisin güçlendirilmesidir. Türkiye’de sorunların kaynağı demokrasi eksikliği ise, o zaman yapılması gereken, demokratikleşmenin önünde engel olan yürütme gücünü sınırlandırıp genel meclisi, yerel meclisi ve yerel yönetimi güçlendiren adımlar atılmalıdır.

Şu anda en temel görev AKP iktidarının ve onun şefi olan Tayyip Erdoğan’ın otoriter ve faşist bir yeni sistem kurma hedefini önlemektir. Demokrasi güçleri açısından tüm çalışmalar böyle bir göreve bağlı biçimde ele alınırsa anlamlıdır. Tayyip ve AKP iktidarı faşist bir cephe yaratarak başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlük güçlerini ezip sindirmeyi hedeflemektedir. Böyle bir faşist saldırıyı durdurmak da tüm demokrasi güçlerinin birleşmesini, ortak hareket etmesini gerektirir. Yoksa AKP faşizmi tek tek hedeflerini düşürecek, faşist sistemini hakim kılmaya çalışacaktır. Bu nedenle hiç kimsenin AKP’nin politikalarından şikayet etmesine gerek yoktur. Siyasette yakınma olmaz, mücadele edilir. Şimdi bunun yolu bir demokrasi bloku kurarak AKP iktidarının karşısına çıkmaktır. Eğer Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti daha fazla otoriter bir sistem istiyorsa, onun karşısına daha fazla demokrasi isteyen bir blokla çıkmak şarttır.

AKP ve Tayyip Erdoğan’ın yeni anayasa yapalım dediği, 12 Eylül anayasasının güncellenmesidir. Hatta bazı yönleriyle daha otoriter hale getirilmesidir. Zaten Tayyip başkanlık sistemi olmazsa olmaz diyor. Zaten anayasa yapalım söyleminden kast ettikleri budur.

AKP ile anayasa komisyonlarında konuşarak demokratik bir anayasa yapılamaz. AKP ile masada konuşarak bir demokratik anayasa yapmak mümkün değildir. Ancak demokrasi bloku, demokrasi mücadelesi, aynı zamanda demokratik bir anayasa hareketine dönüştürülürse o zaman demokratik bir anayasa gündeme konulabilir.

AKP’nin tek başına otoriter bir anayasayı gündeme koymasına karşı, demokrasi bloku da bir hamleyle demokrasi bloku olarak toplumun önüne demokratik bir anayasayı koymalıdır. Otoriter faşist bir anayasanın alternatifi olacak demokratik bir anayasanın talebini gündemleştirmek gerekir.

Demokratik anayasa hareketi ya da yeni anayasa çalışmalarına müdahil olma sorunu demokratikleşme mücadelesiyle birlikte ele alınmazsa yanlış olur. AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi yürütmek aynı zamanda demokratik anayasa mücadelesi vermektir. Özcesi AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi verilirse o zaman mecliste oluşan anayasa komisyonu içindeki mücadele anlam kazanır. Yoksa AKP’nin otoriter faşizmine su taşımaktan başka bir işlev görülmez.

Amed sportifin Türkiye kupasında çeyrek finale katılmasını kutluyoruz. Hem Bursa stadyumundaki faşist zihniyeti ve söylemi, hem de polisin Amed sportif taraftarlarına saldırmasını kınıyoruz. Amed Sportife saldırılar, AKP hükümetinin nasıl Kürt düşmanı bir zihniyete sahip olduğunu ve toplumsal ruh hali yarattığını gözler önüne sermiştir. Kuşkusuz AKP Amed sportif taraftarlarının Barselona ya da Atletiko Billbao taraftarları gibi ulusal kimlik karakterleri vardır. Ama bu İspanya’da bir düşmanlık nedeni olarak görülmemektedir. Barselona futbolcusu Arda Turan’ın vurguladığı gibi Türkiye’de de sorunlar demokratikleşme içinde çözülmelidir. Arda böyle olmamasından acı duymuştur. Türkiye’de ne zaman demokratik zihniyet oluşup Kürt sorununu demokratik temelde çözme zihniyeti oluşursa işte o zaman Bursa stadyumunda ya da Konya stadyumunda Amed sportif futbol takımına karşı şovenist tutum takınılmaz, galibiyete sevinen sportif taraftarlarına da polis saldırmaz.