KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Doğu ve Güneydoğu'nun bazı illerindeki öz yönetim ilanlarına ilişkin olarak, "Aslında geç kaldığımız bir konudur. Bedeli ne olursa olsun bundan geri adım atılmayacaktır. Kürtler kendi öz yönetimlerini, demokratik özerkliklerini ilan ettiği gibi savunmasını da bileceklerdir" dedi.
"HDP ilkeli, doğru ama pratik sonuçları yetersiz olan bir duruş sergilemiştir" diyen Ok, "6 milyonu aşkın aldıkları oy ve iradeye saygı gereği seçim hükümetinde yer almayı doğru bulmuşlardır. Bizim bu konuda belirteceğimiz bir şey yoktur, kendi kararlarıdır" ifadelerini kullandı.
ANF'nin sorularını yanıtlayan Sabri Ok'un açıklamaları özetle şöyle:
AKP 7 Haziran genel seçimlerinden sonra hareketinize ve Kürt halkına karşı kendilerinin de defalarca tekrarladığı gibi topyekun bir savaş başlattı. Son bir aylık savaşta ciddi bir şekilde zorlanmasına rağmen bunda hala ısrar etmesinin nedeni nedir?
Erdoğan ve AKP’nin zihniyetinde aslında hiçbir zaman Kürt sorununu kabullenme, Kürt sorununu siyasi yöntemlerle demokrasi içinde çözme ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi bir şey olmamıştır. Bunu bizim söylememize gerek yok, Erdoğan defalarca “varsa yoksa Kürt sorunu, Kürt sorunu denilen bir şey yoktur' demiştir. AKP’nin ve devletin gerçek zihniyetini ve niyetini açıkça ortaya koyan Erdoğan’dır ve doğruyu söylemektedir. Varlığını kabul etmedikleri bir sorunu demokratik, insancıl ve barışçıl yöntemlerle çözmeleri mümkün değildir. Kendileri için çözüm asimilasyon ve entegrasyonun yetmediği yerde veya bununla birlikte imha ve tasfiyeyle sorun çözmektir. Bu Türk sömürgeciliğinin geleneksel politikasıdır ve değişmemiştir. 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP büyük oy kaybına uğramış, tek başına iktidar olma şansını kaybetmiştir. Erdoğan’ın diktatöryal başkanlık hedefleri suya düşmüştür. Tüm hesaplarını HDP’nin barajın altında kalacağı üzerine yapmışlardır. Ancak HDP yüzde 13 oy oranıyla güçlenerek barajı geçince, tüm hesap ve planları boşa çıktığı için bunun tek nedeninin de HDP olduğunu bildikleri için savaş başlatmışlardır. Derin devlet ile AKP bir kez daha devrimci-sosyalist güçlere, demokratik Kürt iradesine ve özgürlük hareketine savaş açmak konusunda birleşmişlerdir. Savaşla bir kez daha milliyetçi, ırkçı, faşist argüman ve uygulamaları öne çıkarıp güçlenebileceklerini düşünmüşlerdir. Fakat AKP ve Erdoğan’ın bu hesabı da bozulmuştur. Erdoğan yüzlerce uçakla, tank ve topla gerilla alanlarına saldırırken kendinden emin bir şekilde hareketimizi ve halkımızı katlederek “bunun sonucuna katlanacaklardır” demiştir.
Ancak bir aylık savaş bilançosunun, savaşın toplum ve siyaset üzerindeki etkisinin ve sonuçlarının Erdoğan ve AKP için çok ağır olduğu ortadadır. Askeri, siyasi, moral ve psikolojik üstünlük özgürlük hareketindedir. Türkiye’de ilk sefer asker ve polis cenazelerinde Erdoğan ve AKP’ye karşı büyük tepkiler gelişmiştir. Toplumda sorgulama bilinci gelişmiştir. Deniliyor ki 'bu savaşta neden yoksul halkın çocuğu yaşamını yitirmektedir? Neden Erdoğan’ın, AKP bakanların ve milletvekillerinin çocukları savaşta yoktur?' Bu çok önemli bir durumdur. Buna rağmen savaşta ısrar etmeleri, gözü dönmüş bir şekilde demokrasi ve Kürt düşmanlığı içerisinde olmaları ancak iktidar hırsının vermiş olduğu sarhoşlukla yorumlanabilinir. Savaş geliştikçe Erdoğan ve AKP’nin tüm kirli ve yalan yüzü daha çok ortaya çıkacaktır. Türkiye ekonomik, siyasi ve psikolojik anlamda daha da zorlanacaktır. Demokratik zihniyet olmayınca gelişecek olan Kürt düşmanlığı, ırkçılık ve faşizmdir. AKP ve Erdoğan tam da böyle oldukları için savaşta ısrar etmektedirler. Yoksa denenmiş bu kirli savaş yöntemleri ile hiçbir sonuç alamayacakları çok iyi bilinmektedir. Ancak Kürt düşmanlığı, demokrasi düşmanlığı ve her şeylerini iktidar olmaya yatıran zihniyetin yapabileceği başka bir şey yoktur. AKP ve Erdoğan bu zihniyetle, kendileriyle birlikte Türkiye halklarına büyük bedeller ödetseler de baş aşağı sürecine girdikleri kesindir.
Erdoğan yeniden seçim kararını aldı, belli ki AKP’yi tekrar tek başına iktidar yapmak istiyor. Böylece kendisi için de başkanlık yolunun açılabileceğini düşünüyor. Sizce bu mümkün müdür?
AKP seçimden sonra bugüne kadar tamamen hukuksuz, gayri meşru biçimde iktidarını sürdürdü. Tamamen hile ve zorbalıkla bunu sürdürüyor. Yani halkın iradesi ile kendisinden alınan iktidarı bir türlü bırakmak istemiyor. Bu açıkça despotizm ve faşizmdir. AKP bir kez daha tek başına iktidar olamazsa, Erdoğan Türkiye demokrasi güçlerinin ve özgürlük hareketinin mücadelesinden korkmazsa herkesle dalga geçercesine yine seçim isteyecektir. Bırakmak istemiyorlar. Zaten 13 yıllık iktidarlarında devleti tümüyle ele geçirdiler. Bürokrasi, yargı, basın hatta siyaset alanında kendisi gibi düşünmeyen herkesi susturarak tasfiye ettiler. Türkiye’yi babalarının mülkiyeti gibi yönetme rahatlığı ve alışkanlığı içerisine girdiler. Şimdi iktidar ellerinden gidince korkuyorlar. Suçları var, günahları var. Herkese haksızlık yaptılar. Kürt çocuklarını katlettiler. Kürdistan’ı adeta viraneye çevirmek istediler. Demokratları, muhalifleri susturdular. Görevlerinden, işlerinden ettiler. Aleviler, emekçiler ve direnen tüm kesimler üzerinde baskı uyguladılar. Çaldılar, çırptılar. AKP’de eli kana bulaşmayan, çalıp çırpmayan kimse yok gibidir. Başta Erdoğan ve yakın çevresi olmak üzere iktidarın tüm nimetlerinde yararlandılar. Bütün bunların bir gün hesabı sorulacağını biliyorlar. Dirençleri biraz da bundandır. Ama sadece bu değil, gerçek demokrasi düşmanıdırlar, emek düşmanıdırlar. Hepsinden önce Kürt düşmanıdırlar. Kendisine bu kadar çok düşman üreten, kendisi dışında herkese bu düzeyde yönelen bir zihniyetin geleceği olamaz. Diktatörler çoğu zaman yanlış hesap yaparlar. Kendilerine aşırı güvenirler. Dünyanın onların etrafında döndüğünü sanırlar. Bu nedenle sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil Ortadoğu ve dünyada da çok düşman kazandılar. Bu kadar teşhir ve tecrit olan bir zihniyetin sadece iktidar olanakları, baskı ve zulümle kendisini yaşatmaya çalışması mümkün değildir.
Bundan sonra 10 tane seçim de olsa Erdoğan ve AKP’nin kazanacağı yoktur. Halen hesaplarını HDP’yi barajın altına düşürmek üzerine yapıyorlar. Büyük yanıldıkları kesindir, HDP daha da güçlenecektir. Faşizm çıplak zorunu geliştirdikçe demokrasi güçleri daha da büyüyecektir. Bunun diyalektiği budur. Zaten şimdiden anketler göstermektedir ki HDP oylarını % 15 bandına ulaştırmıştır. HDP’nin oy oranı yüzde 20’lerin üzerindedir. 1 Kasım seçimlerinde AKP bir kez daha ölümcül bir darbe alacak, Erdoğan’ın başkanlık hayalleri tümden ortadan kalkacaktır.
Kamuoyunda bu savaşın Erdoğan’ın başkan olma ve AKP’nin seçimleri kazanma savaşı olduğu tartışılıyor, böyle midir?
Kesinlikle doğrudur. Erdoğan ve hempasının Türkiye’nin geleceği, Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük, refah ve mutluluk diye bir sorunu yoktur. Tek dertleri iktidar olmaktır. Bunu da Kürt düşmanlığı, emek düşmanlığı, kadın düşmanlığı, halklar düşmanlığı, demokrasi ve sosyalizm düşmanlığını yapmakta görüyorlar. Kendilerine böyle bir misyon biçmişlerdir. Irkçı ve faşist zihniyetleri de tam buna uygundur. Bunun içindir ki toplum nezdinde ve uluslararası siyasette yalnızlaşmakta ve güç kaybetmektedirler. Bunun içindir ki büyük bir demokrasi mücadelesi gelişmektedir. Özgürlük hareketinin ve Kürt halkının bu mücadelenin başını çektiği bir olgudur. Kürt halkının, dostlarının, emekçilerin, devrimci-sosyalist güçlerin gösterdikleri direniş tabi ki anlamlı ve değerlidir. Fakat şunu belirtmeliyim şimdi Türkiye metropollerinde Kürdistan’daki direnişi tam da Gezi direnişi ruhuyla selamlamanın zamanıdır. Bu konuda hala yetersizlik vardır. Türkiye halkları eğer bu faşist güruhtan kurtulacaksa, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun çözümü isteniyorsa her yerde Gever, Farqîn, Gezi ruhu olmalıdır. Türkiye metropolleri ayağa kalkmalıdır.
Devrimciler, sosyalistler, gençler, kadınlar, emekçiler, halklar faşizme karşı olan her kes omuz omuza mücadele yükseltmelidir. Bu da gerçek bir demokrasi, özgürlük ve direniş cephesini gerektirmektedir. Tekelciliğe, faşizme karşı olan herkes bu mücadele bloğunda yer almak durumundadır. Eğer asker ve polis cenazelerinde 'bu savaş Erdoğan’ın savaşıdır' sesleri yükseliyorsa, eğer AKP’nin bakanları ve milletvekilleri asker ve polis cenazelerine katılmaya cesaret edemiyorlarsa, eğer toplumda 'neden yoksul-emekçilerin çocukları öldürülmekte' haykırışları yükseliyorsa toplumun duyguları ve acıları bir şeyi ifade etmektedir. Halkın bu sorgulama bilinci, arayış ve mücadelesi önünde hiçbir güç duramaz. Savaşın ekonomik faturası açlığı-işsizliği getiriyorsa, siyasi faturası itibarsızlığı-kaosu getiriyorsa Erdoğan’ın saltanatı bunu daha fazla kaldıramayacaktır. Tekelciliğe, despotçuluğa, AKP faşizmine karşı direniş için hiçbir zaman bugünkü kadar elverişli koşullar oluşmamıştır. Bunu büyük bir mücadele gerekçesi yaparak her yerde direniş, her yerde mücadele demek gerekmektedir.
Kürdistan’ın ve hatta Türkiye’nin birçok yerinde halk öz yönetim ilan etmekte. Bu süreç nereye varacak, nasıl olacak?
Kürdistan’ın birçok il ve ilçelerinde halkımız öz yönetimlerini ilan etmektedir. Halk öz yönetimlerini ilan ederken “kimliğimizi, halk olmaktan kaynaklı tüm haklarımızı ve özgürlüğümüzü tanımayan bu devleti biz de tanımıyoruz” demiştir. Çok basit ama çarpıcı ve anlamlı bir ifadedir. Gerçekten Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı halklarını, anadilde eğitim ve kendini yönetme hakkını tanımayan bir zihniyeti Kürtler niçin tanısın... Kürtleri kimliğiyle kültürüyle yok sayan bir devlete Kürtler niçin benim devletim desin. Öyle bir şey olabilir mi? Kürtler de tüm halklar kadar onurlu ve daha direnişçi bir halktır. Sömürgeci boyundurluk altında artık sessiz kalamazlar. 21. yüzyılın bu çeyreğinde kimliksiz yaşamak tek başına en büyük isyanın nedenidir. Kürt halkının varlığı ve kimliği dahi kabul edilmemektedir. Kürtler tabi ki isyan edecektir, etmezlerse kötüdür. Zaten 40 yıllık mücadele de, bunca direniş ve bedeller de bunun için değil miydi? Yanı başında Güney Kürdistan ve Rojava’da halkımız statü kazanırken 20 milyonu aşkın Kürdün yaşadığı Kuzey Kürdistan’da Kürtler nasıl statüsüz yaşamayı kabul ederler... Her halk gibi Kürtlerde özgür olma ve kendilerini yönetme hakkına sahiptirler. Bunun önüne geçilemez artık. Rêber Apo “demokratik özerklik Kürtlerin kendilerini yönetmesi, Kürt sorunu çözmenin en doğru modeli ve bu Kürtlerin en doğal hakkıdır” demişti. Bu sorun yani demokratik özerklik ya müzakere yoluyla kabul edilecek ya da eğer müzakereye gelinmezse Kürtlerin kendi demokratik özerkliklerini kendilerinin ilan etmesi bir zorunluluktur. Halkımız bugün tamamen bu zorunluluktan kaynaklı öz yönetimlerini ilan etmektedir. Müzakere yolu kapatılmıştır. Aslında geç kaldığımız bir konudur. Bedeli ne olursa olsun bundan geri adım atılmayacaktır. Kürtler kendi öz yönetimlerini, demokratik özerkliklerini ilan ettiği gibi savunmasını da bileceklerdir. Şu anda yaşanan budur. Kürtlerin demokratik özerkliği Türkiye’nin de demokratikleşmesini sağlayacaktır. Demokratik özerklik devleti tanımama anlamına gelmemektedir. Devletin Kürt halkını tanımamaktan vazgeçmesi demektir, bundan vazgeçmesine hizmet edecektir. Burada Türkiye’nin bölünmesi, ayrı bir devlet söz konusu değildir. Aksine toplumun demokratikleşmesi tüm halkların ve kültürlerin eşit ve özgürce bir arada yaşaması, devletin demokrasiye duyarlı hale gelmesi, tekçi ve faşist zihniyetten arındırılması demektir.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan bir röportajında "Türk ordusu saldırı ve operasyon yapmazsa gerilla da orduya saldırmayacaktır" diye bir açıklama yaptı. Bunu açmak gerekirse, ne anlama geliyor?
Abbas arkadaşın böyle bir açıklaması oldu, doğrudur. Bizim çok asker öldürme gibi bir amacımız yoktur. Hatta mümkün olsaydı hiçbir insanın burnu kanamadan bu sorun çözülseydi. Kürdistan gerillası gibi insani ve demokratik değerleri esas alan başka bir askeri güç dünyada yoktur. Aslında sömürgeci Türk siyaseti bizim hedefimizdir. Tarihten beri sömürgeci zihniyet, son 13 yılda AKP'nin faşist ve Kürt düşmanlığı üzerinde geliştirdiği politika hedefimizdir. Değiştirilmesi gereken budur. Yoksa çok ölmek, öldürmek bizim siyaset ve savaş ahlakımızda yoktur. Gerilla halen savunma pozisyonundadır. Yani kendisini ve halkı savunmaktadır. Yaptığı saldırıların amacı da halkı korumak, kendi savunmasını güçlendirmek ve saldırıları engellemektir. Halka saldırmayan, operasyon geliştirmeyen ve savaşa girmeyen güçlere gerilla da saldırmaz. Koruculara karşı da gerillanın bir saldırısı olmayacaktır. Ama korucular da artık bu lanetli görevi bırakmalıdırlar. Devletin rezilliği ortadadır. Erdoğan’ın kirli oyunlarına ve Türk sömürgeciliğine artık hizmet etmemelidirler. Kardeş kanına, Kürt kanına girmemelidirler. Ancak halkımızın varlığına, değerlerine ve gerillanın güvenliğine yönelen hangi güç olursa olsun, gerilla da misliyle karşılık vermek durumundadır. Yapılan da budur. AKP polisi ve özel timleri Gever’de onlarca insanımızı yüzüstü yere yatırıp, ellerini arkadan bağlayıp işkence, küfür ve hakaret ettiler. Zihniyet ve uygulama aynı faşist DAİŞ çetelerininki gibidir. Kürtlerin onuru böyle insanlık dışı uygulamaları kaldıramaz. İsyan gerekçesidir. Gerillanın ve sivil savunma güçlerinin bu gibi faşist, ırkçı ve insanlık dışı kişi ve güçlerden hesap sorması doğaldır, kaçınılmazdır. Çocukları, sivilleri öldürüyorlar. Anaları, kadınları öldürüyorlar. Şehirlerimizi, köylerimizi yağmalıyorlar. Bunlar tabii ki affedilmeyecektir.
Kürdistan halkı savunmasız değildir. Bir kadın gerillanın cesedini Varto'da çıplak teşhir ettiler. Öldürdükleri gerillanın bedenine ayağını basıp fotoğraf çektirdiler. Bu arkadaşlarımızın şahsında insanlık onurunu ayaklar altına aldılar. Kürt halkı bunları unutamaz. Hatta tepkiler yetersiz ve pasif geldiği için eleştirmek bile mümkündür. Bir kadın gerillasının cesedi alçakça teşhir edilirken, savcılığa başvurmanın hiçbir anlamı yoktur. İsyan edeceksin, dünyayı başlarına yıkacaksın. Kaldı ki kimi kime şikayet ediyorsun. Şüphesiz halkımızın cevabı görkemli olmuştur, daha da büyütmek gerekirdi. İşte gerilla da bunun hesabını sormaktadır. Gezi serhildanında ekmek almaya giden Berkin Elvan’ı katleden aynı zihniyettir. Onun için diyoruz ki bu faşist ruhlu polis ve özel timlere karşı her yerde mücadele yükseltmek gerekir. Kürdistan’da ve Türkiye’de Gezi ruhu ile AKP faşizmine karşı demokrasi ve özgürlük cephesini geliştirmek gerekir. Mücadelenin imkanları artmıştır. Kürt gençleri, devrimci-sosyalist gençler direniş cephesinde birleşmeli mücadeleyi yükseltmelidirler. AKP'nin bu zulüm ve hakaretlerine karşı bir gün dahi tahammül edilemez, Türkiye’de ve Kürdistan'da mücadele imkanı olmayan gençler gerilla saflarına katılmalıdır.
ABD'nin, AKP’nin gerilla alanlarına yaptığı hava saldırılarına destek olmadığını, Türkiye ile yaptıkları görüşmelerin DAİŞ eksenli olduğunu söylemesi inandırıcı mı?
AKP yalan ve aldatma üzerine siyaset yapmaktadır. ABD'yi de aldatabileceğini düşünerek yalan söylemlerde bulunmaktadır. ABD Türkiye'nin DAİŞ'e karşı İncirlik hava sahasını açmaktan başka bir adım atmadığını bilmektedir. Türkiye’yi DAİŞ’e karşı mücadele cephesine çekmeye çalışırken, AKP de İncirlik hava sahasını açmakla DAİŞ’e karşı ABD'nin yanında olduğu görüntüsü vermekte. Fakat AKP'nin El Nusra ve DAİŞ'i desteklemeye devam ettiği kesindir. DAİŞ’in Rakka valisi ile yaptığı petrol anlaşmasının belgeleri ortaya çıktı. Buna rağmen DAİŞ'e karşıymış gibi gözüküp, PKK'ye karşı ABD'nin desteğini arkasına almayı hesaplamaktadır. ABD'nin gerilla alanlarına yapılan hava saldırılarından habersiz olması mümkün değildir. Fakat şu da var, Erdoğan zaman zaman ABD'ye direnmekte, Ortadoğu politikasında farklı bir kulvarda gitmektedir. ABD ise değişen dünya ve Ortadoğu koşullarında değişmeyen Türkiye’yi sırtında taşıma ya da geleneksel politikalarına destek olma zorunda değildir. Nitekim Türkiye son hava saldırılarında ilk kez yalnız kalmıştır. Arap Birliğinden tutalım Rusya, İran, Suriye, AB’ye kadar farklı tonlarda da olsa herkes tepki göstermiştir. Türkiye’de bile MHP’nin dışında destekleyen kimse olmamıştır. Amerika birkaç kez tekrarlayıp PKK ile müzakere masasına oturmasını istemiştir. Nitekim yönetimimiz de buna karşı açıklama da bulunmuş ve ABD'nin üçüncü taraf olarak devreye girmesi durumunda görüşmelere hazır olduğunu söylemiştir. Bütün bunlardan çıkan şudur. Türk sömürgeciliği ve AKP bize karşı savaşta ilk kez bu düzeyde yalnız kalmış, buna karşın hareketimiz ve halkımız ilk kez bu düzeyde ulusal ve uluslararası alanda büyük bir itibar ve imaj kazanmıştır. AKP'nin bu inkar ve imha savaşında daha da ısrar etmesi durumunda giderek zorlanacağı açıktır.
Erdoğan seçim hükümetini kurma görevini Davutoğlu’na verdi. CHP ve MHP’nin durumu ortada, hükümete girmeyi kabul etmediler. HDP ise seçim hükümetine girmeyi doğru gördü. Bu gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra 8 Haziran da Erdoğan ve AKP'nin hesabı bir erken seçime gitmekti. Koalisyon görüşmeleri hepsi formaliteydi ve ciddiyetten uzaktı. AKP’nin her fırsatta ipe un sereceği belliydi. CHP son dönemlerde kısmen olumlu bir politika izlemektedir, fakat yetersizdir. AKP gayri meşru, zor ve hile yoluyla hala hükümet görevini yaparken ana muhalefet partisi olan CHP’nin bu kadar edilgen ve pasif kalması herhalde genlerindeki köklü devletçi anlayışından olsa gerek. Yoksa hemen bir demokrasi ve özgürlük cephesini örgütler, içinde yer alır ve toplumu ayağa kaldırırdı. Fakat CHP bunu yapmadı. Cılız bir muhalefet yapmakla yetindi. AKP de bundan istifade etti. Sonuçta seçim hükümetinde yer almak istemedi. MHP'nin tutumu belliydi. Şimdi AKP ile MHP kim daha çok kan ve şiddetten beslenir yarışındadırlar. Kim daha çok Kürt ve demokrasi güçlerin düşmanıdır, yarışı içindedirler. Her ikisinin de politikaları zaten bellidir, milliyetçi oylar üzerinde oynamaktadırlar. HDP ise ilkeli, doğru ama pratik sonuçları yetersiz olan bir duruş sergilemiştir. 6 milyonu aşkın aldıkları oy ve iradeye saygı gereği seçim hükümetinde yer almayı doğru bulmuşlardır. Bizim bu konuda belirteceğimiz bir şey yoktur, kendi kararlarıdır. Önemli olan ilkelerini korumaları, gerçek ana muhalefet partisi olarak kendilerini görmeleri, demokrasi ve özgürlük blok’unu bu temelde geliştirmeleridir. HDP hiç gecikmeden bir demokrasi ve özgürlük programını hazırlamalıdır. Demokrasiden ve özgürlükten yana olan mücadeleci tüm güçlerin ortaklaşmasını sağlamalı, buna öncülük etmelidir.
Mevcut savaş koşullarında seçim mümkün olabilir mi?
Seçim kararını alan biz değiliz, Erdoğan’dır. Dolayısıyla seçim sorumluluğu bu kararı alan Erdoğan ve AKP’ye aittir. AKP ve Erdoğan herhalde bunu da düşünmüşlerdir. Neredeyse Kürdistan'ın tamamının yasak ve güvenlik bölgesi olarak ilan edildiği, her taraftan saldırı ve gerilla eylemlerinin sürdüğü bir ortamda seçimler nasıl eşit ve demokratik bir ortamda yapılır bilemiyoruz. Denilmektedir ki sandıklar köylerde kurulmayacak. Bunun anlamı Kürt halkının iradesini sandığa yansıtmamak ve çalmaktır. Zaten hırsızlık ve çapulculuk AKP'nin karakteridir. Savaş ortamında seçime giderken böyle bir politikaları olabilir. Ama bu onların politikasıdır. HDP ve halkımızın da muhakkak bir politikası olacaktır. AKP’ye hırsızlık, gasp ve hile yolları tabii ki kapatılacaktır. Kolay kazanma şansı verilmeyecektir ve halkımız iradesine sahip çıkacaktır. Bunun için gerekli ve doğru olan ne ise o olacaktır. Aslında Türkiye’nin şimdiki gündemi Gever, Farqîn, Cizre olmalıdır. Türk ordusu ve polisi Erdoğan ve AKP’nin talimatları ile katliam yapmaktadırlar. Halkımız kahramanca bir direniş sergilemektedirler. Bu direniş sadece Botan ve Farqîn’de değil Kürdistan’ın her tarafını sarmalıdır. Seçim süreci kuşkusuz ki halkımızın geliştirdiği görkemli serhıldanlar ve AKP devletinin vahşi saldırılarına göre gelişecektir. Bundan sonra her şey halkımızın kendi özyönetimini oluşturması ve savunması olmalıdır. Buna hizmet etmeyen her şey eksiktir ve doğru değildir. Sadece son iki günde 4 çocuk katledilmiştir. Erdoğan ve AKP gerçekten çocuk katliamcısıdır. Bu katliamlara halkımızın cevabı daha örgütlü ve yaygın biçimde direnerek serhıldanları geliştirmek olacaktır. Kürtlere hakaret eden ve katliam yapan hiçbir güç ve hiç kimse hesap vermekten kurtulamayacaktır. AKP şimdi katliam için Kürdistan’ın her tarafını güvenlik bölge ilan edip, her şehir ve ilçemizde sokağa çıkma yasağını uygulamaktadır. Halkımız bu oyuna kesinlikle gelmemelidir. Sokağa çıkmamak demek her türlü tehdit, tehlike, katliam ve işkencelere meydan vermek demektir. Aksine tüm halkımız meydanları doldurmalı 24 saat ayakta olmalıdır. AKP’nin zulmü direnişle durdurulabilir.
Bu savaşta AKP’ye karşı halkın tepkisi var, askerler de tepki göstermeye başladılar. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Savaşı en iyi anlayan savaşan güçlerdir. Savaşın acısını, zorluklarını ve faturasını canı ile ödeyen onlardır. Askerler nasıl sorgulamaz. Bu savaş kimin savaşıdır. Niçin savaşıyoruz? Sanıyorum bu son dönemde en çok cevap vermeye çalıştıkları bu sorulardır. Vatanı korumak yalandır. Böyle bir sorun yoktur ki vatan için asker ölsün. Sorun Erdoğan ve AKP’nin iktidar hırsı, iktidar nimetleri ve faşist zihniyet sorunudur. Geçenlerde bir askerin ailesi “kendileri sarayda onlarca güvenlik koruması ile geziyorlar, bizim çocuklarımız şehit düşüyor” diye haykırıyordu. İlk kez bir yarbay açıkça hesap soruyordu. Hepsi çok iyi bilmektedir ki bu savaş Erdoğan’ın saray saltanatını sürdürme savaşıdır. Bu önemlidir. Artık Vatan Millet Sakarya gibi klişeleşmiş sözlerle halkı aldatamazlar. Yıllarca millete ağzını açana “vatan sağ olsun” nakaratını dedirtiyorlardı. Artık millet bu savaşın kendi savaşı olmadığını anladı ve tepkilerini göstererek kendilerinin istismar edilmelerine izin vermiyorlar. Askerlerin de bunun farkına varması ve tepkilerini dile getirmesi aslında nasıl bir kirli savaşın yürütüldüğünün göstergesidir.