KCK: HDP'nin silah bırakma için Öcalan'ı göstermesi apolitik

KCK: HDP'nin silah bırakma için Öcalan'ı göstermesi apolitik

7 Haziran öncesi askıya alınan ve seçim sonrası bitme noktasına gelen çözüm sürecinin devamı için "PKK’nın silah bırakmasını şart koşan" hükümete “Silahları bırakma konusunda çağrı yapacak Abdullah Öcalan’dır” karşılığını veren HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a KCK'dan eleştiri geldi. “HDP’den bazı kişilerin AKP’nin oyununa gelerek silah bıraktırma adresi olarak Apo’yu göstermeleri büyük bir yanlıştır” diyen KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat, "bu yaklaşımı son derece apolitik bulduğunu" söyledi.

Hozat'ın Özgür Gündem'de "Pirsûs katliamının sorumlusu AKP’dir" başlığıyla yayımlanan (23 Temmuz 2015) yazısı şöyle:

Sorumluyu farklı yerde aramaya gerek yok, Pirsûs katliamının sorumlusu-katili AKP’dir, MİT’tir. IŞİD AKP’nin, MİT’in Kürtlere ve devrimci-demokratik güçlere karşı beslediği-büyüttüğü iki yıldır da tetikçi olarak kullandığı bir güçtür. Türk devletinin-AKP’nin yeni kontr-gerillasıdır, yeniden yapılandırdığı yeşil Gladyosudur. Türk devleti-AKP bundan böyle tıpkı Rojava’da olduğu gibi Kuzey Kürdistan’da da Kürtlere karşı savaşı ağırlıkta IŞİD ve Hizbul-kontra adıyla-eliyle yürütecek. Aynı biçimde Türkiye’de de sol-sosyalist güçlere karşı en vahşi saldırıları bundan böyle IŞİD eliyle geliştirecek. Bu alçak saldırıdan çıkartılması gereken en temel sonuçlardan biri budur. AKP bu vahşi katliamla Kürdistan ve Türkiye devrimci güçlerinin stratejik birliğini, yaşamsallaşan demokratik ulus projesini boşa çıkarmayı, halkların özgür ve eşit yaşam umutlarını yok etmeyi amaçlıyor. Ama ve lakin bunu asla başaramayacak. Bu saldırı Kürdistan ve Türkiye devrimci güçlerini daha çok birbirine yakınlaştıracak, halklar arası kardeşliği-dostluğu pekiştirecek, Kürdistan ve Türkiye devriminin kaderini birleştirecektir. Devrimci dayanışmayı- demokratik birliği kalıcı hale getirecek, Özgür Kürdistan ve Demokratik Türkiye özlemi gerçek olacaktır. Katliamcı AKP Türkiye’yi korkunç bir savaşın içerisine soktu. Bu savaşa neden olan AKP’nin Kürt düşmanlığı Türkiye’yi mayın tarlası haline getirdi. IŞİD ile geliştirdiği işbirliği öyle bir düzeye vardı ki AKP’yi, IŞİDleştirdi, AKP’nin tecavüz ordusu IŞİD’ten hiçbir farkı kalmadı. Hatırlanırsa 5 Haziran Amed seçim mitinginde patlamayı gerçekleştirenin IŞİD üyesi olduğu söylendi. Bize gelen somut bilgilere göre Diyarbakır emniyeti katliamı IŞİD ile birlikte planlamış ve emniyet doğrudan saldırı planının içinde yer almış. Yine 25 Haziran Kobanê katliamı Türkiye’de AKP-MİT’le ortak planlandı. Bu konuda somut veriler var. Bu açıdan Pirsûs katliamını da Pirsûs emniyeti, devlet yetkilileri, Urfa valisi, MİT yani AKP dışında düşünmek büyük bir yanlış ve gaflet olur. Davutoğlu başta olmak üzere AKP yetkililerinin yaptıkları bütün açıklamalar katliamın sorumlularının kendileri olduklarını çok açık ortaya koyuyor. Davutoğlu bu vahşi ve alçak katliamı konuşurken kendisi de bir o kadar alçakça IŞİD ile Kürt Özgürlük Hareketi’ni aynı kefeye koyuyor. Bu biçimde bu katliamla neyi hedeflediklerini de siyasi partilere, uluslararası güçlere yaptığı çağrılarla somutlaştırmış oluyor. IŞİD’i meşrulaştırarak ve savunarak “IŞİD’e karşı değil, asıl tehlike PKK’dir, gelin PKK’ye karşı birlikte topyekün savaş yürütelim” diyor. Tüm bu yaşananlar AKP’nin yeni dönem savaş stratejisini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Kürt sorununu çözüyormuş gibi...

Erdoğan’ın “Kürt sorunu yok” açıklamalarına da her açıdan bir netlik getiriyor. Biliyorsunuz Erdoğan Dolmabahçe mutabakatını reddetti. “Böyle bir şey yoktur, olmaz” dedi. Kuşkusuz Erdoğan’ın böyle konuşmasının önemli sebepleri var. Çok iyi biliyoruz ki İmralı görüşmeleri ilk günden son güne kadar Erdoğan’ın bilgisi dahilindeydi. Görüşmelerin bütün içeriği Erdoğan’la düzenli paylaşılıyordu. İki yıl süresince devlet heyeti Erdoğan’ın bilgisi ve onayı dışında farklı tek bir davranış sergilemedi. Bu heyet son ana kadar da bütün yeteneklerini kullanarak Erdoğan’ın belirlediği konsepti harfiyen uygulamaya çalıştı. Erdoğan’ın İmralı konsepti iyi anlaşılırsa Erdoğan’ın, “Kürt sorunu yoktur, masa yoktur, müzakere yoktur, Rojava yoktur” ifadeleri de gerçek manasıyla anlaşılmış olur, Pirsûs katliamının nedenleri de daha iyi kavranmış olur. İki yıl önce başlayan İmralı görüşmeleri Erdoğan’ın onayı ile başladı. Bu görüşmelerde Erdoğan’ın ve AKP’nin amacı; Kürt sorununu demokratik temelde çözmekten ziyade, Kürt sorununu çözüyormuş gibi görünerek Kürtlerden, çözüm ve  barış isteyen Türkiye toplumundan oy toplamaktı. Diğer yandan Önder Apo’nun çözüm çabalarını tersinden kullanmaya çalışarak-istismar ederek toplumu boş beklentiler içerisine koyup tasfiye siyasetini yürütmek, Kobanê’den başlayarak Rojava’yı da IŞİD’e vermekti. İstisnasız yapılan bütün görüşmelerde Önder Apo, Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi için sürekli,  yapıcı, çözümleyici, ufuk açıcı görüş, öneri ve çözüm projeleriyle, AKP’yi müzakereye çekip somut adım attırmak istedi. AKP ise Önder Apo’nun bu çözüm çabalarına gözünü ve kulağını kapatarak ısrarla PKK’nin tasfiyesini gündeme getirdi.

Amaçları PKK’yi tasfiye etmek

Nitekim AKP’nin 2014 sonbaharında basına yansıyan yol haritası da bu amaçla hazırlanmış ve tamamen PKK’nin tasfiyesini hedefleyen bir yol haritasıydı. Önder Apo AKP’nin görüşmelere bu ucuz ve kullanımcı yaklaşımını her gördüğünde öfkelenmiş, masadan kalkmak istemiş fakat sonra halklara karşı taşıdığı tarihsel sorumluluk gereği büyük bir sabır ve tahammül göstererek ikna çabalarını sürdürmüştür. AKP adım atmamak için her defasında bahane üretmeye kalktığında Önder Apo demokratik müzakereyi ve çözümü gündeme getirerek konuyu esasa, demokratik çözüme odaklamaya çalışmıştır. Erdoğan Önder Apo’nun resmi müzakere konusunda kararlı tutumunu görünce İmralı görüşmelerini kesti. İmralı görüşmelerinin kesilmesinin temel sebebi, Önder Apo’nun resmi müzakereyi temel şart olarak ortaya koymasıdır. Şu anda Önder Apo müzakereyi dışlayan görüşme mekaniğine tutum almıştır. Kendisi eski tarzda görüşme yapmak istememekte, resmi müzakereyi dayatmaktadır. Türk devleti-AKP ise müzakereye gelmemekte, oyalama ve tasfiye siyasetini sürdürmek istemektedir. Bundan hareketle AKP, tasfiye siyasetini reddeden Önder Apo üzerinde ağır bir tecrit uygulamaktadır. Şu anda Önder Apo büyük bir baskı ve psikolojik işkence altındadır. AKP İmralı’da Önder Apo’ya uyguladığı zulmün ve işkencenin bilinmemesi için aile görüşmelerine dahi izin vermemektedir.

AKP’nin maskesi düştü

AKP özellikle son iki yıldır İmralı görüşmelerine taktiksel yaklaşarak Önder Apo’nun samimi çabalarını gayri-ahlaki bir biçimde kendi siyasi çıkarları temelinde kullanmaya çalıştı. AKP’nin Kürt sorununu çözmeye dönük stratejik bir yaklaşımı hiçbir zaman olmadı. AKP Kürt sorununu araçsallaştırarak seçimleri kazanma ve iktidarını sürdürme basitliğine girdi. Rojava’da IŞİD adıyla amansız bir savaş yürüttü. Erdoğan’ın, Dolmabahçe mutabakatını reddetmesi, AKP’nin son maskesinin düşmesi ve tasfiye planının çökmesiyle bağlantılıdır. Dolmabahçe deklarasyonu, kurnaz, yalancı ve zalim kral Erdoğan’ın ikiyüzlü gerçeğini tamamen deşifre etti ve herkesin, “Bak! Kral çıplak!” demesine yol açtı. Bilinmeyen bir şey değil, herkes çok iyi biliyor ki Dolmabahçe açıklaması da Erdoğan’ın onayıyla yapıldı. Fakat Erdoğan’ın Ak Saray’da yaptığı hesap İmralı’ya uymadı. Erdoğan ve AKP’nin, Dolmabahçe açıklamasını çarpıtma gayretleri, yüzyıllık kangrenleşmiş Kürt sorununa çarparak AKP’ye geri döndü. Gerçekle hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen ‘Öcalan silah bırakma çağrısı yapmıştır’ denmesi, açıklamaya neden onay çıktığını da zaten çok iyi açıklıyor. Dolmabahçe deklarasyonundan hemen sonra Kürt halkı ve Türkiye toplumundan “AKP resmi müzakereye oturmalı” sesleri yükselince kirli hesapları bozulan Erdoğan adeta çıldırdı, çılgınlaştı. Bu defa da Erdoğan “Dolmabahçe açıklaması yanlıştır, masa yoktur, müzakere yoktur, Kürt sorunu yoktur” demeye başladı. AKP’nin Kürt politikası bir özel savaş politikasıdır. AKP’nin çözümden anladığı tek şey, PKK’nin tasfiyesi, Kürtlerin soykırımı ve demokrasi güçlerinin ezilmesidir.

Önder Apo özgürleşirse...

Şimdi AKP bu planı esas olarak IŞİD ve Hizbul-kontra yoluyla yürütüyor. PKK’nin silah bırakması üzerinden Erdoğan ve AKP’nin oluşturduğu gündem bir özel savaş gündemidir, PKK’yi tasfiye planıdır. Bu gündem Kürt sorununu çözmeme, inkar-imhayı sürdürme tutumudur. Topyekün savaş tutumudur. HDP’den bazı kişilerin AKP’nin bu oyununa gelerek silah bıraktırma adresi olarak Önder Apo’yu göstermeleri büyük bir yanlıştır. Bu, AKP’ye, “Önder Apo’ya baskı uygula” demekle eşdeğer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım ne niyetle yapılırsa yapılsın son derece apolitik, yanlış bir yaklaşımdır ve asla kabul edilemez. Önder Apo böyle bir şeye zorlanamaz. Önder Apo’nun misyonu ve rolü müzakere yapmaktır. Silah meselesi Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun Demokratik Özerklik çözümüyle paralel, PKK’nin gündemine alacağı bir konudur. Gündeme girdiğinde de Önder Apo’nun bizzat gelip gerillalar ile yüzlerce ikna toplantısı yapması gerekiyor. Yani demem o ki silah meselesi çok ciddi bir iştir, hakikatle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bu tür konuşma ve açıklamaları artık terk etmek gerekiyor. Onlarca defa aynı şeyi tekrarladık, Önder Apo özgürleşir, Kürtlere kendini yönetme hakkı Demokratik Özerklik çözümüyle tanınırsa ve  bunu tanıyan demokratik-özgürlükçü yeni bir Anayasa yapılırsa PKK Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi gündemine alarak değerlendirebilir. Aksi durumda artık ateşkes dahi sözkonusu olamaz. Zaten mevcut durum topyekün bir savaş durumudur. Pirsûs katliamı AKP’nin bu savaşı ne biçimde yürüteceğinin de ispatıdır. Pirsûs katliamı Kürtler başta olmak üzere tüm Türkiye halklarının öz savunma ihtiyacını çok yakıcı biçimde gösterdi. Katliam yapan bir devletten savunma-koruma beklemek büyük bir saflıktır, gaflettir. Koruma-korunma halkların kendi öz savunmasıyla olur. Pirsûs katliamı da bir kez daha herkese gösterdi ki tehlike çok büyüktür, öz savunma en zaruri ihtiyaçtır. Bu vahşi katliam Türkiye toplumuna şu gerçeği de çok yakıcı hissettirdi; PKK silahlı gücüyle Türkiye’de barışı, demokrasiyi ve özgürlüğü savunuyor. PKK’nin silahları, Kürdistan, Türkiye ve bölge halkları açısından yaşam güvencesidir. Bu açıdan PKK ve tüm demokratik güçler, güçlerini daha fazla birleştirmeli ve büyütmelidir.