KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, “Hükümetin yürüttüğü politikalar net ve açık biçimde bir savaş doğrultusundadır. Tamamen Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezme ve tasfiye etme politikası yürürlüğe konulmuş durumdadır. Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını reddetmesi ve Önder Apo'ya tecrit uygulamasıyla başlatılan bu savaşa karşı durmak dışında özgür ve demokratik yaşamı sağlatacak başka bir yol yoktur” açıklamasını yaptı.
"Suruç katliamından sonraki tüm gelişmeler bu katliamda AKP hükümetinin, özelde de Tayyip Erdoğan ekibinin parmağı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır" ifadelerine yer verilen KCK açıklamasında, AKP'nin ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 12 Eylül rejimini restore etmeye çalıştığı belirtildi.
"Tayyip Erdoğan ekibi ve AKP hükümeti seçimle elde edemediği sonucu 7 Haziran seçimlerine yaptığı bir siyasi darbeyle elde etmek istemektedir" denen açıklamanın tam metni şu şekilde: "7 Haziran seçimlerinde Önder Apo'nun büyük çabasıyla gerçekleşen Dolmabahçe mutabakatında somutlaşan demokratikleşme temelinde tüm sorunların çözümünü sağlatma çizgisiyle Tayyip Erdoğan’ın “taraf da yok, masa da yok, Kürt sorunu da yok” çizgisi büyük bir mücadele içinde olmuştur. Sonuçta kazanan demokratikleşme çizgisi, kaybeden hegemonik otoriter, tekçi çizgi olmuştur. Siyasi partilerin seçim sonuçlarına göre davranması gerekirken AKP ve MHP’nin otoriter bir politikayı dayatması, halkın iradesine karşı bir darbe niteliğinde ortaya çıkmıştır. Demokratikleşme temelinde tüm sorun alanlarını ortadan kaldırmak yerine, gerillaya silah bırakma dayatması yaparak Türkiye bir çatışma sarmalının içine sokulmuştur. AKP seçim öncesi planladığı iç ve dış tehdit algısı yaratarak Türkiye'yi hegemonik otoriter bir sistem haline getirme politikasını yeniden devreye sokmuştur.
Şu anda ortaya çıkan topyekun savaş ve Özgürlük Hareketi'ni ezme saldırısı bu politikanın sonucudur. AKP hükümetinin Önder Apo'nun tecridini sürdürmesi ve seçimden sonra baraj yapımlarını hızlandırması ve tutuklamaları yaygınlaştırması da Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatı da yok, taraf da yok, müzakere de yok, Kürt sorunu da yok biçiminde ifade ettiği savaş politikasının en somut pratikleşmeleri olmaktadır. Önceleri de uygulanmayan ateşkesin tümden bitirilmesi anlamına gelen bu uygulamalardan vazgeçilmesi çağrımızdan sonra Özgürlük Hareketi'ne karşı savaş açılması ve HDP üzerinde yoğun baskı kurulması Tayyip Erdoğan’ın politikalarının tümüyle pratiğe konulacağını gözler önüne sermiştir. Bülent Arınç’ın daha Suruç katliamından önce Trabzon’da yaptığı konuşmada “Terör örgütünü zor günler bekliyor, ağır bedeller ödeyecekler” demesi Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı büyük bir savaş planlandığının ve devreye konulacağının açıkça ilanı olmuştur.
Suruç katliamından sonraki tüm gelişmeler bu katliamda AKP hükümetinin, özelde de Tayyip Erdoğan ekibinin parmağı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tayyip Erdoğan’ın tüm çabası otoriter hegemonik bir sistem kurmak ve bu temelde Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçlerini ezmektir. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin özgürlük mücadelesi ile sarsılan ve işlemez hale gelen 12 Eylül rejimi Tayyip Erdoğan’ın öngördüğü siyasi sistemle restore edilmek istenmektedir. Tayyip Erdoğan ekibi ve AKP hükümetinin tüm çabası böyle bir restorasyonu gerçekleştirmeye yöneliktir. Seçimle elde edemediği sonucu 7 Haziran seçimlerine yaptığı bir siyasi darbeyle elde etmek istemektedir. Şu anda güçlü bir hükümetin bile uygulamaya cesaret edemediği adımlar atılması bu amaçlıdır.
AKP hükümeti şimdi böyle bir darbe yapmış; bunu MHP ve CHP’ye kabul ettirmeye çalışmaktadır. Terörle ilgili bilgi vermek adına MHP ve CHP ile görüşmeler yapması, HPD’yi dışlaması başka bir anlama gelmemektedir. Bu girişim aynı zamanda CHP’ye yapılan bir komplo niteliğindedir. Koalisyon görüşmeleri öncesi CHP’ye Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve demokrasi güçlerine karşı savaş anlamına gelen siyasi programı dayatmış bulunmaktadırlar. Amaçladığı otoriter, hegemonik, tekçi zihniyete CHP’yi de ortak etmek istemektedir. AKP böylece içte ve dışta teşhir olan hükümetini CHP ile maskelemek ve bu temelde CHP’yi de savaş hükümetinin koltuk değneği yapmayı hedeflemektedir. Böylece 7 Haziran’da ortaya çıkan demokratik ulus temelinde demokratik Türkiye'nin yolunu kapatmış olacaktır. Zaten MHP fikirlerini hakim kılmak isteyen 12 Eylül restorasyonuna hiçbir engel olmadan destek verecektir. Bilindiği gibi MHP’nin başbuğu Türkeş “12 Eylül bizim fikirlerimizi iktidar yapmıştır” demiştir.
Türk devleti Kürt sorununu çözmediği müddetçe bu politikaları hangi hükümet gelirse gelsin sürdürecektir. AKP yıllardır “Kürt halkını en iyi ben oyalarım; Özgürlük Hareketi'ni en iyi ben ezerim” diyerek iktidarda kalmıştır. Ancak 7 Haziran seçimlerinde bu kapasitesinin kalmadığı görülmüştür. Bu durum AKP hükümetinin iktidardan düşmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle Tayyip Erdoğan ekibi ve AKP yeniden “Kürtleri en iyi biz ezeriz, dolayısıyla iktidar bizim hakkımızdır” diyerek bugünkü savaş politikasını yürürlüğe koymuşlardır. Kürt sorunu çözülüp Türkiye demokratikleşmediği müddetçe iktidar olmanın kanunu bu olduğuna göre, AKP'nin iktidarda kalmak için savaşı derinleştirmekten başka bir seçeneği kalmamıştır. AKP'nin yürüttüğü savaş politikaları için ileri sürdüğü gerekçeler sadece iktidarı yeniden elde etmek için yürüttüğü savaş politikalarını örtmeyi amaçlayan demagojik söylemlerden başka bir anlam taşımamaktadır.
Artık önceki yıllarda yürüttüğü özel savaş politikalarıyla Kürt halkını ve demokrasi güçlerini oyalaması mümkün değildir. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözümsüz bırakarak kendini iktidar yapma politikası 28 Şubat 2015’te gerçekleşen Dolmabahçe mutabakatıyla deşifre edilmiş ve sona erdirilmiştir. Taraf da yok, masa da yok, müzakere de yok, Kürt sorunu da yok sözleri, Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş politikasının bu mutabakat çerçevesinde artık yürütülemez hale geldiği noktada söylenmiştir. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi de 7 Haziran seçimlerinden sonra kamuoyuna yaptığı açıklamada artık bir çözüm sürecinden söz edilecekse derhal on başlık temelinde müzakereler yapılması, bunların Mecliste anayasal ve yasal normalar haline getirilmesi ve bu sürecin yürümesi için tahkim edilmiş ateşkesin sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. İşte AKP'nin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşı tırmandırması bu açıklamanın reddedilmesinin doğal sonucu olarak görülmelidir. 24 Haziran’da yüzlerce siyasetçinin, yurtseverin, demokratın, devrimcinin tutuklanması, gerillaya yönelik hava saldırılarının süreklileştirilmesi, bu saldırıları protesto eden gençlerin, çocukların sokak ortasında öldürülmeleri, bu saldırıların sürdürülmesinde ısrar edilmesi, tüm demokratik yurtsever basına yönelik internet erişiminin engellenmesi, tüm basının bu savaşın psikolojik savaş aygıtları gibi çalışması tamamen 1990’lı yılların topyekun ve kirli savaş konseptinin yeni koşullara uyarlanarak pratikleşmesi olmaktadır. Tayyip Erdoğan ekibi ve AKP hükümeti Kürt halkına, Özgürlük Hareketi'ne ve demokrasi güçlerine teslimiyet dayatmaktadır. Böylece Kürt sorununda bir çözüm politikası olmadığı bir daha görülmüştür.
Çözüm süreci ve politikaları Kürt sorununu çözmek için vardır. Çözüm süreci denilip gerekleri yapılmayınca durumun bu noktaya geleceği tartışmasız bir gerçekliktir. Dolayısıyla hem Kürt sorununun çözümünde bir zihniyet ve politika olmayacak, hem de süreçten söz edilecek; bu söylemlerin çocukların da inanmayacağı bir demagojiden ibaret olduğu açıktır. Eğer bu savaş politikaları ortadan kaldırılmak, kalıcı çözüm ve barış sağlanmak isteniyorsa ortaya çok net demokratikleşme ve çözüm politikaları konulmak durumundadır. Eğer bir savaş politikası yürütecek koalisyon hükümetinin parçası olunmak istenmiyorsa koalisyon tartışmalarına katılan her parti bu gerçeği çok açık, net ve somut bir biçimde muhatapların önüne koymak durumundadır.
Türkiye'de savaş politikalarını durdurmak isteyen herkes geçmiş dönemin tecrübelerinden yararlanarak tüm çabalarının ve mücadelelerinin merkezine Türkiye'nin demokratikleşmesini ve bu temelde Türkiye'nin tüm sorunlarının çözümünü koymalıdır. Çünkü bu hedefleri önlerine koymadan yürütecekleri hiçbir çaba kalıcı barış ve istikrar getirmeyecektir. Şu anda tüm demokrasi güçlerinin üstüne düşen görev, 5-10 maddelik bir demokratikleşme programı temelinde demokrasi mücadelesini yürütme ve Türkiye'yi bu temelde bir demokratikleşmeye uğratmaktır. Artık şu ya da bu hükümetin demokratikleşme yönünde adım atıp atmayacağına bakmadan örgütlü toplumla birlikte bu demokratikleşme programı derhal pratikleşmeye geçirilmelidir. Türkiye'de demokrasiyi sadece parlamento içi yürütülecek mücadeleyle gerçekleştirmek mümkün değildir. Toplumsal muhalefeti harekete geçirmeden Türkiye'de temel sorunları çözecek bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmenin mümkün olmadığını Türkiye siyasi tarihinin tecrübesinde görmek mümkündür.
Kürt Özgürlük Hareketi ve halkı; ya demokratik siyasal yoldan Türkiye'nin demokratikleşmesi gerçekleşecek, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye'nin temel sorunları bu temelde çözülecek, ya da Kürt halkı kendi örgütlü gücüyle özyönetimini kurup kendi özgür ve demokratik yaşamını gerçekleştirecektir açıklamasını defalarca kamuoyuna deklare etmiştir. Şu andaki hükümet ve sistem içi siyasal güçler Kürt sorununun çözümünde adım atma yerine Kürt halkına karşı savaş açarak Kürt halkını sindirip özgürlük taleplerini bastırma dışında bir politik tutum ortaya koyamıyorlar. AKP hükümetinin en son ve MHP ve CHP’ye giderek Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaş programını açıklamaları bunun en somut ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Hiçbir siyasi parti de AKP’lilere savaş yapacağınıza sorunları çözerek bu savaşı ortaya çıkaran etkenleri ortadan kaldırın diyememiştir. Bu durum karşısında demokrasi güçleri başta AKP hükümeti olmak üzere siyasi partilerden sorunları şiddetle halletme politikalarını bırakarak çözüm için somut adım atmalarını istemelidir.
Demokrasi güçlerinin yapması gereken şey, savaş politikalarına karşı sorunları çözecek kendi politikalarını ortaya koymaları ve bu temelde mücadele etmeleridir. Sadece soyut barış ve ateşkes çağrılarının savaş politikalarını önleyemediği görülmüştür. Kürt Özgürlük Hareketi olarak yılardır tek taraflı ateşkes ilan edip çatışmasızlık sağladığımız halde devletin Kürt sorununun çözümünde bazı palyatif girişimler dışında hiçbir şey yapmaması bu gerçeğin ifadesi olmaktadır. Bu açıdan ateşkes ve kalıcı barışı kalıcı çözümle tamamlayan bir siyasi program ve bunun etrafında mücadelenin yükseltilmesi şarttır.
Şu anda hükümetin yürüttüğü politikalar net ve açık biçimde bir savaş doğrultusundadır. Tamamen Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezme ve tasfiye etme politikası yürürlüğe konulmuş durumdadır. Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını reddetmesi ve Önder Apo'ya tecrit uygulamasıyla başlatılan bu savaşa karşı durmak dışında özgür ve demokratik yaşamı sağlatacak başka bir yol yoktur. Kürt halkı AKP'nin halkımızın özgürlük ve demokrasi özlemini bastırmayı hedefleyen politikasını çok iyi bilerek örgütlenmeyi geliştirip, derinleştirip yaygınlaştırarak mücadeleyi yükseltmelidir. Bunun için en başta da hiçbir tutuklamaya kesinlikle izin verilmemelidir.
AKP hükümeti her gün hava saldırıları yaparak, tüm Kürdistan coğrafyasını yakarak, siyasi soykırımı gerçekleştirerek, gençlerimizi ve çocuklarımızı öldürerek özgürlük mücadelemizi bastırmayı önüne koymuştur. Bizler de halk olarak, demokrasi güçleri olarak özgür ve demokratik yaşamın ancak bu otoriter hegemonyacı ve tekçi zihniyet ve politikaya karşı mücadeleyle elde edileceğini bilerek mücadeleyi yükseltmeliyiz. Amed zindanlarında teslimiyete karşı yaşamını ortaya koyan Mazlum Doğan yoldaşın dediği gibi teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür.
Türk devletinin Önder Apo'ya yaklaşımı ve Önder Apo'nun büyük çabalarla gerçekleştirdiği Dolmabahçe mutabakatını yok sayması halkımıza ve halklarımıza karşı bir savaş açılması anlamına gelmektedir. Bu saldırı sadece ve sadece direnişle püskürtülebilir. Bu temelde tüm halkımızı, demokrasi güçlerini mücadeleyi yükseltmeye; 7 Haziran seçimlerinin mesajı olan Türkiye'yi demokratikleştirme ve tüm sorunları bu temelde çözerek özgür ve demokratik yeni bir Türkiye ve özgür Kürdistan'ı yaratmaya çağırıyoruz.”