Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, aynı gazetede yazan İsmail Kılıçarslan'ın ortaya attığı “Neşeli dindar kızlar” sözüne atıfta bulunarak başlattığı "Kederli dindar kızlar" yazı dizisinin üçüncü bölümünde kendisine gelen bir mektuptan notlar paylaştı.
Eczacı olan kadın mektubunda “Bizim neslin erkeklerinin sorunu bence tembellik. Şöyle etrafımıza bakınca bizim yaş grubuna, iş adamlarının oğullarına, babalarının onlara sunduklarının üzerine bir şey eklemek yok. Olanı yeme üzerine kurulu dünyaları hep. Karşı tarafın tembelliği bizi evlilikten uzaklaştırıyor. Kızlar en az kendi kadar akıllı ve çalışkan birini istiyor hayatında" diye yazdı.
Barbarosoğlu'nun Yeni Şafak'ta "İyi hayat nedir?/ Kederli dindar kızlar (3)" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2015) yazısı şöyle:
Evlilik çağına gelen herkes iyi bir evlilik yapmak ister. Oysa iyi bir evliliğin ölçüsünü “tüketim toplumu”nda belirlemek neredeyse imkansız hale gelmiştir. Çok değil mesela 1950'lerde “iyi bir evlilik” deyince akla neler geliyordu acaba? “Evli Kadının Tarihi” kitabının yazarı Marilyn Yalom 1950'li yılların evlilik beklentisini şu şekilde ortaya koyuyor: “Amerikalı evli kadının yarım yüzyıl içinde ciddi bir dönüşüme uğradığı bir sır değil. Bundan elli yıl önce, beyaz orta sınıf kadının dünya evine kendi bölgesinden, etnik kökeninden, ırkından ve dininden bir adamla,üç -dört çocuk, iki araba ve duvardan duvara halı beklentisiyle girme olasılığı yüksekti.” 1950'lerde Türkiye'de durum nasıldı? Kötü alışkanlığı olmayan, ailesine bağlı, düzenli aylık geliri olan damat adayı makbul bir damat idi. Modern öncesi zamanlarda, iyi bir hayat ile iyi bir evlilik birbirinden ayrı düşünülemeyen durumlardı. İyi bir evlilik ile iyi bir hayat isteği aynı anlama gelmiyor ne vakittir. Gençler iyi bir evlilik deyince daha ziyade başkalarına gösterilebilen, anlatılabilen, tüketim kodları ile paylaşılabilen evliklerin baskısı altına giriyor. Bu baskı zaten görünme ve gösterilmeye gelmeyecek olan “iyi” nin algılanmasını da ziyadesiyle etkiliyor. Konuya tekrar dönmek üzere şimdi sizlere eczacı genç kıza ait olan mektubu sunmak istiyorum. Buyurun: “Bizim neslin erkeklerinin sorunu bence tembellik. Şöyle etrafımıza bakınca bizim yaş grubuna, iş adamlarının oğullarına, babalarının onlara sunduklarının üzerine bir şey eklemek yok. Olanı yeme üzerine kurulu dünyaları hep. Bu durum sadece zenginler için geçerli değil hiçbir çevrede üretme yok, olanı sürdürme var en fazla. Bunun da bayanlarda daha çok hırsa neden olduğunu düşünüyorum. Tembel biriyle evlenmektense kendi başımın çaresine bakarım diyor ve tek odak noktası kariyer oluyor. Karşı tarafın tembelliği bizi evlilikten uzaklaştırıyor. Kızlar en az kendi kadar akıllı ve çalışkan birini istiyor hayatında. Elbette ki etraflarında böyle kişiler var ama kendinden bir tık fazlasını arıyorlar, üreten ve topluma faydası olan birini. Bu da mevzuyu daha çok zorlaştırıyor.” B.R. İyi hayat nedir sorusuna cevap ararken niye bu mektubu seçtim? Dikkat ederseniz mektup iyi bir şirket anlaşmasında neler gerekir sorusuna cevap veren satırlara sahip. Ortağınız sizin kadar çalışkan değilse şirketin ömrü uzun olmaz. Farkında olmadan evliliği bir şirket anlaşması olarak kabul eden mektubun sahibi “kendi çalışkanlığımıza sığınır ve evlenmeyiz” diyor özet olarak. İçinde yaşadığımız tüketim toplumu bir yarış toplumu. Oğulun babasından çok kazanacağı; kızın annesinden güzel, alımlı ve başarılı olacağı bir yarış toplumu. Herkesin sırtında şaklayan bir “daha daha” kırbacı var. Daha zengin, daha genç, daha güzel, daha başarılı, en güzel, en zayıf, en yaşlanmayan. Bu yarışı kim besliyor? Öncelikle medya besliyor. Medya deyince bir medya var bir de sanal medya var malumunuz. Sanal medya deyince orada durmanız gerekiyor. En beğenmediğiniz medya organının bile kendisine göre ilkeleri var. Etkileşimi merkeze alan okuyucu temsilcisi, okuyucu tepkisi var. Fakat sanal medya söz konusu olduğunda hiçbir değer yargısının olmadığı pornografik bir paylaşım devreye giriyor. Pornografi deyince aklınıza ne geldi? Pornografi, gösterilmemesi gerekenin gösterilmesidir. Hal böyle olunca bir cesedin gösterilmesi de pornografinin sınırlarına dahildir, yediğini işittiğini fotoğraflayıp sunmak da. Türkiye muhafazakarlaşıyor diyen sosyal bilimciler var. Mahremiyetin sınırlarının giderek eridiği bir toplumda hangi muhafazakarlaşmadan bahsediyorsunuz? (Başında örtü ile mahremiyetin sınırlarını ihlal eden, ifşa eden kadınların/kızların instagram paylaşımlarının, kendilerine ve çevrelerine verdikleri zarar başka bir yazının konusu olsun.) Mektubun sahibi tembel biriyle evlenmenin sakıncalarından bahsederken konuyu nasıl oluyor da instagrama getiriyorum? Hayatımıza giren her teknoloji bizim algımızı, dünyayı idrak etme biçimimizi etkiler. Ekran karşısında aşırı zaman harcama, bağımlılık olarak kabul ediliyor ve boşanma sebeplerinden biri sayılıyor artık. Eczacı genç kızın bazı erkeklerin ne kadar tembel olduğundan şikayet ettiği satırları, pek ala bazı kızların da ne kadar tembel olduğu üzerinden genişletebiliriz. Ki tembellik mevzusu en çok Ramazan-ı şerifte dile getirilen bir sorun. Gece ile gündüz yer değiştirince evin talebe/işsiz genci gece boyunca ekrana takılı kalmakta, gün boyunca uyumaktadır. Dindar gençlerin evlilik sorunlarını konuşurken konuyu Ramazan tembelliğine getirmem elbette sebepsiz değil. Bütün gün ekran karşısında duran gençler gazete okumuyor, haberlerden haberdar değil, peki neyi takip ediyorlar? Face, twitter, instagram hesapları üzerinden “birileri”ni takip ediyorlar. Takipten geriye sanki vahşi hayvan kovalamışçasına bir yorgunluk kalıyor. Öyle bir yorgunluk ki, zihin haset kültürü ile kuşatılırken, beden pelteleşmiş hale geliyor. Mektubun sahibi, babasının emeğinin/ üretiminin üstüne katkı sunmayan hazır yiyen erkeklerden bahsediyor. Eczacı genç kızımızın bu satırları üst gelir seviyesine sahip bir muhitin içinde olduğu bilgisini sunuyor bize. Büyük ihtimal sadece kendisinin değil, ailesinin görüşlerini de yansıtıyor bu satırlar. Üretme meselesi önemli. Lakin küresel dünyada bireysel üretimin sınırlarının gittikçe daraldığı gerçeğini göz önünde bulundurmak zorundayız. Mesela, bakkal babanın işletme mezunu oğlu, babasının işini genişletmek istesin ve markete dönüştürsün ailenin ekmek teknesini. Gece gündüz çalışsın. Küresel marketler zincirinin olduğu bir çağda, sadece çalışarak başarılı olması kolay bir mesele midir? Her dönemde para parayı çekmiştir. Fakat hiçbir çağda paranın çekim gücü, sınırları bu kadar kolay aşan bir hıza dönüşmemişti. Şimdi gelelim mektuptaki genelleme sorununa. Esas mesele çalışkanlık mı? O halde amele olarak çalışıp üniversite eğitimini tamamlamaya uğraşırken inşaattan düşüp hayatını kaybeden gençlerden sadece ölü bedenleri üzerinden haberdar olduğumuza göre, “çalışkan ve üretken” gençlerin hayatlarından bihaber oluşumuzun vebali kimin boynunadır! Yanlış anlaşılmasın elbette eczacı genç kızın boynuna değildir. Bugün sizlerle bir mektup daha paylaşmak istiyorum. Toplumsal konumumuz, olayları anlama ve değerlendirme biçimimizi doğrudan etkiler. Aşağıdaki satırlar genç bir hâkimenin satırları. Bu satırları dikkatinize sunarak inşallah Cuma günü devam etmek üzere huzurunuzdan ayrılıyorum. Buyurun: “İnsanların birbirlerine karşı tahammüllerinin azaldığı, benmerkezciliğin arttığı bir dönemde yaşadığımız için kadın-erkek fark etmeksizin her iki taraf için de ortak hayatı kurmanın zorlaştığını ve geciktiğini düşünüyorum. Evlilik, sevdiğinle birlikte hayatı paylaşmak olarak değil sorumlulukların arttığı, zorlu ve kısıtlayıcı bir süreç olarak görülüyor ve kimse “özgürlüğünden” vazgeçmek istemiyor. Her iki taraf da daha erken, biraz daha hayatımı yaşayayım diye düşünürken yaşlar ilerlemiş, kriterler artmış oluyor.” İ.İ.Hakim/Hukuk, Yüksek lisans öğrencisi Meraklısı için not: Nihayet Dergi'nin Ağustos sayısı “Eğlenmek Değil Evlenmek”. Bir taraftan yaşadığımız hayatı sosyolojik olarak tasvir etmeye çalışıyoruz bir taraftan da yaşanmakta olan güzel örnekleri ibret hikayesi olarak huzurunuza çıkarıyoruz. Nihayet'in bazı sayfalarını internet ortamında paylaşıyoruz. “Hakikatin bahçesine açılan bir evlilik hikayesi” başlıklı söyleşimizi nihayet.com adresine girerek muhakkak okumanızı, paylaşmanızı tavsiye ediyorum. Konuşacak güzel şeyler olduğu sürece her zorluğu aşan bir kolaylık daima olacaktır.