Kemal Can: AKP, Erdoğan'ın Beştepe dışında tuttuğu ve seçim işleri dairesi olarak kullandığı bir hizmet birimi

Kemal Can: AKP, Erdoğan'ın Beştepe dışında tuttuğu ve seçim işleri dairesi olarak kullandığı bir hizmet birimi

Yaklaşık 30 yıldır "MHP" ve "Türkiye'de milliyetçilik" üzerine çalışan gazeteci - yazar Kemal Can Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yeniden genel başkan seçildiği AKP 6. Olağan Kongresini değerlendirdi. Can, "Uzunca bir süredir partide görev alacaklar ve görevlerin nasıl yapılacağına bizzat Erdoğan karar veriyor" diyerek, "AKP artık bir siyasi parti değil. Erdoğan’ın mecburen Beştepe dışında tuttuğu ve seçim işleri dairesi olarak kullandığı bir hizmet birimi" dedi.  

Can'ın "Lütuf düzeni" başlığıyla (20 Ağustos 2018) yayımlanan yazısı şöyle:

• AKP Kongresi yeni bir siyasi rota gösteriyor mu?  AKP, iktidar döneminin en ciddi krizlerinden birini yaşadığı günlerde kongresini yaptı. Böyle bir dönemde normal bir partide olması gereken hiçbir tartışma ne salona ne basına yansıdı. Kongrede herhangi bir siyasi yarış yaşanmadığı gibi, Türkiye’nin meselelerinin partinin gündeminde olup olmadığı da tartışmalı. Erdoğan’ın belirlediği yönetimin özelliklerinden strateji, konuşmasından mesaj ayıklanmaya çalışıldı ama pek de yeni bir şey çıkmadı.  Uzun bir süredir AKP artık bir siyasi parti değil. Erdoğan’ın mecburen Beştepe dışında tuttuğu ve seçim işleri dairesi olarak kullandığı bir hizmet birimi. Yine uzunca bir süredir partide görev alacaklar ve görevlerin nasıl yapılacağına bizzat Erdoğan karar veriyor. Bütün Türkiye için uygulanan “lütuf düzeni” en mükemmel şekilde AKP’de icra ediliyor. Herkes mücadele ederek, hak ederek değil, “Reis” lütfettiği için göreve geliyor ve görevde kalıyor. 

• Lütuf düzeni sadece siyasi alanda ve “muhtaçlar” için mi?  Erdoğan, dış politikadan ekonomiye, adaletten popüler alana kadar her zeminde kabul ettirdiği bir lütuf düzenini sürdürüyor. Erdoğan’ın lütfu, sadece sınırlı yardımlarla ayakta kalmaya çalışanların, yerini ona borçlu olanların değil, koca koca devletlerin yöneticilerinin de müracaat ettiği bir şey haline gelebiliyor. Bazen kapılarına yığılan mültecileri durdurmak, bazen rehin alınan bir vatandaşlarını geri almak, bazen de bir satış anlaşması yapmak için.  AKP iktidarı kuruluşundan itibaren ve şimdi sarıldığı “ekonomik savaş” argümanına rağmen “piyasa ekonomisi”, “küresel finans düzeni” gereklerindenhiç ayrılmadı, ayrılmayı düşünmedi. Ancak, bir süredir ekonomik paylaşım, hâkim güçlerin kârlarından kayıp etmemek koşuluyla destek verdiği bir lütuf filtresiyle birlikte uygulanıyor. Bu düzen, çok isabetli kavramlar olan “ahbapçavuş kapitalizmi” ve “kayırma ekonomisi” destekli. 

• Krizlerle lütuf düzeni arasında nasıl bir ilişki ve etkileşim var?  Lütuf düzeni krizlere hem ihtiyaç duyuyor hatta bizzat üretiyor hem de krizleri büyük bir imkân olarak kullanmayı biliyor. Lütuf, zorluk anlarında veya yakın bir tehlike olduğunda çok daha etkili. Böyle olunca hem kabulü, hem minneti artıyor. Krizler ve kriz olasılıkları, zaten hak olan şeylerin bir lütuf haline getirilmesini tartışmak yerine, lütuftan faydalanmayı, en azından dışında kalmamayı daha önemli hale getiriyor.  Bir insanın özgürlüğünden olması, bir dizinin yayımlanmaya devam etmesi, bir ihalenin alınması veya bir şehrin kaderi lütfa bağlı olabiliyor. Ama lütufdüzenini devam ettiren şey, otoritenin gücünden çok bu işleyişin kabul edilme seviyesiyle ilgili. Krizler, lütuf düzeninin kabul sınırları için genişleme imkânları yaratıyor. Örneğin, seçim arefesinde kamu tasarrufu gerekçesiyle yerel yönetim bütçelerinin Beştepe lütfuna bağlanma hamlesinde olduğu gibi. 

• Lütuf düzenini, sadece imkânlardan faydalananlar mı besliyor?  Lütuf düzeni, iki koldan işliyor: İlki, çözülmez gibi görünen bir meselesini çok da sıradan olmayan bir yöntemle hemen halledilebilmesi. İkincisi, “normal” yollarla kolayca çözülebilecek bir meselenin lütfedilmedikçe asla hal yoluna girememesi. Milyarlarca liralık borçların bir kalemde silinmesi veya makul ve inandırıcı bir delil olmadan insanların hapiste tutulması gibi sonsuz sayıdaki örnekte görüldüğü gibi, “o derse olur veya o demezse olmaz” inancı anahtar.  Lütuf düzeni, sadece bu imkânlardan faydalananların sağladığı destekle yürümüyor. Bu çemberin dışında kalanlar, yanına bile yaklaşamayanlar,kalabalık bir seyirci grubu da, bu düzene bilmeden destek veriyor. Yaşanan çarpıklıkları bir düzen meselesi olarak karşılamak yerine fazla kişiselleştirmek,lütuf merkezini olduğundan daha önemli yapıyor. Kişisel katkısı çok büyük olsada, “her şey onun yüzünden oldu” fikri, dolaylı olarak “her şeyi ancak o çözebilir” efsanesini de besleyebiliyor. 

• Erdoğan’ın her krizden güçlü çıkması nasıl mümkün oluyor?  Bu sorunun cevabı ikiden çok daha fazla. Siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel veçheleri olan çok karışık bir mevzu. Ancak, bu yazı bağlamında, Erdoğan’ın seçilmiş olduğu makam dolayısıyla yapmak zorunda olduğu görevleri bile bir lütuf haline getirebilmesi, önemli bir neden olarak işaret edilebilir. Bu beceriyi besleyen taktik hamlelerden en belirleyicisi de, bilinçli olarak müdahale geciktirmek, olgunlaşana kadar hamle bekletmek.  Bu taktik hamleyi destekleyen ve Erdoğan’ın çok güvendiği iki önemli muhalefet hastalığı ise, abartı ve kısa menzil aceleciliği. Zaten kötü olan birşeye felaket demek, beklenen olumsuzluğa dikkat çekmek yerine alarm vermek, yapılan her abartı, gerçekte çözüm olmayan hamlelerle kolay “başarıları” mümkün hale getiriyor. Aynı şekilde, siyaset söz konusu olunca kritik noktaların tek olayla birdenbire gecilmeyeceği de kabullenilemiyor. Ne yazık ki, siyaset hayat kadar hızlı değil.