Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, 28 Şubat sürecinin öncesi ve sonrasını muhafazakâr kesimin perspektifinden değerlendirdi. "O dönem azınlık psikolojisiyle, bugünden çok farklı bir ruh haline sahiptik" diyen Öztürk, artık azınlık değil çoğunluk olduklarını söyledi. Öztürk, "Azınlık psikolojinin verdiği tüm avantajlarımız tükendi" diye yazdı.
Öztürk'ün "28 Şubat: Azınlık psikolojisinden, çoğunluk psikolojisine" başlığıyla (28 Şubat 2019) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:
28 Şubat benim kuşağımın en canlı ve en şiddetli yaşadığı darbe olması açısından ayrı bir yere sahiptir. Kişisel olarak yazılarımdan dolayı yargılanmam, mahkum olmam, mesleğimi yapamaz hale gelmem ve sonra da ülkeden ayrılmak zorunda kalmam, bana bu darbeyi ayrıca derinden hissetmiştir.
Lakin aradan geçen bunca zamandan sonra, artık çektiğimiz acıları, sıkıntıları, gördüğümüz baskıları anlatmaktan yana değilim. Acılarımızı yeterince kullandık.
O dönem “İslamcı, muhafazakar, dindar...” diye tanımlanan kesim olarak azınlık psikolojisiyle, bugünden çok farklı bir ruh haline sahiptik. Dayanışma, yardımlaşma, özveri, fedakarlık, dürüstlük… sanırım 28 Şubat’ı yaşayan herkesin etrafında gördüğü şey buydu.
Fakirdik ama garibanlara en çok biz yardım yapardık.
Gücümüz yoktu ama zulme karşı en çok bizim sesimiz çıkardı.
Devlette adamımız yoktu ama adaletsizliğe en çok biz itiraz ederdik.
Paramız yoktu ama gözümüz toktu. İnsanlar bize mallarını, paralarını emanet ederdi.
Hayallerimiz büyüktü. Siyasetin, ekonominin, bürokrasinin çok ötesinde, dünyayı değiştirecek hayallerdi bunlar.
Çok çalışıyorduk, çok okuyorduk, çok düşünüyorduk ve çok samimiydik.
İşte tüm bunlar azınlık psikolojisinden kaynaklanıyordu. Ezilen bir azınlığın hayatta kalma mücadelesiydi bu. Tüm emeklerin, mücadelenin ve var olma kavgasının sonunda ortaya muazzam bir entelektüel birikim, çok nitelikli bir insan kaynağı ve örgütlü bir sivil toplum yapısı çıktı.
Muhafazakar camianın her kesimi, bu baskı sürecinde diri kalmayı, kendini geliştirmeyi, sahaya hakim olmayı başardı.
Sanırım her darbede olduğu gibi, 28 Şubat post modern darbesini yapanlar amaçlarına ulaşamadıkları gibi, Türkiye’nin geleceğini etkileyecek bir zemini ve toplumsal yapının inşasını sağlamış oldular.
28 Şubat darbesinin yarattığı atmosfer, muhafazakâr camianın iktidara yürüyüşünü hızlandırdı. Sonunda da 2002’de AK Parti eliyle iktidar olundu. O muazzam entelektüel birikim, insan kaynağı ve zihin gücü bir anda AK Parti’ye aktı ve Türkiye tarihinin en önemli değişimini ve dönüşümünü yaşadı.
Buna ‘sessiz devrim’ denirdi gerçekten.
Buradan yola çıkıp, 28 Şubatçılarla muhafazakarların ortak çalıştığını iddia eden aklı evveller var. Onlara tavsiyem o dönem gazetelerini okumalarıdır. Şimdi AK Parti sevdalısı gibi gözüken bu gazeteler/gazeteciler bizi yok etmek için nasıl canla başla çalışıyordu görürsünüz.
Şimdi aradan geçen 20 yıldan fazla zaman zarfında bizler artık ülkeye, devlete ve sisteme, sosyal hayata hakim bir haldeyiz neredeyse. Sanırım bunu ne biz, ne de darbeyi yapanlar hayal ediyordu.
Sosyal taban olarak artık azınlık değil, çoğunluğuz. Dolayısı ile azınlık psikolojinin verdiği tüm avantajlarımız tükendi.
Dayanışma ruhu yerine ayrışma, yardımlaşma yerine güç devşirme, adam eksiltme, bölünme ve ötekileştirme yaşanıyor artık. Çoğunluk psikoloji de böyle bir şeydir sanırım. İlk defa tecrübe ediyoruz.
Sanırım her devrimde olduğu gibi, sessiz devrimi yapanlar da çocuklarının bir kısmını yedi. Birçoğu küstü, uzaklaştı ya da sağa sola savuruldu.
Burada 28 Şubat baskısını ve acısını yaşayanları daha büyük bir imtihan bekliyor. Çoğunluk olarak, bir zamanlar bize ne kötülük yapıldıysa onları tekrar etmemek, her kesimden insanın mutlu yaşaması için bir sistem kurmak düşer üzerimize.
Artık 28 Şubat’ta ne çektiğimizi anlatma devri geçti. Şimdi huzurlu bir gelecek kurgulamak için yeni şeyler söylemek lazım.