Süheyl AygülZaman makinası çalışır, mevsimler döner, takvim yaprakları bir bir düşer, akreple yelkovan hızla danseder…Hayatın akışkan döngüsünde biz mi hayatı yakalarız, hayat adına başkaları bizi mi yakalar? Yoksa aslolan hayatı değil de kendini yakalamaya çalışmak mıdır?“Kaybettim kendimi ne olur bul beni!’’ hüzünlü şarkısını içinizden dışarı doğru bağıran hoporlerin sesini “yeter’’ diyerek kesmeyi hiç düşündünüz mü?“Birilerinin sizi bulup kurtarması’’ masalını sürekli yatmadan okumak ve bir yandan buna inanıp bir yandan da egonuza yapay umut yüklemesi yapmaktan vazgeçmeyi hiç aklınızdan geçirdiniz mi?Başkalarının hayallerine ortak olmaya çalışmaktan veya kariyerlerinde araç olarak kullanılmaktan artık keyif almadığınızı hissettiğiniz anlar hiç oldu mu?Gelenleri ağam diye çiçeklerle karşılayıp, gidenleri paşam diye hıçkırıklarla uğurlamaktan yorulmadınız mı?Hayat diye size dayatılan şeyleri yakalamak adına yol aldığınızı düşündüğünüz koşu bandından gerçek zemine inmeyi hiç düşünmüyor musunuz? “Hayatı yakalamalar, Iskalamamaya çalışmalar’’, “Dünya vatandaşı olmalar’’ “Carpe Diem’ ler” güzel sözlerdir şüphesiz… Kalbi ısıtan, ağza yakışan ve konuştukça gurur yaratan… Gerçekten bunları düşünür ve diler misiniz? Dilerseniz gerçekten inanır mısınız? İnanırsanız yaşama taşıyıp, gerçekleştirir misiniz?Elinizde sıkı sıkıya tuttuğumuz define haritalarınız ne kadar sağlamdır gerçekte?Yaşadığınız arazilere haritalarınız ne kadar uymaktadır? Başkalarına işaret levhaları çakacak kadar farkındalık sahibi iddiasında iken o levhalara doğru içinizde hiç yolculuk yapmayı denediniz mi acaba?Samimiyetin insanın başkalarından çok kendine yakın olmasıyla mümkün olabileceğini hiç düşündünüz mü? Samimiyet belki de insanın kendisi ile tanışıklığı ve barışıklığı olabilir mi?Başkalarına fevkalade hassas olan sensörlerinizin genelde kendinize karşı kapalı olduğunu hiç hissettiniz mi? Başkalarını içsel nedenlerle, kendinizi dışsal nedenlerle eleştirmeyi alışkanlık haline getirdiğinizin farkında mısınız?Ne söylediğiniz, ne yaptığınızın değil ne hissettirdiğinizin daha önemli olduğunu ne zaman kesfedeceksiniz?İdealize ettiğiniz kişiliğiniz ile reel kişiliğiniz sizce ne kadar birbirlerine yakın? Aradaki boşluğu birbirine yakınlaştırarak mutlu olmak yerine boşluğu dolduran mutsuzluk denen bulutun üstüne çıkıp aşağıdakilere bakıp ahkam kesmek sizi daha ne kadar avutacaktır?Düşüncelerinizin ve kararlarınızın ne kadarı size aittir? Ne kadarı başkalarına?Ne zaman başkalarının şapkalarını çıkarıp, eldivenlerine kuşanmaktan vazgeçecek siniz? Ne zaman başkalarının ayakkabıları giymeyi terk edip, söylem-eylem örtüşmeleriniz olmadığı zamanlarda da kendinizi eleştirebilecek özgüvene sahip olacaksınız?İnsanları aklınızla, kendinizi kalbinizle yönetmeye çalışmanın anlamı olmadığını ne zaman öğreneceksiniz? Kendinizi aklınızla başkalarını kalbinizle yönetmeye ne zaman başlayacaksınız?Ne zaman kendiniz olacaksınız? Ruhunuzun ikizlerine veya üçüzlerine ne zaman ekip çalıştırması yaptıracaksınız?İç sesinizle dış sesinizi ahenkle tek ses çıkarmanız ne zaman mümkün olacak? Hayatı yakalamanın yolunun kendinizi yakalamaktan geçtiğini, kendini yakalamanın yolunun da kendinizden kaçmaktan vazgeçmek olduğunu ne zaman hatırlayacaksınız?Ne zaman duvardaki postere değil de aynadaki gözbebeğinizin içine sımsıcak bir gülümseme ile bakarak ‘’Samimi bir Merhaba’’ diyeceksiniz?Ne zaman gözlerinizi kapayıp, önce çocukluğunuzdaki beş yaşındaki sizi, sonra on beş yaşındaki sizi, sonra sırasıyla yirmi beş , otuz beş yaşındaki sizi birer birer yanınıza çağırıp öpüp, koklayacak, sevginizi verecek, bağışlayacak, birbirini tanıyan, seven ve barışık halde güçlü bir takım halinde ortak payda da sahaya sürerek artık özgür bırakacaksınız?Unutmayın kişi aslında yalnız değildir!Her zaman kendisiyle baş başadır…