Işıl Öz
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Gezi olayları sonrası tartışılan “izinsiz toplantı” kavramına, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özüne dair detaylı bir makale yazdı. Makale ışığında T24’e konuşan Kerem Altıparmak, “ Polisin toplantıları dağıtma gerekçelerinden biri, toplantının yasa dışı olması. Bunu belirttik, barışçıl bir toplantının salt yasadışı olduğu için şiddet kullanılarak dağıtılması insan haklarına aykırı İkinci rutin gerekçe ise, provokatörlerin göstericilerin içine karışarak şiddete yöneldikleri” dedi.
Barışçıl toplantı izin gerektirir mi?
Anayasanın 34. maddesine göre “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Bu nedenle izin almanın bir koşul olamayacağı açık.
Peki, 2911 sayılı yasa, anayasadaki izinsiz toplantı hakkını ortadan kaldırıyor mu?
Hayır. Zaten bunu yapsaydı, anayasaya aykırı olurdu yasa. 2911 sayılı yasa izin değil bildirim koşulu getiriyor. Ayrıca bu yasayı temel alırken de dikkatli olmak gerekir. 2911 sayılı yasaya dayalı toplantı ve gösteri yürüyüşü engellemeleri defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından AİHS’e aykırı bulundu. Bu nedenle, bu yasanın anayasanın 90. maddesi uyarınca insan hakları sözleşmelerine ve AİHM içtihadına uyumlu bir şekilde yorumlanması.
zorunlu. Unutmayalım, bu yasanın amacı toplantı yapan insanların cezalandırılması olamaz. Bu yasa, Anayasada öngörüldüğü gibi toplantı ve gösterinin nasıl yapılacağını güvence altına almak için yapılmıştır. Yani amacı insanlar toplantı yaparken, hem kendilerinin hem de başkalarının hak ve özgürlüklerini mümkün olduğu ölçüde az etkilenmesi nasıl mümkün olabilir ona çözüm bulmaktır.
Bunu sağlamak için yasal koşulları ihlal edenlere bazı yaptırımlar öngörülebilirse de, kural barışçıl toplantının yapılması, istisnası bunun sınırlandırılmasıdır. Hiçbir yasa bu kuralı bozacak şekilde yorumlanamaz. Böyle bir yorum hem Anayasaya hem de uluslararası sözleşmelere aykırı olur.
AİHM’e göre de devletler, toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme görüntüsü altında, bu hakka yönelik makul olmayan dolaylı sınırlandırmalardan da kaçınmak zorunda.
Gezi Parkı eylemleri, bu gizli engelleri örnekledi diyebilir miyiz?
Evet. Bakın 2911 Sayılı Yasa’nın 10. maddesi toplantı yapılabilmesi için 48 saat önceden bildirim yapılması gerekliliği getiriyor, 22. maddesi ise parklarda toplantı yapılmasını yasaklıyor. Aynı şekilde, 7. madde açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar saat 23.00’e kadar sürebileceğini düzenlenmiş. Eğer bu hükümler lafzi olarak yorumlanırsa, bir parkın yıkımına karşı çıkanların, o parkta değil ve fakat örneğin Çağlayan’da eylem yapması gerekir. Aynı şekilde, 48 saat önce bildirim verilmesi gerektiği için tüm ağaçlar sökülünceye kadar toplantı ve gösteri yapılması mümkün olmayacaktır. Saat 23.00 kuralı uygulanırsa, Başbakan’ın yurtdışından dönüşünde yaptığı havaalanı toplantısı otomatik olarak yasadışı hale gelecektir.
Oysa bir çok toplantının yeri ve zamanı o hakkın anlamlı olmasını sağlar. Birinin öldürüldüğünü düşünün, bunu protesto etmek istiyorsunuz. 3 gün sonra mı protesto edeceksiniz? Sorumlularının kim olduğu belliyse onların olduğu yerde mi, yoksa söz gelimi başka bir ilde mi protesto yapacaksınız? 2911 sayılı yasa örneklerinin gösterdiği gibi ilk başta yasak değil düzenleme gibi gözüken kurallar toplantı ve gösteri yürüyüşünü anlamsız hale getirebilir. Bu gibi durumlarda, düzenlemeyi yapan yasa değil, doğrudan temel hakkı güvenceye alan Anayasa/insan hakları sözleşmesi uygulama alanı bulur.
AİHM’nin de, mevcut olaya anında cevap verme gereğinin doğduğu bazı özel durumlarda, anında toplanma hakkının bildirim ödevinin önüne geçebileceğini kabul eden kararları var. O an yapılmayan eylem daha sonra anlamsız hale gelecekse, bildirim yükümlülüğe uyulmaması toplantı özgürlüğünün doğal sonucudur. Parkın yıkılmasından sonra eylemin bir anlamı kalmayacaktır.
Diyelim ki kanunsuz toplanıldı, bu toplantı hakkına müdahaleyi haklı kılar mı?
Yasadışı olsa da barışçıl toplantı engellenemez. Daha önce de söylemeye çalıştığım gibi asıl olan barışçıl toplanma hakkının tanınmasıdır. Bir toplantı, yasada öngörülen koşulları yerine getirmese bile, şiddet içermediği sürece salt bu nedenle toplantıya müdahale edilemez.
Bazı toplantı ve gösteriler hiçbir şekilde kamu düzenini bozmayabilir, kamu düzenine zarar vermeyebilir. Halka açık bir alanda gerçekleştirilen çoğu toplantı ise günlük yaşamın akışını belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabilir. AİHM’e göre, yasadışı hale gelmişse bile şiddet kullanılmayan bir toplantıya, 11. maddede korunan toplanma hakkı anlamını tamamen yitirmemesi için belirli bir ölçüde hoşgörü gösterilmelidir. Sırf yasadışı olduğu gerekçesi ile anında müdahale etmek, barışçıl toplantı hakkını anlamsız kılacaktır. Örneğin, bir yaşam hakkı ihlali protesto edilmek isteniyor ve izin alınmıyor. Kamunun çıkarı yasadışı toplantının dağıtılmasında mıdır, yoksa yaşam hakkı gibi önemli bir hak ihlaline dikkat çekilmesinde mi? İdare her zaman barışçıl toplanma hakkının karşısında korunan kamusal değeri ölçmek zorundadır. Eğer hiçbir karşı değer yoksa hiç müdahale edilmemelidir. Yok eğer barışçıl toplantı hakkının karşısında başka hak ve özgürlükler varsa bir tartım işlemi gerekir. Bu tartım işleminde de, örneğin trafiğin kısa bir süre aksaması müdahaleyi haklı çıkarmaz. Ama başka bir örnek alalım, toplantı ambulansın geçmesini engelliyor o zaman en azından bir koridor açmayı deneyebilirsiniz. Ama her iki örneğin ortak yanı bir tartı işlemi yapılmasıdır.
Barışçıl toplantının süresi ne olmalıdır?
Barışçıl bir toplantının ilelebet devam ettirilip ettirilemeyeceği de önemli bir sorun. Teorik olarak, başkalarının hakkını ve kamu düzenini etkilemediği sürece barışçıl toplantı hakkı sınırsız süreyle yürütülebilir. Kamu düzenini bozduğu iddia edilen bir toplantı da barışçıl olduğu sürece mesaj verilinceye kadar sürdürülebilir.
Cisse/Fransa davasında yasadışı 200 göçmen, 2 ay süreyle Paris Aziz Bernard Kilisesi’ni işgal etmişti. Eylem barışçıl olduğu için kiliseye gidenlere zarar vermemiş ve kamu düzenini bozmamıştı. AİHM 2. ayın sonunda yapılan müdahaleyi, açlık grevine girenlerin sağlık durumlarının bozulmuş olması ve sıhhıye koşullarının tamamen yetersiz kalması nedeniyle zorunlu görmüştü.
Bununla birlikte, neyin makul süre olacağını saptamak birden fazla unsura bakmayı gerektirir. Siyasal ağırlığı, katılımı fazla olan eylemlere daha uzun süre hoşgörü gösterilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bir demokrasi açısından doğru tercih, toplumun tamamını veya büyük bir kısmını ilgilendiren geniş katılımlı toplantılara daha uzun süreli tahammül göstermektir.
Peki, müdahalenin yöntemleri sınırsız olabilir mi?
Hak ve özgürlüklerin bazı istisnai hallerde sınırlandırılabilir olması, bu sınırlandırmanın dilendiği şekilde yapılabileceği anlamına gelmez. Bir toplantıya kuvvetle müdahale edildiğinde müdahaleden etkilenebilecek insanları üç gruba ayırmak mümkün: Barışçıl gösteri ve toplantı yapanlar, barışçıl gösteriye şiddet karıştıranlar ve olaya dışarıdan katılanlar. Bu grupların hiçbiri açısından müdahale için sınırsız kuvvet kullanımı kabul edilemez.
Türkiye’de, polislerin toplantıları dağıtmasının gerekçeleri neler?
Kolluk güçlerinin rutin iki gerekçesi var. Bunlardan biri, toplantının yasa dışı olması. Bunu belirttik, barışçıl bir toplantının salt yasadışı olduğu için şiddet kullanılarak dağıtılması insan haklarına aykırı.
İkinci rutin gerekçe, provokatörlerin göstericilerin içine karışarak şiddete yöneldikleri. Genel olarak barışçıl niteliğini kaybetmeyen bir toplantıda yer yer şiddet olayları gerçekleşmişse, kendi şiddet olaylarına karışmayan kişi, toplantıyı terk etmediği için cezalandırılamaz. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösteri yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. Eğer bu mümkün olmazsa toplantının dağıtılmasına karar verilebilir. Ancak bunun olabilmesi için şiddeti başka türlü durdurmanın imkansız hale geldiğine karar verilebilmesi gerekir. Bir başka deyişle eğer şiddeti engellemek için daha az sınırlandırma yetiyorsa, daha fazla sınırlandırma yöntemine gidilemez.
Devletler, sadece kamu malını ve düzenini değil ve fakat barışçıl gösteride bulunanları da şiddete başvuranlardan korumak zorundadır. Kamu düzeni, devletin vatandaşlardan korunduğu değil insanların temel hak ve özgürlüklerini maksimum düzeyde kullanabildiği bir düzeni ifade eder. Bu nedenle, barışçıl bir şekilde başlayan bir eyleme bir şekilde şiddet bulaştıysa, alınacak önlem tüm gösteriyi sonlandırmak değil ve fakat mümkünse şiddete başvuranları, barışçıl eylemcilerden ayıracak kolluk önlemleri almaktır.
Gezi olaylarında polislerin genel yaklaşımı şiddete başvuranları caydırmak içindi denilebilir mi?
Gezi olayları açısından düşünülecek olursa, 2,5 milyon kişinin katıldığı söylenen eylemlerde şiddete başvuranların oranının yüzde 1 olduğunu bile sanmıyorum. Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir yerde polis barışçıl eylemciyle şiddete başvuranları ayırt etmiş de değil. Bu nedenle, genel nitelikli şiddete başvurdular o nedenle dağıttık argümanı pek ikna edici durmuyor, Olaylar boyunca, kolluk hedef gözetmeksizin, şiddete başvuran başvurmayan ayrımı yapmaksızın, yoğun bir şekilde gaz ve tazyikli su kullandı. Bu araçların gerçek amacının şiddete başvuranları caydırmak olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü kullanıldığı ifade edilen 130 bini aşkın gaz bombası onbinlerce barışçıl göstericiyi etkiledi, bazı kişiler doğrudan gaz kapsülünden yaralandı, toplam yaralı sayısı 8 binleri buldu.
Polisin kapalı alanlara dahi gaz atmasını nasıl yorumladınız?
Gaz kullanımının sorunları hakkında daha önce görüşlerimi söylemiştim. Bu olaylar öncesinde de gazın keyfi kullanıldığı ve yasal dayanağı olmadığı yönünde çok fazla şikayet vardı.
Gezi Olayları sırasında da, başta Divan Otel olmak üzere, kapalı alanlara yönelik saldırıların tamamında aynı durum geçerli. İçeride bulunan kişilerin sağlık durumları gözetilmeksizin, kapalı alanlara yönelik gaz atılması hem toplantı ve gösteri yürüyüşünün hem de kötü muamele görmeme yasağının ihlali anlamına gelir. Gazın keyfi ve yoğun kullanımı başka sorunlara da yol açmaktadır. Herkes evden çıkarken gideceği merkezi yerde polisin gaz kullanabileceğini hesaba katmak zorunda değil. Yaşlılar, çocuklar, sağlık sorunları olanlar toplantıya katılmasalar bile keyfi gaz kullanımından yoğun bir şekilde etkilendiler. Polisin, akrep ismi verilen araçlarla ara sokaklara gaz atması ile bırakınız dışarı çıkıp olaylardan etkilenenleri, yaz sıcağında camını açan birçok insan gaz kullanımından olumsuz etkilendi.
Şimdi İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere bir genelge yolladığı ifade ediliyor. Bunu birkaç açıdan incelemek lazım. Birincisi, bu genelge aslında Bakanlığın da gazın hukuka aykırı kullanıldığını teyit ettiğini gösteriyor. Bu nedenle, daha önceki kullanımla ilgili işlem yapılması gerekir. İkincisi, basına yansıdığı kadarıyla bu düzenlemenin de eksikleri var. Ve nihayet üçüncüsü, bu düzenlemenin genelgeyle yapılması doğru değil. En azından bir yönetmelik olmalıydı, çünkü bu kurum içi bir düzenleme değil, muhatabı olan herkesi etkileyen, insan haklarını etkileyen bir düzenleme. Genelge böyle bir düzenleme için hukuken doğru tercih değil.
Peki, şiddete başvurduğu söylenenlere yönelik müdahale nasıl olmalı?
Müdahalenin meşru olduğu, şiddete başvuranlara yönelik kuvvet kullanılması durumunda bile kullanılacak gücün sınırları iyi çizilmeli. “Sinek öldürmek için balyoz kullanılması” ifadesi, Türkiye’deki toplantılara yapılan müdahaleler için kullanılabilir. Bir kişinin bedensel bütünlüğüne yapılan saldırı ile kamu düzenin sağlanması arasında bir tartı işlemi yapılamaz. Kolluk, yapacağı müdahalede kötü muameleye başvurmamak zorunda. Dahası, Türkiye’deki cezasızlık sorununun bir uzantısı toplantılara yapılan müdahalelerdeki şikayetlerde görülüyor. Toplantı sonrasında gerçekleşen gözaltı işlemlerinde kötü muamele gördüğünü söyleyen kişilerin yaptıkları başvurular, savcılar tarafından toplantının illegal olması gerekçesiyle reddediliyor. Oysa bu gibi davalarda incelenmesi gereken tek şey toplantının illegal olup olmaması değildir. Evet yasal bir toplantıya müdahale eden polis suç işlemiş olacaktır. Ancak, yasaya aykırı olan bir toplantıya müdahale eden polisin de, yakalanan kişi şiddete başvurmuş olsa bile, dilediği gibi davranma imkanı yok.
Ne yapılmalı?
Her bir vakada, somut olarak kullanılan şiddetin müdahalenin gerektiği sınırlar içerisinde kalıp kalmadığı incelenmeli. Bu inceleme özellikle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağına ilişkin olduğu için özel kurallara tabiidir. Bir kere, etkili soruşturmanın tarafsız merciler tarafından yapılması gerekir. İçişleri Bakanlığı’nın hiyerarşik denetimine tabi müfettişler bu niteliği taşımıyor. Her bir vakada, kullanılan kuvvetin gerekli olup olmadığı, kimlerin sorumlu olabileceği ayrı ayrı araştırılmalı. Türkiye’de soruşturmalarda alt düzey kolluk görevlileri bazen davranışları nedeniyle yargı önüne çıkıyor ama organizasyonu yanlış örgütleyerek hak ve özgürlüklerin ihlaline yol açan kolluk amirleri genelde soruşturulmuyor. Söz konusu olan hakların niteliği de dikkate alındığında incelemenin çok çabuk ve etkili olması gerekir. Gezi olayları sırasında birçok yaralanma söz konusu oldu. Bu olaylara ilişkin delillerin çoktan toplanmış, incelenmiş olması gerekirdi. Sürekli müfettiş yolladık, inceleniyor demek doğru değil. En azından yaşam hakkını ihlal etme ihtimali olan olayların bir kısmı için artık sonuç almaya başlanmış olması gerekir. Nihayet, yaşam hakkı söz konusu olduğunda mümkün ölçüde kamuoyu denetimini, özellikle mağdurların ve yakınlarının soruşturmaya katılımını sağlamak gerekir. Hiçbir şeffaflık olmadan, bu soruşturmaların devam ettiği açıklamaları tatmin edici değil. Kamuoyunun neyin yapıldığını, neyin yapılmadığını en azından genel olarak bilebilmesi gerekir. Ailelerin ise daha fazla bilgi alma hakkı var.
Gezi olayları sırasında, yapılan gözaltılarda orantısız güç kullanıldığı ifade edildi. Bu kanıtlanırsa ne olur?
Bunun kanıtlandığı durumlarda Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu işlenmiş olacaktır. Bununla birlikte, olaylara ilişkin bazı iddia ve görüntülerin işkence suçundan incelenmesi gerekir. Adından da anlaşılabileceği gibi 256. maddenin uygulanabilmesi için kolluğun zor kullanma yetkisine sahip olması gerekli. Kolluğun zor kullanma yetkisi yoksa ve insanlar üzerinde şiddet kullanıyorsa, diğer koşulları da taşıması koşuluyla burada artık işkence suçundan bahsetmek gerekir.
Göstericiler taş attı vs. gibi genel ifadeler kullanıp, toplantı hakkının kısıtlanması ne kadar doğru?
Biraz önce yaptığımız açıklamalar bu soru için de geçerli. İnsan hakları hukuku birçok durumda bir tartma işlemi gerektirir. Haklara müdahale ettim, çünkü daha yüksek bir değeri korumam gerekiyordu. Günlerce bir sürü ilde devam eden eylemlere taş atıldı, atılacak diye müdahale etmek doğru değil. Hangi şiddet eylemi, barışçıl toplantıyı nasıl barışçıl toplantı olmaktan çıkardı bu ortaya koyulmalı. Ardından bunun engellenip engellenemeyeceği tartışılmalı. Bunu yapmadan, bunlar hep şiddete başvurur zaten diyerek müdahalede bulunulamaz. Bunu iddia eden, kimin nasıl bir şekilde şiddet kullandığını göstermelidir. Gezi olayları açısından bakıldığında, bir yerde bir tarihte taş atılması nedeniyle her toplanmaya şiddetle cevap verilebileceğini düşünmek yanlış. Her bir şiddet kullanımının, genel ve muğlak sözlerden bağımsız olarak, neden gerekli olduğunun delilleri ile gerekçelendirilmesi gerekir. “Elimizde şiddet görüntüleri var, provokatörler var, yine benzer oyunlar oynanacak” şeklinde gerekçelere dayanarak toplantı hakkının kısıtlanması mümkün değil.
Gösterileri yasaklayan genel kararlar alınması kural olarak mümkün mü?
Mümkün değil. Böyle bir kısıtlama, ancak ve ancak daha hafif önlemlerle giderilemeyecek derecede ağır risklerin var olması halinde kabul edilebilir. Şiddete teşvik ve demokratik ilkelerin reddi durumları hariç, yetkililer açısından şoke edici ve kabul edilemez görüş ve kelimeler kullanılması, meşru kabul edilemeyecek taleplerin ileri sürülmesi nedeniyle toplantı özgürlüğünü kısıtlayan genel önlemler alınması demokrasiyi tehlikeye düşürecektir. Toplantılarda insanlar, yöneticilerin hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyebilir. Bu toplantının hakkının doğal bir sonucudur zaten.
Son soru: Gezi sonrasında yapılması gerekenler nedir?
Gezi sonrasında yapılması gereken, yeni sosyal medya yasaları çıkarak ifade özgürlüğünü daha da boğmak değil, çoğulcu bir demokrasinin doğal gereği olan toplantı ve gösteri hakkını yeniden tanımak ve genişletmektir.