KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen, KESK’in önümüzdeki döneme dair program ve hedeflerine ilişkin olarak, “KESK bu zor dönemi, öncelikle emekçilerin söz ve karar sahibi kılındığı katılımcı bir anlayışı yeniden hâkim kılarak, işyerlerini mücadelenin merkezi haline getirerek aşacak” dedi.
Birgün gazetesinden Yaşar Aydın’a konuşan Aysun Gezen, “Neredeyse her gün bir işçinin katledildiği; Soma, Ermenek, Torun Center gibi işçi katliamlarının yaşandığı, farklı istihdam biçimleriyle sınıfın parçalanmak istendiği, emeğe tevekkül ettirilmeye çalışılan bir dönemden geçiyoruz; neoliberal saldırı gitgide vahşileşiyor” dedi.
Birgün gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan röportaj şöyle:
İçinde bulunduğumuz dönemi değerlendirmeden önce AKP ile geçen 15 yılı değerlendirmenizi istiyoruz. AKP ile ne değişti?
AKP 2002’de iktidara geldiğinde, bazı kesimlerce askeri vesayeti sona erdirme, demokrasiyi güçlendirme, 1980 Darbesi, bu darbenin ürünü yapılar ve darbe anayasası ile hesaplaşma gibi belirli bazı iddialar etrafında desteklenmişti. Ancak emeğe ve emekçilere yönelik saldırıların, sağlık ve eğitim sistemi başta olmak üzere kamusal olması gereken hizmetlerin özelleştirilmesinin, güvencesiz istihdamın ve esnek çalışmanın yaygınlaşmasının, taşeronlaşmanın, yoksullaşmanın, doğanın ve doğal kaynakların yağma ve talanının, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün zirve yaptığı bir dönemden geçtiğimiz aşikâr.
Türkiye, tarihinin en karanlık ve baskıcı dönemlerinden birini yaşıyor. Üstelik AKP, 1980 Darbesi ürünü bütün yapıları, iktidarını sürekli yeniden üretmek için kullandı ve bu yapıları dinci-gerici eksende bir toplum yaratma projesi yolunda çok daha baskıcı bir rejimin inşası için seferber etti. Artık Türkiye, en temel hak ve özgürlüklerin dahi ortadan kalktığı, Anayasa’nın askıya alındığı, parlamentonun işlevsiz kılındığı, Nazi rejimindeki Führerprinzip’e benzer şekilde Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkan her şeyin yasa hükmü kazandığı İslamcı-faşist bir rejimle yönetiliyor, diyebiliriz.
Bu 15 yıllık dönem de OHAL ilanı sonrası ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor sanırım? Ne dersiniz?
Kuşkusuz öyle. 15 sene içerisinde adım adım gelen bu karanlık, 15 Temmuz Darbe Girişimi ile birlikte (şimdilik) en koyu tonuna büründü. 2013’e kadar AKP, ülkeyi Gülen Cemaati ile birlikte yönetti ve devletin her alanında yerleşmesini ve palazlanmasını sağladı. 17/25 Aralık ile iyice görünür olan iktidar mücadelesi, darbe girişimi ile fiili çatışmaya dönüştü. 15 Temmuz, iki siyasal İslamcı fraksiyon arasındaki iktidar mücadelesinin ürünüdür. Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” gördüğü bu girişimin ardından ilan edilen OHAL ile AKP, kurmak istediği rejim ve kültürel hegemonya için saldırılarının dozunu artırdı. Felaketi fırsata çeviren tüccar misali, OHAL’i ve KHK’leri, dönüşümün önündeki engelleri kaldırmak, değişiklikleri denetimden kaçırmak, parlamentoyu devre dışı bırakmak; itiraz eden, dinci-gerici-mezhepçi bir inşaya karşı çıkan herkesi susturmak için kullanıyor. Neoliberal politikaların ihtiyacına binaen emek rejiminin değiştirilmesi için KHK sopası kullanılıyor.
Bir bütün olarak emek alanında yarattığı tahribatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neredeyse her gün bir işçinin katledildiği; Soma, Ermenek, Torun Center gibi işçi katliamlarının yaşandığı, farklı istihdam biçimleriyle sınıfın parçalanmak istendiği, emeğe tevekkül ettirilmeye çalışılan bir dönemden geçiyoruz; neoliberal saldırı gitgide vahşileşiyor. Siyasal İslamcı-milliyetçi sentez, emeğe boyun eğdirmek için seferber ediliyor. Emeğe yönelik saldırıların vahşileştiği bu dönemde her türlü örgütlülük de dağıtılmak isteniyor.
AKP birçok alanda performansa dayalı bir ücretlendirmenin önünü açan, işten çıkarmayı kolaylaştıran uygulamaları hayata geçirdi; kadrolaşmayı kolaylaştıracak adımlar atarak, örneğin öğretmen atamalarında mülakat sistemi ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını sürdürerek, tamamen sübjektif kriterlerle insanların mezhebini, dini inancını, AKP’nin memuru olma potansiyelini sorgulayarak işe alımı yaygınlaştırdı. Liyakat tamamen terk edildi, işin uzmanı olmayanlar sırf AKP kulluğu-yandaşlığı üzerinden özellikle yönetici pozisyonlarına yerleştiriliyor. OHAL'i patronların çıkarına, grevleri yasaklamak için kullandıklarını açıkça söylemekte beis görmeyen Erdoğan'ın bu söylemi, OHAL/KHK rejiminin emeğe yönelik saldırılar için araç kılındığının en sarih göstergesidir, bu rejimin neye hizmet ettiğinin ve neden sürekli uzatıldığının da başta gelen gerekçelerindendir.
KHK’lerin en önemli hedeflerinden biri de KESK üyeleri oldu. KESK bu süreçten nasıl etkilendi?
KESK her dönem iktidarın hedefindeydi. Ama bu süreçte örgütlü emekçilere saldırılar katmerleşti. Binlerce üyemiz bir gecede KHK’lerle işinden edildi, yüzlercesi açığa alındı, binlercesi de sürgün edildi; onlarca arkadaşımız tutuklu. Her an bir KHK’de adını görme ihtimaliyle emekçiler hareketsiz kılınmaya çalışılıyor. Bu baskı ortamı KESK’e üye kaybı olarak da yansıdı. Kuşkusuz yandaş sendikayı hariç tutarsak üye kaybı yaşayan tek örgüt-sendika KESK değil. AKP’li yıllar boyunca sendikalaşma oranlarında genel bir düşüş söz konusu.
Baskıya karşı KESK’in verdiği reaksiyon yeterli mi?
Büyük bir baskı var bu doğru, ama daha güçlü bir karsı koyuş örgütleyebilmeliydik. KESK’in bugün etkili bir mücadele yürütmede yaşadığı eksiklikleri yalnızca baskı ortamı başta olmak üzere dışsal faktörlere bağlamak hatalı olur. KESK özeleştiri süreci yürüterek eksiklerini tespit edip bunların giderilmesine doğru adımları atmak durumundadır. KESK Kongresi bu anlamda yeni bir başlangıcın da adımı olarak görülebilir. KESK bu zor dönemi, öncelikle emekçilerin söz ve karar sahibi kılındığı katılımcı bir anlayışı yeniden hâkim kılarak, işyerlerini mücadelenin merkezi haline getirerek aşacak. İşyerlerini merkeze alan bir direniş hattıyla, emekçilerin dönüştürücü, aynı zamanda birleşik gücünü yeniden açığa çıkaran fiili ve meşru bir mücadele çizgisini adım adım öreceğiz. Bu potansiyeli harekete geçirmek ve büyütmek, emeğin mücadelesini toplumun adalet ve özgürlük talebiyle büyüterek ülkemizi bu karanlıktan çıkarmak için kararlılıkla mücadele edeceğiz. Bu anlamda önümüzdeki dönem emeğin sesinin daha gür çıkacağı, emekçilerin adlarının daha çok duyulacağı ve emeğin haklarını almak için adımlarını ileriye atacağı bir dönem olacak. Çok fazla zorlukla mücadele edeceğiz ama mutlaka başaracağız.
Zorluk olarak OHAL ve KHK’leri mi kastediyorsunuz?
Sadece onlar değil. İçeride ve bölgede yaşanan savaş var. Brecht, egemenler için “kaybedilen bir savaş da olsa savaşın kendisi kârlı bir iş” der. Çünkü savaş önce emekçileri, halkları vurur, emek sömürüsünü derinleştirir, emekçileri böler, kutuplaşmayı keskinleştirir. İktidarın Ortadoğu’da emperyalist paylaşımdan pay alma ve özne olma çabaları, emekçilerin insanca, onurlu bir yaşam hakkının savaş politikalarına kurban edilmesini beraberinde getiriyor. Savaş politikalarının yol açtığı göç, ırkçılığı derinleştirerek düşman kamplara bölünmüş bir işçi sınıfına sebebiyet veriyor, emekçileri karşı karşıya bırakıyor, halkların kültürel mirasını yok ediyor, bir arada yaşama imkânlarını azaltıyor. Sermaye ise karşısında bölünmüş işçi sınıfı istiyor. Bizler savaş karşıtı politikaların ve mücadele hattının örülmesinde; toplumsal barışın, bir arada yaşamın tesisinde bu boyutu öne çıkarmayı yeterince başaramadık. Yine emekçilerin taleplerinin yaygın bir şekilde görünür kılınmasında, bu taleplerin ve haklarımızın kazanılması, yasallığa kavuşması için fiili meşru mücadele geleneğimizin biraz uzağına düştük.
Bu süreci aşma konusunda KESK’in mücadele başlıkları neler?
Aslında eksik kaldığımız alanlar bize mücadele başlıklarını da sunuyor. Öncelikle bugün bütün emekçilerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan OHAL’in kaldırılması ve KHK’lerin iptaline yönelik ciddi bir mücadele programı ortaya koymamız gerekiyor. Bir yönetim aparatına dönüşen KHK’ler, emekçilerin haklarını, geri dönüşü çok zor olacak biçimde gasp ediyor, işinden edilen emekçilerle birlikte aileleri başta olmak üzere milyonlarca kişinin hayatını etkiliyor. Etkili bir mücadele yürütemediğimiz için iki arkadaşımız Nuriye ve Semih bugün açlık grevinin kritik eşiğindeler. İhraç edilen herkesin işine geri dönebilmesi, emeğe yönelik pervasız saldırıların püskürtülmesi ve iki arkadaşımızın sağlıklarına kavuşması için de KHK’lere ve OHAL’e yönelik etkili bir mücadele örme, mücadeleyi sırtlanma zorunluluğu önümüzde duruyor.
Gericileşmenin emeğe, kadınlara, kadınların kamusal alandaki görünürlüğüne karşı giriştiği saldırıyı püskürtmenin yollarından biri de laikliğin bütün bu alanlarla ilişkisini kurarak kazanılması için verilecek mücadeledir. Bu aynı zamanda, AKP’nin kendisine biat etmeyen herkesi “terörist” yaftasıyla ötekileştirip dışlayarak, kadını “milletin” biyolojik olarak yeniden üretimi için kuluçka makinesine indirgeyip, uzaktan çalışma gibi “kulağa hoş gelen” fakat asıl amacı kadını görünmez kılıp ucuz emek elde etmek olan düzenlemelerle kamusal olanı yeniden dizayn etme çabası ile de yakından ilgilidir.
Emekçilerin sermayedarların maliyet hesaplarında bir gider kalemine indirgenmesi ve sermayenin insafına terk edilmesi demektir. O nedenle bugün karşı karşıya kaldığımız saldırıların püskürtülmesinde AKP’nin “kamusallık” anlayışı karşısında yeni bir kamusallık tariflemek ve bu doğrultuda mücadele vermek zaruridir.
Atılan bir akademisyen olarak AKP dönemi üniversitesini nasıl değerlendirirsiniz? Aslında akademi bütün bu bilginin üretilmesinde ve toplumsallaşmasında oldukça önemli bir yere sahip. AKP, sorgulamayan, düşünmeyen, itaat eden, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ara eleman ve ucuz işgücü olacak köleler yetiştirmek üzerinden bir üniversite tahayyül ediyor. Özgürce hakikat arayışı, bilimsel bilgi üretilmesi gibi herhangi bir kaygısı yok, fakat hakikat arayışını ve bilimsel bilgi üretimi uğraşını sürdürenlere yönelik bir kaygısı var. Eleştirel düşünceyi, dünyaya yönelik merakı, akılcı, bilimsel perspektifi yok etmek istiyor AKP. Çünkü dünya tarihinden ve kendi tarihinden üniversitelerin ve üniversite gençliğinin mücadelesinin yaratabileceği devrimci dönüşüm potansiyelini çok iyi biliyor. Bu nedenle de yoğun biçimde buralara saldırdı. Yükseköğretim alanında sendikalaşma oranları ciddi anlamda düşük. Sendikalaşmayı ve örgütlü mücadeleyi artıracak bir perspektife ihtiyaç var.
“AKP’nin dinci-gerici, şeriata dayalı bir toplum projesi ile emeğe yönelik saldırılarının iç içe geçtiği, ilkini gerçekleştirmek için ikincisinin AKP açısından elzem olduğu, en kristalize biçimde eğitim alanında karşımıza çıktı. 4+4+4 ile açıktan başlayan saldırı, evrim teorisinin çıkarıldığı, erken cumhuriyet tarihinin önemli ölçüde azaltıldığı, zorunlu din derslerinin artırıldığı, her okulun imam-hatip mantığıyla işlemesine yol veren müfredat değişikliğiyle devam ediyor. Şeriat ve cihat ise müfredata ekleniyor. Çocuklarımız mescitlere, camiye gitmeye, namaz kılmaya, kapatılmaya mecbur bırakılıyor. Son çıkan ‘MEB kurum açma, kapama yönetmeliği’ ile çocuklarımız Ensar karanlığına mecbur bırakılmak isteniyor, Aladağ yurtlarında ateşe atılıyor, yoksul halkın çocuklarının eğitim hakkı elinden alınıyor. Mescit ve cami pratiği emekçilerin fişlenmesi için işletiliyor. Örnekleri ve uygulama alanları saymakla bitmeyecek bu gericileşme karşısında laiklik mücadelesini de yeterince etkili yürütemedik diye düşünüyorum. Aynı zamanda laikliği kazanmanın emek mücadelesi ile bağını kurmak konusunda da yetersiz kaldık. Oysa din ile emekçileri uyuşturmaya, boyun eğdirmeye çalışan bir iktidar karşısında önemli mücadele alanlarından biri de laikliği kazanmaktır.”
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi’nde yaptı. 2009’da Hitit Üniversitesi’nde araştırma görevlisi oldu. 2010’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde çalışmaya başladı. 1 Eylül 2016’da çıkarılan KHK ile üniversiteden atıldı. 2014-2017 arasında Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi Yürütme Kurulu üyeliği de yapan Gezen, KESK 9. Genel Kurulu sonrasında eşbaşkan seçildi.