KHK ile ihraç edilen Prof. Onur Hamzaoğlu: Direnip üniversiteye döneceğiz

KHK ile ihraç edilen Prof. Onur Hamzaoğlu: Direnip üniversiteye döneceğiz

15 Temmuz sonrası yayımlanan kanun hükmünde kararnamelerden sonuncusu, bir gecede 2 bin 346 öğretim üyesini üniversitelerinden uzaklaştırdı. Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayan ve bu gerekçeyle ihraç edilen 41 kişiden biri de Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu. Aynı zamanda 28 Şubat mağduru bir asker olan Hamzaoğlu, "Kocaeli’nden ayrılmıyoruz, imzacı 19 öğretim üyesi bir büro tutuyoruz ve akademik eğitime burada devam edeceğiz. Direneceğiz ve görevlerimize döneceğiz" dedi.

"20 Temmuz’da olağanüstü hal ilanıyla birlikte gelen kanun hükmünde kararnameler ya da listeler o kısa sürede hazırlanacak şeyler değiller" diyen Hanmzaoğlu, "17-25 Aralık 2013’ten beri hazırlık sürüyordu" görüşünü savundu.

Cumhuriyet'ten Pınar Öğünç'ün sorularını yanıtlayan (9 Eylül 2016) Prof. Hamzaoğlu'nun açıklamaları şöyle:

2011’den beri bilimsel çalışmalarınız nedeniyle üniversite yönetimiyle, yerel yönetimle ve aslında siyasi iktidarla yaşadıklarınız olağan haller koşullarındaydı. Olağanüstü halde başınıza gelenlere şaşırdınız mı?

Şaşırmadım. Türkiye’de üniversitelerden tasfiye bir bireysel, bir de kitlesel şekilde oluyor. Daha önce yaşadıklarım bireysel tasfiyeye yönelikti. Ama hem ben, hem dostlarım direndik, onda başarılı olamadılar. Bundaysa olağanüstü hale sokarak suçumuzu tanımlamadan, hiçbirimize savunma hakkı vermeden üniversite dışına çıkardılar bizi. Bu karar onların güçsüzlüğünü gösteriyor. Ortadaki panik halini görmemiz lazım. Asker kalkışmasını bahane ederek devleti yeniden kurmaya çalışıyorlar; sürecin sivil ayakları hâlâ gündeme gelmedi, unutturulmaya çalışılıyor. Bir ekibin iki parçası olan bu yapılar ayrıldı. Ama onlar beraberken de ceremesini toplum olarak biz çekiyorduk, ayrıldılar yine biz çekiyoruz. Onlar anlaşsa da tepişse de zararı topluma oluyor. 20 Temmuz’da olağanüstü hal ilanıyla birlikte gelen kanun hükmünde kararnameler ya da listeler o kısa sürede hazırlanacak şeyler değiller. 

Ne zamandır sürüyor hazırlık sizce?

Uzun zamandır, en azından 17-25 Aralık 2013’ten beri. 15 Temmuz’da yaşananı sadece askeri darbe girişimi olarak nitelendirmek eksik olur. Eski bir asker olarak söylüyorum, bu kadar plansız işler olmaz. Anladığım kadarıyla önceden de fark edilmiş. Karanlık noktalar var ama darbeyi önledik gibi bir kahramanlık vazifesi yapıyorlar. Ardından yaşanan da kendi tabanlarını konsolide edip mobilize hale getirmeleriydi. 10 gün süreyle biz muhaliflerin sokak becerisini kitlelerine kazandırmaya çalıştılar. Çok sırıtıyor tabii ki. Umarım olmaz, hedefleri bence bizim muhalif faaliyetlerimize paramiliter güçlerle gelmeleri. Haziran Direnişi’nde dönemin başbakanı Yenikapı’da miting düzenlemişti ve “Oradalar” diye bizi işaret etmişti. AKP’ye oy verenlerden hiçbiri gelip de bizi rahatsız etmedi Gezi Parkı’nda dikkat ederseniz. Ama bugünlerde benzer bir durum yaşandığında aynı metanetin yaşanabileceğini düşünmüyorum. 

Mağduru olduğunuz 28 Şubat’ı nasıl yaşamıştınız?

Gülhane’de (Askeri Tıp Akademisi) öğretim üyesiydim. 96’da bir şikâyet gerekçesiyle genç bir öğretim üyesi olarak Gülhane’deki bir grup general ve albayla birlikte soruşturulmuştuk. “Bir şey yok ama bunlar solcu” gibi bir yafta almıştık o dönemden. 97’nin ekim ayında Batı Çalışma Grubu heyeti gerekçe söylemeden beni İstanbul’a sürgün etti. Yürütmeyi durdurma istemiyle askeri idari mahkemesine başvurdum. Selimiye’de üç ay çalışmam gerekti. Mahkeme kararıyla döndüğümdeyse “Keşke dönmeseydin” dediler.

 

"Eğitime devam edeceğiz"

 

Neden?

“Biz seni iki sene sonra alacaktık. Çok dinci gerici atıyorlarmış, göze batıyormuş, bir de solcu bir figür olması gerekiyormuş” diye açıkça söylediler. Mayıs 1998’de duruşmam oldu, mahkeme heyeti Genelkurmay’ın hakkımda sunduğu aleyhteki delillerin hukuksal delil olarak kabul edilemeyeceğine hükmetti, kazandım ama iki hafta sonraki YAŞ kararıyla ordudan resen emekli edildim. Hukukla beceremediklerini o zamanki hukuksuzluğun bir örneği olarak YAŞ kararıyla becermiş oldular. Mağdur olarak gözüken dincilerdi o zaman. AKP onlar için yasa çıkardı, tazminatlarını ödedi ama “Kişiler başvurduğunda buna Milli Savunma Bakanı karar verir” gibi bir ibare koydular. Dolayısıyla bizi ondan da faydalandırmıyorlar. Onunla ilgili mahkememiz hâlâ sürüyor. Yani durum şu: Benzer bir mağduriyet, o zaman beraber mağdur olduklarımızın arkadaşları tarafından yine yaşatılıyor. 

Hukuk üzerinden arayacağınız yollar vardır ama bu esnada da boş durmayacaksınız galiba, eğitime alternatif bir yöntemle devam edeceksiniz...

Evet, Kocaeli’nden ayrılmıyoruz, imzacı 19 öğretim üyesi bir büro tutuyoruz ve akademik eğitime burada devam edeceğiz. Birkaçı özel durumları nedeniyle sürekli Kocaeli’nde bulunamasa da o büroyu çalıştıracağız. Öğrenciler gelip gidecek. Mutlaka da geri döneceğiz. Ben buna alışığım. 98’de de bana hiçbir şekilde dönemezsin, demişlerdi. Becersem Gülhane’ye de dönecektim. Dönsem hiç olmazsa direnirdim, Gülhane bu halde olmazdı. Ben Kuleli mezunuyum, bu şekilde yapılmasına asla müsaade etmeyeceğimi düşünüyorum.

 

"Bunlar daha asker" 

 

Ne yapardınız?

Sessiz sedasız kalmazdım, direnirdim. Ben korku duvarını çabuk aşarım, hayatla ilgili küçük beklentilerim yok, değerlerimiz var. Ben oralarda büyüdüm. Gülhane’den vedalaşarak ayrıldım. Zaman içinde bütün kurumlarımız olduğu gibi oralar da erozyona uğramış, niteliksiz hale de getirilmiş. Gülhane sağlık tarihinde önemli bir yerdir, bu şekilde kaldırılıp atılamaz. Örneğin travma sonrası stres bozukluğu daha çok zihinsel, duygusal bir durum olarak değerlendirilirdi. Bunun beyaz cevherde iletim sisteminde bir sorunla oluştuğu, Gülhane Psikiyatri Anabilim Dalı’nda tanımlandı. Bu kadar toplu vaka olmadığı için bunu başka bir yerde yapamazdınız.

Askeri hastaneler askeri vesayetin konusu mudur?

Böyle düşünülüyor. Roboski’den bugüne kadar bakıyorum ve ben hepsini AKP vesayetinin ürünü olarak görüyorum. Askeri vesayet tabii olmamalı, bir asker büyümesi olarak konuşuyorum asla kabul edilemez. Ama bununla beraber alternatifi de bu değil. Yaşadıklarımıza bakınca bunlar daha asker bence.

 

"Bebeklerin vebali..."

 

Dilovası’nda annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk kakasında Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınırın çok üzerinde ağır metal bulunduğunu bilimsel olarak kanıtladığınız 2011’den beri soruşturmalar, yargılamalarla uğraşıyorsunuz. Bu beş yılda uyarılarınız dinlenseydi, neler önlenebilirdi?

En azından bebeklerimiz annelerinin memelerinden ağır metalli süt emmezlerdi. Altı ay süt emmenin sonuçlarını paylaşmıştım, fecaat. Organizmada pek çok araz yaratıyorlar. İki demir-çelik fabrikası da ilk kez davlumbaz ve filtreleme sistemi kullandılar. Sayemizde çok deşifre olmuşlardı, yapmak zorunda kaldılar.