Kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) kamudan ihraç edilen doktorların, SGK ile anlaşmalı özel hastanelerde de çalışmasını engelleyen düzenlemesiyle 4 günlük komisyon maratonuna damgasını vuran ‘Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ bu hafta Genel Kurul’da görüşülecek.
Torba teklifin yaklaşık 50 saatlik komisyon maratonu görüşmelerine CHP, HDP ve İyi Parti milletvekillerinin gündeme getirdiği acı hayat hikayeleri damga vurdu.
CHP İzmir Milletvekili Kani Beko, kamudan ihraç edilen ve daha sonra intihar eden 100’e yakın hayat hikâyesini ve ailelerin sürüklendiği çöküntüyü anlatırken, AKP’ye vicdan çağrısı yaptı ve “19 yaşındaki bir çocuk apartmanın tepesine çıkıyorsa, benim babam FETÖ'cü olamaz diyerek intihar ediyorsa elinizi vicdanınıza koyun” dedi.
Aynı zamanda doktor olan CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker de başından sonuna kadar teklif metninden çıkarılmasını istediği 5'inci maddeyle ilgili, “Daha önce özelde çalışsınlar, biz devlet olarak çalışmak zorunda değiliz deniliyordu, şimdi yine özelde de çalışmasın, ağaç kökü yesinler deniyor” diye konuştu.
Teklife göre, SGK ile anlaşmalı özel hastanelerde çalışma yasağı sadece ihraç edilen hekimler ve diş hekimlerine uygulanacak. Buna göre, 'terör örgütlerine veya MGK'ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu görevinden çıkarılan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzman olanlar', SGK ile anlaşmalı sağlık kurumlarında da çalışamayacaklar. Düzenledikleri raporlar yargı kararlarına ve idari işlemlere esas alınamayacak.
Hayat hikayelerinin damgasını vurduğu komisyonun tutanaklarına yansıyan konuşmaların bir kısmı şöyle:
KANİ BEKO (İZMİR): Şimdi, baktığımızda bugün elimizde bazı araştırmalar var. O tarihlerde kamudan ihraç edilen ve daha sonra da intihar eden 100'e yakın arkadaşlarımdan bazılarının hikâyelerini sizlerle paylaşmak istiyorum:
Hasan Orhan Çetin, asistan hekim... İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde Biyokimya Asistanı olan Çetin FETÖ soruşturması kapsamında açığa alındı, bunun üzerine ağır bir bunalıma giren Çetin 19 Şubat 2017'de çalıştığı hastanenin 10'uncu katından atlayarak intihar etti. Ölümünden sonra Çetin'in byLock kullanmadığı yani byLock'çu olmadığı ortaya çıktı.
İbrahim Halil Özyavuz, radyoloji uzmanı... byLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla gözaltına alındıktan sonra tutuklanan ve Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Radyoloji Uzmanı Doktor İbrahim Halil Özyavuz 2 Haziran 2018 günü yaşamını yitirdi. Özyavuz'un intihar ettiği öne sürüldü.
Kamil İsmail Aydın, öğrenci... Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü hazırlık sınıfı öğrencisi olan 19 yaşındaki Aydın babasının FETÖ operasyonları kapsamında tutuklanması üzerine bunalıma girerek intihar etti. Kamil İsmail Aydın'ın babası Profesör Doktor Nasuhi Engin Aydın İnönü Üniversitesi Tıbbi Patoloji Bölüm Başkanı iken kapatılan Bank Asya'da hesabı bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı ve uzun süredir cezaevinde bulunuyordu. Aydın, babasının tutukluğuna dayanamayarak kaldığı öğrenci yurdunda 25 Mart 2017'de maalesef intihar etti.
Mehmet Karadoğan, öğretmen... Muğla Ortaca'da öğretmenlik yapan 37 yaşında ve 2 çocuk babası olan Karadoğan Afyon'da görev yaptığı dönemde arkadaşlarıyla ortak kullandığı internet hattı üzerinden FETÖ'yle bağlantılı yasaklı bir siteye girdiği gerekçesiyle açığa alındı, 18 Kasım 2016'da arabasında av tüfeğiyle maalesef intihar etti.
Mustafa Sadık Akdağ, diş hekimi... Ordu Üniversiteni Diş Hekimliği Fakültesi'nde Yardımcı Doçent olarak görev yapan 34 yaşındaki Sadık Akdağ FETÖ kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Psikolojik olarak bu durumun etkisinden kurtulamayan Akdağ 27 Şubat 2017 tarihinde evinde başına ateş ederek maalesef intihar etti.
Mehmet Öztürk, polis memuru... Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nde görevliyken FETÖ soruşturması kapsamında ihraç edilen ve ardından da tutuklanan 25 yaşındaki Öztürk 2 Mart 2017 tarihinde tutuklu bulunduğu cezaevinde gömleğiyle kendini asarak maalesef intihar etti.
Dolayısıyla burada benim önerim, başında da söyledim, Sayın Başkan, bu kadar katı yürekli olmayın, elinizi vicdanınıza koyun, bunlar bizim çocuklarımız. 19 yaşındaki bir çocuk apartmanın tepesine çıkıyorsa, "Benim babam FETÖ'cü olamaz." diyerek intihar ediyorsa bu akşam eve gidince...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Trabzon'dan gelen psikiyatri asistanı arkadaş Mecliste bayağı dolaştı, Türkiye'nin her yerinde dolaştı derdini anlatmak için. "Benim hiçbir alakam yok, beni görevden aldılar, işte mesleğe başlatmadılar." diye. Ben on beş gün önce bir soru önergesi verdim Bakanlığa. Dedim ki: OHAL nedeniyle binin üzerinde bu yılın mezunu, daha önceki yıllarda mezun olanlarla birlikte 1.500'ün üzerinde tıp fakültesi mezunu mesleğe başlatılmadı, bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Çıktı, böyle bir şey geldi. Yani biz, bunlara çözüm bulun, bunlara geçici mecburi hizmet muafiyet belgesi verin, hiç olmazsa dışarıda çalışsınlar, aç kalmasınlar dedik, burada altı yüz gün açlığa mahkûm eden bir düzenleme getirildi.
Şimdi "Terör örgütü üyeliği" denerek, "İltisakı birisi tarafından değerlendirildi." diyerek insanları çok soyut ifadeler üzerinden birileri değerlendiriyor ve maalesef işine başlayamıyorlar. Yani bizim bu düzenlemelerde bu konu, 5'inci madde mutlaka bu tekliften çıkarılmalı ve hekimler işini yapamaz hâle getirilmemeli. Hele daha mezuniyetinin başında olan, hele üst ihtisas yapmış ve Türkiye'nin ihtiyacı olan kişiler bugün tamamen görevden uzaklaştırılacak, hastalar da maalesef öldürülecek.
Burada insanların intihara sürükleneceği, açlığa sürükleneceği ve haksız yere ve birilerinin iki satır raporuyla, birilerinin güvenlik soruşturmasında belirttikleri "Özgecan'ın cenazesine katıldı." ya da "Özgecan'ın protestosuna katıldı." diye insanlar bugün açlığa mahkûm edilecekse biz bunda pay sahibi olamayız. "Her ağacın kurdu kendinden olur." diye bir şey var. Burada çoğumuz meslek mensubuyuz, çoğumuz sağlıkçıyız. Bizim bu arkadaşlarımıza bu haksızlığı yapma durumumuz yok diye düşünüyorum.
Daha önce "Özelde çalışsınlar, biz devlet olarak çalışmak zorunda değiliz." deniliyordu, şimdi yine "Özelde de çalışmasın, ağaç kökü yesinler." deniyor. İntihar vakaları artacak arkadaşlar, söyledim 100'e yakın intihar.
TUBA VURAL ÇOKAL (Antalya) - Özel hastanede yani SGK kapsamındaki bir hastanede çalışamazlar." Radyolojisi var, onkolojisi var, patolojisi var, nükleer tıpı var, yan dal branşları var, anestezi uzmanı var; bu arkadaşlar, hekim olan bu insanlar nerede çalışacaklar, nerede muayenehane veya özel kurum açabilecekler? SGK kapsamında olmayan bir kurumda çalışmaları mümkün değildir. Bir onkolojinin, onkoloji tedavisi yapan çok iyi hocaların bir muayenehanede bu tedaviyi yürütmeleri mümkün değildir.
Bir de bu kişilerin tanzim ettikleri raporların idari sonuç doğuramayacağı söyleniyor. Bahsettiğiniz kişiler doktor; teşhis, tedavi ve yeri gelince ameliyat yapıyorlar ancak bu kişiler hekimlik yapacaklar, verdikleri rapor idari bir sonuç doğurmayacak; reçeteleri kabul olacak ama bu kişilerin raporları geçersiz olacak. Nerede kaldı kanun önündeki eşitlik?
Sizi vicdanınıza davet ediyorum. Burada bir tartışma yapmak istemiyorum, sadece vicdanlarımız ayağa kalksın. Yarın öbür gün gece yastığa başımızı koyduğumuzda duyduğumuz intihar vakalarının, aile dramlarının sizi rahatsız etmemesi için elinizi vicdanınıza koyup da düşünün. Siyasi parti liderlerimiz olabilir ama bir de bu dünyanın öteki yanı var, kul hakkı var. Şu anda binlerce öğretmen merdiven altı, kapalı kapılar arkasında dershane hizmeti sunuyor. Aynısı sağlıkta olmayacak mı? Eğer çıkış yasağı yok ise bu arkadaşlardan bir kısmının yurt dışına çıkma ihtimali çok yüksek. Yüzbinlerce lira harcayarak yetiştirdiğimiz bu hekimlerimizi yurt dışına sürüklemek zorunda kalıp başka ülkelere "Biz yetiştirdik, buyurun kaymağını siz yiyin." demek olmayacak mı? Şu anda yurt dışından çalışma izni vererek Suriye muhalifi olan hekimleri çalıştırıyoruz. Kendi vatandaşımızı öldürerek Suriyelilere kapı mı açıyoruz?
ALPARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - Şimdi, kura bekleyen 1.500 hekim var. 2013 yine milat alınırsa, bu insanlar birinci ve ikinci sınıftaydılar ve tıp fakültesinde birinci ve ikinci sınıfta olan insanlar kusurlu, suçlu ilan ediliyor ve şu anda biz onlara ceza vermeye çalışıyoruz ve onları yargılamaya çalışıyoruz; bu büyük bir çelişkidir, bu büyük bir haksızlıktır. O zamanlar bir ortam kuruldu, ben bir resmî kurumda çalışıyordum, oradaki insanları biliyordum ve orada meslekî olarak yükselmek için, kurum içi yükselmek için, terfi etmek için "FETÖ" diye tarif edilen örgütün derneklerine, sendikalarına kayıtlı olamayanlar terfi edemiyorlardı.
Eskişehir Devlet Hastanesinde heyette çalışan bir tane Alaattin diye bir memur vardı. Alaattin garibanın teki. Alaattin de istiyor ki bir şeyler olsun. Kendisi nihayetinde lise mezunu, orada bir memur olmuş ve yükseleceği de ona göre ama Alaattin'in kanına girdiler, dediler ki: "Alaattin gel, seni şu derneğe üye yapalım, sen buradan terfi edersin." Hakikaten Alaattin girdi, FETÖ'nün derneğine kaydoldu ve Alaattin terfi edildi; günümüzde Alaattin işinden oldu FETÖ'cü nitelendirmesiyle. Yani, o vakit ki o zaman böyle muazzam bir akım vardı, bu akıma katılan insanlar, kendini kaptıranlar daha sonra perişan oldular. Bu akıma kendini kaptırmayanlar da çok ender ve nadir insanlardır, onlar da bu işin dışında kaldılar.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Ben Iğdır Devlet Hastanesinde doktor olarak acilde çalışıyordum, beni SSK acile gönderdiler ve şunu söyleyeyim orada 600 hasta bakıyordum, yetişkin acildeydim, sırf bir tane FETÖ'cü başhekimden dolayı o dönem -"kadın doğum acil "diye geçiyordu "çocuk acil" diye, önceki dönemde "SSK acil" diye geçiyordu- oraya gönderildim ve bir gecede yani bir nöbette 600 hasta bakıyordum, kalemi tutacak artık elim yoruluyordu. Yani bu zulümleri bize yaptılar, bu zulümlerle karşı karşıya kaldık. Aile hekimliği döneminde gene Iğdır'ın en kötü yeri neresiyse orayı veriyorlardı.
15 Temmuz darbe girişimi olduktan sonra bir baktık bize bir soruşturma açıldı. Soruşturmalar açıldı, ona da aynı şekilde cevap verdik. Soruşturmanın sonucunda da Bakanlığın belirttiği görüşün aynısı geldi, onu da söyleyeyim. Sonra 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yani bu ülkenin rejim sisteminin bayramında 2016 tarihinde bir baktık gecenin saat 10.00'unda bizi listeye koymuşlar. Böyle şok oldum. Ya bugüne kadar hep FETÖ'nün zulmüne uğramışım, bunlar kalkmış bizi ihraç etmişler. Sonra yani şok olduk. Dedik ki: "Acaba bunlar bizi FETÖ'den mi ihraç etti ?" Yani şok olduk.
Gittik dedik ki: "Özel sektörde iş buluruz." Çalmadığımız hastane kapısı kalmadı, hiçbirisi sizin korkunuzdan almadı. Bana daha önce memurken fahiş fiyatlarla, maaşlarla iş teklifinde bulunan hastaneler inanın benimle görüşmemek için kırk takla attılar. Niye biliyor musunuz? Sizin zulmünüzden korktukları için, başka da bir şey değildi. Yoksa dönüp dönüp tekrar "Hocam, biz sizin hekimliğinizi biliyoruz, biz sizin çalışma şeyinizi biliyoruz, insanlar sırf sizden dolayı hastanemize gelirler, onu da biliyoruz ama biz Hükûmeti karşımıza almak istemiyoruz, biz hastanemizin SSK ödemelerinin durdurulmasını istemiyoruz, onun için de kusura bakmayın." Ya öyle bir şey ki bazı hastane sahipleri şunu diyordu: "Ya, lütfen biz maaş verelim ama siz yeter ki gelip çalışmayın." "Öyle bir şey olur ya." dedik. Böyle bir mantık. O kadar yani hem bir taraftan seviyorlar, sayıyorlar hem de bir taraftan korkuyorlar yani böyle bir iklim.
Sonra biz dedik ki: "Bir çaresini buluruz." Kendi şahsım için söylüyorum, harıl harıl Almanca çalıştım. Dedim ki: "Ya, beni bu ülkem bu şekilde haksız yere işimden, aşımdan ediyorsa o zaman ben gideyim." Bilmiyorum ama pasaporta kayıp zayi ilanı koyduğunuzu, tahdit koyduğunuzu, vallahi de billahi de bilmiyordum. Bir ay, bir buçuk ay boyunca Almanca çalıştım. Yani kendi başıma Iğdır'da oturmuşum Almanca çalışıyorum çalışıyorum, hızlı da öğreniyorum. Sonra dedim ki: "Ya yani giderim yani sıkıntı yok." Sonra gittim Emniyete -o zaman emniyet veriyor pasaportları- pasaport başvurusunda bulundum, fotoğraf şuyu buyu götürdüm, parmak izimi ilk defa orada aldılar, her şey on numara, güllük gülistanlık. Dedim: "Ya, süper ben pasaportumu da alıyorum, hiç sıkıntı yok." Sonra pasaportumu aldım, gittim bir arkadaşım dedi ki: "Ya, Nahçıvan'da gel, hafta sonları benimle beraber biz orada hasta bakalım.
Cazip geldi. Dedim ki: "Tamam, pasaport da var, en azından Almancayı tam öğreninceye kadar bari ben Nahçıvan'a gideyim de oradan bir geçim sağlayacak şekilde bir para kazanalım." Akşam üstü gittik, dört saat beni beklettiler, oradan ben öğrendim ki pasaporta "kayıp zayi" diye bir ibare giriyorlarmış. Bakın, hukuken bizi engelleyemiyorlar, seyahat özgürlüğümüzü hukuken zaten hüküm giymediğimiz için, bir davamız, bir mahkememiz olmadığı için engelleyemiyorlar ya oraya kendi kafalarına göre pasaportunuza kayıp zayi ilanı veriyorlar.
Ben o sınır kapısında, o kışın ortasında bir tıra binip gerisingeri tekrar gelmek zorunda kaldım. Sonra, tabii, anladık artık yurt dışına gitmenin imkânsız olduğunu, yasal olmayacak bir şekilde de gitmek asla aklımdan geçmedi.