KHK’yla ihraç edilen 330 akademisyen arasında bulunan Türkiye'ye klinik nöropsikolojiyi getiren 82 yaşındaki Prof. Öget Öktem Tanör "İçerisi ile dışarısının hapishane oluşu birbirine benzer hale geldi. Her şeye rağmen, uygar ve bilimsel düzeyi yüksek bir ülkeydi Türkiye. Giderek bir Ortadoğu ülkesi gibi, kültür düzeyi olmayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir ülke haline gelirse diye korkuyorum" dedi. "Türkiye iç savaşa giderse diye korkuyorum" ifadesini kullanan Tanör, "Kamplaşmalar müthiş keskinleşebilir, kimse birbirini sevmez. Herkes ben ve öteki olarak da kalabilir. Sürekli kaygı içinde yaşamak hastalıklara davetiye çıkaracak" diye konuştu.
İnsan hakları ve hukuk alanındaki çalışmalarıyla bilinen Bülent Tanör’ün de eşi olan Öget Öktem, Türkiye’ye klinik nöropsikolojiyi getiren isim. Öte yandan Öget Öktem, son KHK ile ihraç edilen 'barış bildirisi' imzacılarından da biriydi.
Öget Öktem Tanör'ün Cumhuriyet'ten Sibel Bahçetepe'ye verdiği söyleşi şöyle:
- Barış bildirisine imza attıktan sonra peş peşe sorunlar yaşadınız.
Bize barış istiyor gözüyle bakmadılar. Barış istedik ama bizi barış istemeyen terör örgütlerini desteklemekle suçladılar. Bu çok yanlış birşey. Tabii ki barış istemek kötü bir şey değil. Kişisel açıdan öğrencilerimden koparılmak, bilgi birikimimi öğrencilere aktaramaz olmak beni çok rahatsız ediyor. Ülke açısından da ülkenen giderek bilimden uzak, eğitimsiz, sorgulamayan, başına geleni çeken, pasif Arap ülkesi olmasından endişe ediyorum.
- KHK ile ihracı bekliyor muydunuz?
Aslında Fethullahçı Terör Örgütü ile mücadele adı altında başladı bu ihraçlar ama aynı kefeye sol kanattan rahatsız edenler de konulmaya başladı. Hiç ilgisi olmayanlar bir torbaya konulmaya başladı. Benimle ilgili şöyle komik bir durum var. Ben zaten Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzaladığımdan kadromun olduğu Bilim Üniversitesi’nden geçen yıl atılmıştım. Atılınca pozisyonum yalnızca emekli profesördü. Onun için bu KHK’ler ile bir daha nereden atılacağım diyordum. Aklımdan hiç mi geçmiyordu? Geçiyordu ama komik geliyordu, olmaz ki böyle bir şey diye düşünüyordum, beklemiyordum. Şimdi ne olacak tam bilmiyorum. Sanıyorum memurluktan çıkarıldım. Kararı görmedim. Memurken kazandığım hakları, profesör unvanını belki kullanamayacağım, bilmiyorum ki... Daha ne olduğu belli değil.
- Sizce ülkenin psikolojisi nasıl? Nereye doğru sürükleniyoruz?
Türkiye iç savaşa giderse diye korkuyorum. Kamplaşmalar müthiş keskinleşebilir, kimse birbirini sevmez. Herkes ben ve öteki olarak da kalabilir. Sürekli kaygı içinde yaşamak hastalıklara davetiye çıkaracak. Ruh, beden sağlığı bozulacak. Esas üzüldüğüm ve önem verdiğim nokta Türkiye’nin geleceği... Yeni yetişen nesiller ve bu nesillerin eğitimi. İş bilen öğretmenler, iş bilen akademisyenler, yerlerinden edildikçe, iyi öğretmenlerde kalmayınca çoğunluğu atılınca kötü yetişecekler. Üniversitelere gelince de iyi yetişmiş akademisyenler atılmış, onların yerine kimin geleceği belli olmayan bir durumda olduğumuz için iyi eğitim alamayacaklar. Türkiye’nin eğitim düzeyi zaten düşmeye başladı bile. Türkiye’nin eğitim düzeyi çok kötü olacak diye korkuyorum. Yetişmeyen, eğitilmeyen ve kendisine verilen orta karar bilgiyi alan, onunla yetinen, sorgulamayan gençler yetişecek diye korkuyorum. Sorgulayan ve sorgulamayı öğrenmiş insanlar, sorgulamaktan, hapse girme endişesinden korkan hale geldiği için sesini çıkarmayan bir ülke olduk. Ses çıkaranlar da hapse atılıyor. İçerisi ile dışarısının hapishane oluşu birbirine benzer hale geldi. Türkiye’nin geleceği için çok endişeliyim. Her şeye rağmen, uygar ve bilimsel düzeyi yüksek bir ülkeydi Türkiye. Giderek bir Ortadoğu ülkesi gibi, kültür düzeyi olmayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir ülke haline gelirse diye korkuyorum.
- Şimdi ne yapacaksınız? Karara itiraz edecek misiniz?
Benim esas işim yalnızca hasta bakmak değil, ders vermek ve öğrenci yetiştirmek. Hasta bakmanın iki amacı var. Bir hastaya yardımcı olmak, bir de hasta bakarken öğrencilere nasıl hasta bakıldığını göstererek onları yetiştirmek. Stajyer yetiştirmek. Ama benim ikinci işim ders vermekti. Ders verme imkânları elimden alındı. Biri esas ders verdiğim üniversiteden atılma. Ama o tek bir üniversite. 4 ayrı üniversitede 6-7 derse giriyordum. Onların da ödleri patlayacak, 2016-2017’de vermem gereken dersleri elimden aldılar. Bu derslerin bir kısmını 25-26 yıldır veriyordum. Ama hepsi elimden alındı ve ders veremez oldum. Öğrenci ile aramın kopması hasta ile aramın kopmasından beni daha çok üzdü. Buna karşılık bazı üniversitelerin dernekleri sürekli yaptıkları toplantılara sunum yapmaya çağırıyordu. Bazı üniversitelere sunum yapmaya gidiyorum. Ücretsiz baktığım hastalarımı bırakamam. Bana ihtiyaçları var. Dışarıda tek seansa 350-450 lira ödüyorlar. Bundan sonraki planlarım şu. Çağırıldığım yerlere gidip nöropsikoloji konusundaki bilgilerimi isteyenlere, istedikleri konularda sunmak. Makaleler yazmak, kitaplar yazmak. KHK’ya karşı dava açar mıyım, bilmiyorum.
- Prof. Dr. Bülent Tanör de 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde sizin şu an yaşadıklarınızın benzerini yaşamış, görevinden alınmış ve yeniden geri dönmüş. Geçmişi ve şimdi yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
O zaman bağımsız bir yargı vardı. Bağımsız olduğu için de etkilenmeden karar veren bir yargı vardı. Onun için onlar, geleceği dair daha ümit besleyebilecekleri bir durumdaydılar. Ama şimdi kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmadı. Bağımsız yargı olmadığı için yargıya pek umut bağlayacak durumda değiliz.
- Bülent Tanör, anayasa profesörü ve insan hakları ile ilgili çok sayıda çalışması olan biriydi. Sizce yaşasaydı bugünlerde tavrı ne olurdu?
Şuan hapiste olabilirdi diye düşünüyorum. Çünkü Bülent konuşurdu. Çıkan hukuksuzların her biri için konuşurdu. Suskun kalmazdı. Bazı hukukçular konuşuyor, bazı hukukçular suskun şu anda. Bülent en çok konuşanlardan biri olurdu. Belki de gözaltında olurdu, tutuklanmış olurdu.
- Aslında hukuk fakültesi mezunusunuz. Psikoloji alanında çığır açtınız... O süreci anlatır mısınız?
Hukuk fakültesinin daha ilk günlerinde ‘benim burada ne işim var, benim yerim tıp fakültesi’ dedim. Hukuk 3. sınıftan başlayarak hep tıp derslerini dinlemeye başladım. Kadavra bölümü, hukuk fakültesinin bahçesindeydi. Beyaz gömlek uydurup anatomi, fizyoloji gibi derslere girerdim. Annem ve babam doktordu. Hukuk fakültesini bitirdiğimde babama ‘yeniden üniversiteye girip tıp okumak istiyorum’ dedim. ‘Hayır olmaz’ dedi. Ben de hukukta Anayasa kürsüsünde asistan oldum. Bülent Tanör ile burada tanıştık. ABD Columbia Üniversitesi hukuk asistanlarına bir yıllık burs veriyordu. O burslardan biriyle ABD’ye gittim. Orada bir yandan da psikoloji derslerine girmeye başladım. Psikanaliste, tıp okumak istediğimi söyledim. ‘Yeniden tıp okumaktansa psikoloji yoluyla buraya geçin’ dedi. Beynin çalışma sistemini merak ediyordum. Mesela, ‘bir şey öğrendiğimizde beynimizde nasıl değişiklik oluyor?’ gibi sorular vardı kafamda.
- Geçişiniz nasıl oldu?
Türkiye’ye döndükten sonra bir kez daha babamı yokladım, ‘yok olmaz’ dedi. O sırada, psikoloji bölümüne doktoraya alınabileceğim söylendi. Babam da kabul etti. Genel Psikoloji Kürsüsü’nün başkanı Sabri Esat Siyavuşgil, ‘üç sene bizim bütün derslerimize devam edip, kürsünün özel imtihanlarından geçmeyi şimdiden kabul edersen seni doktora öğrencisi olarak alırız’ dedi. ‘Peki’ dedim. Hukuk Fakültesi’nde 4 yıl mecburi hizmetim vardı. Bir yandan hukukta asistanlık yaparken, bir yandan psikoloji derslerini izliyordum. Nöropsikoloji ilgimi çekiyordu. İstanbul Üniversitesi Psikoloji’de asistan oldum sonra. Asistan iken 12 Mart muhtırası oldu. Bülent’le Cenevre’ye gittik. 1 yıl orada kaldık. İkinci yıl siyasi mülteci olarak kabul edildik. Bülent hukuk fakültesine misafir öğretim üyesi olarak alındı. O sırada Ecevit affı çıktı ve Türkiye’ye döndük. Döndükten sonra başıma gelebilecek en güzel şey geldi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji, psikiyatri, anatomi ve fizyoloji derslerini almak, sınavlarından geçmek, tez yazmak koşuluyla psikoloji mezunlarını doktora öğrencisi olarak alıyordu. Hemen başvurdum, doktora öğrencisi olarak kabul edilmiştim. Ardından Çapa’da 1983 yılında ilk nöropsikoloji laborotuvarını kurdum. Nöroşirürji, psikiyatri, nöroloji hastaları gönderilmeye başlandı. Yavaş yavaş nöropsikoloji duyulmaya başladı. Psikoloji öğrencileri ya da bitirmiş olanlar için burası bir okul oldu.