Türkiye Cumhuriyeti’nin, Yunanistan’ın Kıbrıs yönetimine 'enosis' milliyetçi hareketi kapsamında yaptığı darbe sonrası adadaki Türkleri savuma altına almak için Kıbrıs’a askeri çıkarma yapmasının üzerinden 34 yıl geçti.
Kıbrıs, Türkiye’nin adadaki askeri operasyonu sonrası 'de-facto' olarak ikiye bölündü. Kuzey Kıbrıs yönetimini, 1983 yılına kadar hiçbir devlet tanımadı, 1983’den beri ise tek tanıyan ülke Türkiye. Dünyanın bütün devletleri, KKTC’yi 'Türk ordusunun işgali altında olan Rum toprakları' olarak görüyor.
Adanın bölünmesinden bu yana, tekrar birleşme için iki taraf birçok defa temasa geçti, fakat günümüze kadar yapılan bu görüşmelerin hepsi sonuçsuz kaldı. 2004 yılında, Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne (AB) girmesi çoğu kişiye göre çözüm sürecini hızlandıracaktı, çünkü artık Türkiye’nin AB’ye girmek için Güney Kıbrıs’ın oyuna da ihtiyacı vardı. Ancak, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri zaten oldukça karmaşıkken, Kıbrıs sorunu bu durumu daha da içinden çıkılamaz bir hale getirdi.
T24, bu karmaşık durumun daha iyi anlaşılması için Dr. Iannis Carras ile görüştü.
Dr. Carras, IES Avrupa Birliği Merkezi’nde kıdemli eğitim üyesi ve Kıbrıs sorunu üzerine sayısız araştırmaları var. Yunanistan doğumlu olan Carras, Türkiye ve Kıbrıs’ı birçok kez ziyaret etmiş, ayrıca Ankara ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilere oldukça hâkim bir akademisyen.
Carras, Türkiye’nin AB sürecinde Kıbrıs’ın rolüyle ilgili farklı bakış açıları sundu. Kıbrıs’ın adaletli bir sistemle birleşmesinin sadece adadakilere değil, Türkiye’ye de fayda sağlayacağını savunan Carras, bu gelişmenin yaşanması durumunda Kıbrıslı Türklerin adayı Avrupa Birliği içinde temsil edebileceğini ve Türkçe’nin AB'nin resmi dillerinden biri haline geleceğini hatırlattı. Bu durumda Kıbrıslı Türklerin AB içinde Türkiye’nin üyelik mücadelesine destek verebileceğini söyleyen Carras, Yunanistan’ın bu desteği Güney Kıbrıs’ın üyelik sürecinde verdiğini ve tam üyelik alınmasında bunun önemli bir rol oynadığını vurguladı.
Türkiye ve KKTC arasında 'sekülerlik' konusunda bir miktar farklılaşma olduğunu da ifade eden Carras, KKTC’nin Türkiye’den daha laik bir görüşe sahip olduğunu savundu.
T24’ün, Dr. Iannis Carras ile yaptığı söyleşinin tamamı şöyle:
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde, Güney Kıbrıs’ın nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsunuz? Kıbrıs’ın AB’ye Türkiye’den önce girmesi, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecini nasıl etkiledi?
Tabii ki Güney Kıbrıs’ın AB’ye girişi Türkiye’yi etkiledi. Çünkü Kıbrıs sorunu çözülene kadar Türkiye’nin AB’ye tam olarak girebilmesi çok zor. Bir süre önce Yunanistan Türkiye’nin AB üyeliğini Kıbrıs yüzünden veto etmeme kararı aldı, çünkü Kıbrıs sorununun çözülmesi Yunanistan'a çok fayda sağlayacaktı. Yunanistan Türkiye’nin AB sürecinde aynı zamanda Kıbrıs sorununu çözebileceğine inandı. Fakat bundan sonra Türkiye’nin önüne AB yolunda başka engeller de çıktı; bunlar sadece Kıbrıs’la ilgili değil, bazı Batı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye karşı duruşuyla da alakalıydı.
Sizce Türkiye’nin AB’ye girmesi adadaki iki toplumu sosyal ve siyasal olarak nasıl etkiler?
Şüphesiz ki Türkiye’nin AB’nin bütün kurallar ve düzenlemelerine uyum sağlaması durumunda bütün bölge son derece pozitif olarak etkilenirdi! Ekonomi, barış, bölgesel işbirliği, kültürel paylaşım ve aklımıza gelebilecek birçok şey için Türkiye’nin AB’ye girmesi çok büyük bir avantaj olurdu ama unutmamalıyız ki Türkiye’nin AB’ye girmesi önünde birçok şart var. Güney Kıbrıs’ın bakış açısından bunlardan biri adadaki bölünmeye bir tür çözüm bulunması olurdu. Bu da yüksek ihtimalle tekrar birleşme veya ciddi anlamda bir güçler ayrılığının olduğu bir sistem olurdu.
Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çözülmeden AB’ ye girmesi mümkün mü? Güney Kıbrıs, adadaki bölünme çözülmeden Türkiye’nin üyelik sürecine herhangi bir destek verir mi?
Hayır, bana kalırsa mümkün gözükmüyor ama bence önemli olan Türkiye’nin AB’nin içinde mi dışında mı olduğu değil. Türkiye’nin tam AB üyeliği alması şu an iki tarafın da avantajına olmaz. Türkiye üyelik sürecini direkt tam üyelik olarak görmek yerine, adım adım yaklaşma olarak görmeli diye düşünüyorum. Örneğin Gümrük Birliği yenilenebilir. Tabii ki Gümrük Birliği Türkiye-AB ilişkileri konusunda ekonomik olarak çok önemli. İki tarafı resmi olarak birbirine bağlıyor. Türkiye’nin adım adım farklı dallarda uyum sağlaması AB’ye giden bir yol olarak görülebilir. Unutmamalıyız ki Kıbrıs’ın da Yunanistan’ın da Türkiye ile kuracağı iyi ilişkilerden kazanacağı çok şey var, aynısı Türkiye için de geçerli. Ama bunun dışında Türkiye’nin üyeliği için orta ve batı avrupa ülkelerinin de ikna edilmesi gerekli, bu ülkeler Türkiye’nin AB’deki en büyük ülke olmasının AB’nin doğasını tamamen değiştirmeyeceğine ikna edilmeli. Bence zekice olan Türkiye’nin AB’ye içeride miyiz, dışarıda mıyız sorusu daha az önemli olana kadar yaklaşmasıdır. Sonunda Türkiye’nin katılımı doğal bir süreç gibi hissedilecektir.
Önemli olan Türkiye AB’ye yarın üye olacak mı değil, çünkü olmayacak. Önemli olan Türkiye ve AB’nin ortak sorunları konusunda işbirliği yapmasıdır. Göçmen krizi buna bir örnek olabilir.
İki taraf bu sorunlar üzerinde beraber çalıştığında, aslında ilişkilerini geliştiriyor olacak!
Sizce Türkiye’nin şu an bazı AB ülkeleri ile gergin ilişkiler içinde olduğunu varsayarsak, Gümrük Birliği anlaşması yine de yenilenebilir mi?
Bence kesinlikle yenilenebilir. Türkiye’nin içişlerindeki durum tabii ki komşularıyla da ilişkilerini etkiliyor ama Erdoğan yönetiminde ilişkilerin geliştiği birçok dönem oldu. Örneğin Davutoğlu döneminde ilişkilerin çok iyi bir seyir izlediğini gördüm.
Teşekkürler. Sizce, Kuzey Kıbrıs ve Güney Kıbrıs’ın bölünmeden önceki gibi bir sistemle tekrar beraber yaşaması mümkün mü?
Hayır, bence bu sistem uygulanabilir olmaz. Bu sistem altında Türk tarafının da Rum tarafının da çok farklı deneyimleri oldu. 1962 ile 1974 arası yılların adada mutlu bir süreç olmadığını biliyoruz. Tabii düşününce Kıbrıs’ın yakın döneminde hiç çok mutlu bir dönem olmadı. Adaya eşit, esnek ve zaman içinde geliştirilecek bir sistem lazım. Aynı zamanda adadaki iki tarafın da güvenliği sağlanmalı. Güvenlik çok önemli bir nokta. İki tarafta güvende hissettiğinde beraber yaşayabileceklerdir, çünkü birbirlerine katabilecekleri çok şey var! Ama iki taraf da birbirine karşı güven hissetmiyor. İki tarafın da geçmişi ve yetiştirilme şekli bu ‘güvensizlik hissini’ çok etkiliyor. Örneğin 62 ile 74 arası yaşamış bir Türk karşı tarafa karşı o dönemde yaşananları bildiği için güven duymuyor. 1974 hakkında anlatılanları dinleyerek büyüyen bir Yunan da bu sebepten güvensiz hissediyor. Bu yüzden çözüm bulmak için odaklanmamız gereken bir kelime seçecek olsam: Güvenlik derdim.
Türkiye açısından baktığımızda, birleşmenin Türkiye’ye sağlayacağı çok şey var. Başlangıç olarak adadaki Türkler, Kıbrıs’ın bir bütün olarak yönetiminde büyük söz sahibi olurdu böyle bir durumda. Adada kurulacak dengeli bir sistemle belki başbakan veya dışişleri bakanı Türk olurdu. Bunun ne anlama geleceğini düşünelim. İlk olarak Türkçe Kıbrıs’ın resmi dillerinden biri haline geleceği için AB’nin de resmi dillerinden biri olurdu. Bu Türkiye ve AB’nin yakınlaşması sürecinde önemli rol oynar! İkinci olarak seçilmeleri durumunda AB parlementosunda Türk milletvekilleri olur. Komisyon’un Türk bir başkanı olabilir. Başka bir deyişle AB’nin içinde Türkiye’ye çok yakın bir ada olur.
Yani diyorsunuz ki birleşme durumunda Türkiye’nin AB yolunda bir engelini ortadan kaldırmakla kalmaz, Türk Kıbrıslılar yoluyla temsil edilme imkanı da verir.
Kesinlikle. Kıbrıs AB’ye üye olmadan önce, AB’nin içinde Yunanistan vardı. Yunanistan Kıbrıs’ın üyelik sürecinde diğer ülkeleri ikna etme konusunda önemli bir rol oynadı. AB’nin içinde bir sese sahip olmanın önemi yadsınamaz.
90’lı yıllarda BM tarafından Kıbrıs sorunu çözümü hakkında ‘’fikirler dizisi’’ ve ‘’güven arttırıcı önlemler’’ adı verilen çalışmalar başlatılmış olmasına rağmen sizce niye sonuç alınamamıştır?
Bence bunlar içinde en önemlisi ‘’Annan Planıydı’’. Annan planının 5 farklı versiyonu var. Diplomatik boyutta herhangi bir planın işleme sürecinin ne kadar zor olduğunu unutmayalım. Bana kalırsa kabul etmemiz gereken ilk şey bunun kolay bir şey olmadığı çünkü iki tarafta da birçok endişe var. Rumlar Annan planının güvenlik açısından yeterli olmadığını düşünüyordu. Rumlar için en büyük korkulardan biri adadaki Türk askerleri. Buna karşın adadaki Türk askerleri ise adadaki Türklere kendilerini güvende hissettiriyor. Atılacak adımlar iki tarafı da memnun edebilir. Örneğin adadaki Türk güçlerinin BM veya NATO gibi bir tarafsız bir güç tarafından denetlenmesi Rum tarafını memnun edebilir. Tabii ki bu Rum tarafının resmi görüşü demiyorum, bu çözüm sunulsa bile her konuda olduğu gibi yine memnun olmayan bir azınlık olacaktır. Türk tarafı için önemli noktalardan biri havalimanı. Bulunacak bir çözümle Kıbrıslı türkler adaya sadece Türkiye’den üzerinden değil, başka yerlerden de ulaşım sağlayabilir. Bunun çözümü iki tarafından kullanabileceği, gümrüğün bir ülke değil BM gibi bir örgüt tarafından kontrol edilebileceği bir havalimanı olabilir. Bence iki tarafın birleşebileceği bir başka konuda doğayı koruma olabilir. Adaya gittiğimizde ilk göze çarpan kalkınmanın bu adanın doğasına ne kadar zarar verdiği ve doğayı yok ettiği. Sürekli adadaki bölgelerin kime ait olduğu tartışılıyor. Bunun yerine oraların bir doğayı koruma alanı yapılması daha iyi olmaz mı? Bu vesileyle nereye inşaat yapılacağı veya yapılamayacağı konusunda ortak kararlar alınabilir. Kıbrıs’a son gittiğimde her iki tarafı da ziyaret ettim ve dikkatimi çeken şey şu oldu: genişleme öyle abartılı boyutlara gelmiş ki adada temiz su sıkıntısı yaşanmaya başlanmış. Bence bu konu adadaki politik anlaşmazlıklardan bile daha önemli!
Peki sizce rum tarafının reddettiği Annan planına neden Türk tarafı büyük bir çoğunlukla evet dedi?
Çünkü birleşme durumu Türk tarafını daha çok teşvik ediyordu. Bunun birçok nedeni var. Ekonomik nedenler ya da birleşme durumunda Türk tarafı vatandaşlarının AB vatandaşı olmasıyla alacağı yeni hak ve özgürlükler gibi. Aynı zamanda Kıbrıs’taki laik ve laik olmayan Türkler arasında büyük bir fark var. Kıbrıs Türklerinin genel olarak anakaradaki Türklerden daha laik görüşlü olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden adadaki Türkler ile Erdoğan arasında bir gerilim var. Buna rağmen 15 temmuz darbe girişiminde KKTC Başkanı Akıncı Erdoğan’ı arayan ilk kişiydi ama bence bu KKTC’deki güçler için geçerli değil. Akıncı demokrasiye çok önem veriyor, bu yargıya daha darbe girişiminin sonucunun ne olacağı belli olmadan Erdoğan’ı aramasından varabilir. Bir de adadaki yerleşimciler konusu var. Bu adaya Türkiye’den gelip yerleşenlerin de tabii ki oy kullanma hakkı var. Nüfusun yüzde kaçının yerleşimci olduğunu bilmiyoruz ama yüksek olduğunu biliyoruz buna karşın Kıbrıs’ta doğmuş büyümüş Türklere göre ne kadar farklı oy kullandığını bilmiyoruz.
Türkiye, AB üyeliği alırsa Avrupa Parlamentosunda Almanya ile birlikte en çok sandalyeye sahip ülke olacak, sizce bu diğer üye ülkelerin Türkiye’nin üyelik durumu ile ilgili düşüncelerini değiştiriyor mu?
Bence etkiliyor. Avrupa Birliği zaten şu an kriz halinde, Almanya ekonomik kriz yaşayan Yunanistan’ı kurtarmak durumunda kalmaktan memnun değil ve Yunanistan nüfusu 10 milyon olan bir ülke. O yüzden şu an AB genel olarak zengin sayılmayacak bir ülkeyi Avrupa Birliğine almaya sıcak bakmıyor ama AB’nin krizde olması Türkiye için bir fırsat. Özellikle Brexit Türkiye için bir fırsat. AB şu an hem üye ülkeler, hem de dışarıda ilişkide olduğu ülkeler hakkındaki görüşlerini tekrar düşünme durumunda. Buna tabii ki Türkiye de dahil.Türkiye alacağı zeki diplomatik kararlar ile Avrupadaki bu krizi lehine çevirebilir.
Türkiye hükümeti geçtiğimiz yıllarda AB’ye muhtaç olmadığını ve gerekirse doğu odaklı bir politika izleyebileceğini belirtmişti. Türkiye gerçekten böyle bir politika izlerse bu AB’yi negatif etkiler mi?
Türkiye’nin AB’ye muhtaç olmadığı söylemine katılmıyorum. Türkiye’nin yakın geçmişte bu kadar hızlı gelişmesinin “bu gelişme çoğunlukla Erdoğan’lı yıllarda oldu”, büyük sebeplerinden biri gümrük birliği ve avrupa birliği politikaları. Bu yüzden muhafazakar bir hükümet tarafından söylenmiş olsa bile doğru değil. Bence Avrupa birliğinin de,Türkiye'nin de iş birliğinden kazanacağı çok şey var. Tabii ki Türkiye AB dışı ülkelerle de önemli ilişkiler kuracak.Örneğin Türkiye’nin İran’la sınırı var ama AB’nin yok. Dolayısıyla tabii ki Türkiye İran'la güvenlik konusunda işbirliği yapmak durumunda. Türkiyenin daha islamist bir ülke olabileceğini konuştuğumuz günlerde bile Türkiye AB’ye muhtaç.
AB geleneklerine aykırı bir şekilde Güney Kıbrıs’ı tam üyeliğe kabul etti. Dönemin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen bu kabulden sonra Rum tarafını işaret ederek ‘’aldatıldık’’ açıklamasını yapmıştı. AB’nin adada birleşme için bir kaldıraç olarak kullanabileceği tam üyeliği, çözümden önce Güney Kıbrıs’a tanıması adadaki çözüm ihtimalini daha da güçlendirdi mi?
Avrupa Birliğindeki birçok kişi Kıbrıs sorununun Kıbrıs'ın AB’ye girmeden önce çözülmesinin iyi olacağı fikrindeydi. Sana bunun neden olduğunu hatırlatmalıyım. Rauf Denktaş, Annan planı görüşmelerinin ilk üçüne girmeyi kabul etmedi. Bu yüzden Türkler masaya oturduğunda Kıbrıs’ın AB’ye girme kararı alınmıştı bile! Bu Denktaş’ın yaptığı korkunç bir hataydı çünkü bu sayede Rum tarafı bölünme sorunu çözülmeden tüm ada adına görüşme yapabildi. Bence Denktaş ilk üç görüşmede Anna planında pazarlıklara katılsa çok farklı bir sonuç olabilirdi. Türkiye dışında bütün ülkeler Güney hükümetini adada ki resmi tek hükümet olarak gördüğü için zaten KKTC’nin imkanları sınırlıydı, Denktaş’ın görüşmeye gitmemesi onları iyice zora soktu ama Yunanistan’ın burada ne kadar büyük bir rol oynadığını tekrar hatırlatmalıyım. Kıbrıs’ın AB’ye alınması Yunanistan'ın AB’ye girecek 10 yeni ülkeye destek vermek için koyduğu şartlardan biriydi. Herkese vereceğim tavsiye bir pazarlığa giriyorsanız pazarlık masasına da oturmanızdır!
Bazı uzmanlar, adada 1974’den beri barış olduğunu ve artık ada üzerinde çift devletli bir sistemin kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Sizin bu konuda görüşleriniz nedir? Kuzey Kıbrıs’ın tanınması sizce bir çözüm yolu olabilir mi?
Ben bunun olmasını pek mümkün görmüyorum. Bunun iki tarafa da bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Unutmayalım, Kıbrıs eski Doğu ve Batı Almanya gibi bölünmüş bir yer değil, bu adada iki farklı halk var. İşin açıkçası Güney Kıbrıs’ı iki-devletli bir sistemi desteklemeye teşvik edecek bir şey görmüyorum. Bunun yanında bence Türkler içinde pek neden yok! Unutmayalım, küçük bir yerden bahsediyoruz. İşbirliğiyle kazanılacak çok şey var.
Pozitif bir notla kapayalım. Krizin en yüksek seviyelerde olduğu 1982, yani Türkiye’nin KKTC’yi tanıdığı yılda bile, Lefkoşa'nın belediye başkanları ortak bir şehir planı yaratmak için çalışmıştı. Lefkoşa’ya gitmiş herkes şehri ayıran hattı görmüştür. Dönemin belediye başkanları tarafından oluşturulmuş bir şehir planı var. Lefkoşa için geçerli olan bence Kıbrıs için de geçerli. Açık konuşmak gerekirse bence burada Kıbrıs Rumlarının da ciddi derecede suçu var. Geçmişteki bazı liderler birleşme için gerekli olan dili kullanamadı. Bence bugün yapılacak en iyi şey, resmi bir anlaşma olmasa bile giderek iş birliğini arttırmaktır. Havalimanı buna bir örnek olabilir.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Ben bir optimistim. Bence Kıbrıs sorunu çozülemez bir problem, ama çozülemez problemlerde bile tarafların işbirliğinden kazanacağı çok şey olur. Bence bu iş birliği uğruna çaba sağlamaya değer.