Kıbrıs’ta iki toplum arasında geçen yıldan bu yana devam eden müzakereler Rum lider Anastasiades’in Türkiye’nin hidrokarbon nedeniyle Kıbrıs açıklarına savaş gemileri göndermesini gerekçe gösterip masadan kalkmasıyla son iki aydır askıda. Bu da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon tarafından son görüşmeler başlamadan yapılan “bu son şans” açıklamalarının, yani BM’nin kendisinin, Kıbrıs’ta artık pek de bir şey ifade etmediğinin işareti olarak algılanıyor.
Bu durum, müzakere masasında Anastasiades’in karşısında oturan Kıbrıs Türk toplumu lideri, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu şaşırtmışa benzemiyor: “Anastasiades zaten gönülsüz başladı. Müzakereler için 23 Mayıs 2013’te masaya oturduk. Anastasiades şubat ayında başkan seçilmişti. Ön koşul koydu. Ekonomik sorunlar var, ondan sonra başlayalım dedi. Ekim 2013’e erteledik. Sonra ortak deklarasyon koşulu getirdi. Onu da altı ay müzakere ettik”. Eroğlu, tüm bunların taktik olduğunu düşünüyor: “Anastasiades, Annan Planı'na evet demiş olmanın suçluluğundan kurtulmak için yetkilerini Rum Ulusal Konseyi'ne devretti. Ulusal Konsey gerçek karar organına dönüştü. Aslen danışma organıydı”.
Anastasiades'in müzakerelere gönülsüz başladığı tezine Magosa’daki Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin öğretim üyelerinden, dış politika uzmanı Prof. Ahmet Sözen de katılıyor: “Müzakerelerin temeli net değildi. Yöntem belirsizdi. Ortak deklarasyonun zayıf yanı burasıydı. Anastasiades başından bu yana mutlu değildi. Başta Amerikalılar olmak üzere dış dinamikler müzakereleri tetikledi”. Kuzey Kıbrıs Meclis Başkanı Sibel Siber de 2004 yılında Annan Planı’na destek veren Anastasiades’in, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildikten sonra söylem değiştirdiğini belirtip, “2004’te Rumlar plana yüzde 75 hayır demişti. İki ay önce gerçekleştirilen bir anket bu oranın değişmediğini gösteriyor” diyor.
Kuzey Kıbrıs'ın sol eğilimli Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri ve Başbakanı Özkan Yorgancıoğlu da Anastasiades'in 2004 yılında Annan Planı’na evet demiş olmasının Kıbrıslı Türklerde beklenti yaratmış olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Anastasiades, dünyadaki olumlu imajını kullanıp masadaki konumunu kuvvetlendirmeye çalışıyor. 2004 dengesini bozup Rum tarafına daha fazla avantaj yaratma niyetinde. Liberal görüşe sahip Anastasiades’in çözüm istediğine inanıyorum ama çözümün tanımı konusunda ne düşündüğü net değil. İtiraz ettiği konu varsa bunu masada anlatmalı. Böylece yarattığı algı ve katkı daha fazla olur”. Derviş Eroğlu da “Anastasiades, Hristofyas-Talat döneminde iki tarafın kabul ettiği bazı parametrelerin artık geçerli olmadığını söylüyor. Mesela dönüşümlü başkanlık istemiyor. Kendilerinin istediği kişinin başkan olmasını savunuyorlar. Hristofyas dönüşümlü başkanlığı kabul etmişti. Mal-nüfus çoğunluğu kuzeyde Türklerde olacaktı. Hristofyas bunu da kabul etmişti. Şimdi yan çiziyorlar” ifadeleriyle Yorgancıoğlu’nu doğruluyor.
Nikos Anastasiades ise Kıbrıslı Rumların ezici çoğunluğu gibi Kıbrıslı Türkler yerine Ankara'yı hedef almayı yeğliyor ve çözümsüzlüğün sorumlusunun sadece Türkiye olduğunu söylüyor: “Adayı onlar işgal ediyor. 40 bin askerleriyle hâlâ buradalar. Dolayısıyla çözüm için ellerinden geleni yapmalılar. Yeni kurulacak devletin işleyişinin temelleri konusunda anlaştık. İki taraflı olacaktı. Üniter bir devletti önceden. Şimdi siyasi eşitliği olan iki taraflı iki toplumlu bir federasyona doğru gidiyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz, zira vatandaşlarımız olan Kıbrıslı Türkleri bir parçamız olarak görüyoruz. Samimiyetle söylüyorum. Yüzyıllar boyu barış içinde beraber yaşadık”.
Anastasiades bunları söylerken Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da bir mesaj gönderiyor: “Sayın Erdoğan, ABD’deki dostlarımıza, BM Genel Sekreterine, Joe Biden'a, John Kerry ve hatta bana Obama'larla fotoğraf sonrası karşılaşmamızda verdiği sözleri tutmalıdır. O fotoğraf seansı sonrasında selamlaştık ve çözüm için çalışmamız gerektiğini söyledik. Ben işbirliğine ve en kısa sürede çözüm için çalışmaya hazırım”. Şu an askıda olan müzakerelerde Rum tarafını temsil eden diplomatlar da iyimser konuşuyor ve Kıbrıs sorununa çözümün alternatifi olmadığını, adayı fiilen bölmek gibi bir B planlarının olmadığını, sonuç odaklı müzakerelerden yana olduklarını söylüyorlar.
Madalyonun diğer yüzü
Elbette madalyonun bir de diğer yüzü var. Müzakereler; toprak, yönetim ve iktidar paylaşımı, vatandaşlık, güvenlik ve garantiler ve Avrupa Birliği olmak üzere altı ana başlık altında yürütülüyor. Şubat 2014’te iki toplum lideri tarafından imzalanan ortak deklarasyon sonrası yeni müzakereler özlü görüşmelere ve al-ver sürecine odaklanmıştı. Hatta yönetim ve iktidar paylaşımı alanlarında ilerleme dahi kaydedilmişti. Örneğin yeni devletin federal yüksek mahkemesi konusunda yüzde 95 oranında anlaşma varıldığı söyleniyor. Bununla birlikte, Anastasiades ve Güney Kıbrıs’taki siyasi partilerin çoğunun al-ver sürecine sıcak bakmadıkları kimse için sır değildi. Rum Ulusal Güvenlik Konseyi ve Ortodoks Kilisesi'nin Anastasiades üzerindeki siyasi baskıları da biliniyor. IŞİD etrafında odaklanan uluslararası konjonktür ve aslında yıllardır mevcut olan, ancak Ankara’nın Kıbrıs açıklarına savaş gemisi göndermesiyle yeniden su yüzüne çıkan hidrokarbon krizinin de Anastasiades'e müzakere masasından çekilmek için mazeret yarattığı görülüyor. Adadaki siyasi gözlemciler, müzakere masasından kalktıktan sonra Anastasiades'e siyasi desteğin arttığını da söylüyorlar.
Başka nedenler de var. Anastasiades'in hasta olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek. Sinirsel rahatsızlıkları, hiper tansiyon sorunu ve kalp yetmezliği olduğu tüm Kıbrıs’ta dillere destan olmuş vaziyette. Alkol bağımlılığından da söz edilmekte. Aralık ayında yeni bir açık kalp ameliyatı olacağı bildirildi. Böyle bir ortamda müzakerelere devam etmesi elbette düşünülemez. Ameliyat sonrası fiziken ve psikolojik olarak ne kadar zamanda toparlanacağı merak konusu. En az birkaç ay alabileceği söyleniyor.
Dahası var. Anastasiades toparlanıp masaya dönmeye hazır olduğunu söylese de bu sefer adanın kuzeyindeki seçim takvimi işlemeye başlayacak. Kuzey Kıbrıs’ta Nisan 2015’te cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. Derviş Eroğlu şu an muhalefette olan sağ eğilimli Ulusal Birlik Partisi'nin (UBP) adayı olarak yeniden seçime giriyor. Karşısında aday olarak şu anki Meclis Başkanı Sibel Siber (CTP) ve seçime bağımsız etiketle girecek kıdemli siyasetçi Mustafa Akıncı’yı bulacak. İki turlu seçimde bu üç adayın da şansı var. Dolayısıyla Rumlar şimdi Türk tarafıyla müzakerede yola Eroğlu ile mi devam edeceklerini yoksa yeni bir muhatapla mı karşılaşacaklarını merak ediyorlar. Rum tarafındaki genel kanı CTP’li bir aday veya bağımsız aday Akıncı ile daha rahat diyalog kurulabileceği yönünde. Ancak anonim kalmayı tercih eden üst düzey bir Rum diplomat “Kimi seçecekleri Kıbrıslı Türklerin işi. Kim olursa olsun onunla işbirliği yapmalıyız. Bazı çevreler Eroğlu’nu katı tutumlu olarak tanımlıyor ama bana göre o iyi bir insan. Beraber bir gelecek inşa edebileceğimize gerçekten inanıyor” diyor.
Eroğlu’nun bazı kesimler tarafından böyle algılanması, eskiden liderliğini de yaptığı, 1975 yılında Rauf Denktaş tarafından kurulmuş UBP’nin içinde önemli bir kesimin, adada federal çözüme inancını büyük ölçüde yitirmiş olmasından kaynaklanıyor. AB’nin 2004 yılından bu yana Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri tutmamış olması ve Kıbrıs sorununda Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın esiriymiş gibi davranması UBP içindeki bu kesimin tezlerinin çok sayıda Kıbrıslı Türk tarafından benimsenmesine neden oluyor. Kuzey Kıbrıs’ta federal çözüme daha yakın bir parti olarak bilinen CTP'nin lideri Başbakan Yorgancıoğlu ise müzakerelerde en önemli ilerlemelerin kendi partisi döneminde yaşandığını söyleyip, “Eroğlu-Anastasiades döneminde duraklama başladı” şeklinde konuşuyor.
‘Ortak hedef yok'
Kuzey Kıbrıs’taki seçim sona erdikten sonra da Türkiye'deki genel seçim takvimi işlemeye başlayacak. Kıbrıs’ın her iki tarafındaki genel kanı Türkiye’deki seçimler sona ermeden adadaki müzakere sürecinin başlama olasılığının az olduğu yönünde. Tüm bunlar müzakere takvimini kağıt üzerinde sonbahar 2015’e erteliyor. O tarihten önce müzakerelerin yeniden başlamasına ihtimal verilmiyor, “sürpriz olur” deniyor. Birleşmiş Milletler’in de bu eğilimi tersine çevirebilecek etkinliğe sahip olduğuna kimse inanmıyor. Hidrokarbon konusunda maksimalist yaklaşımlar devam eder, işler daha da tırmanırsa müzakere sürecinin tamamen çökebileceği öngörüsünde bulunanlar dahi var. Tüm bunlara bir de Mayıs 2016’da Güney Kıbrıs’taki parlamento seçimlerini eklersek, iş daha da karışıyor. Seçimler öncesi müzakere masasında al-vere girişmek hiçbir tarafta siyasilere puan kazandırmıyor.
Kıbrıs Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Niyazi Kızılyürek, iki tarafın “ortak bir perspektif geliştiremedikleri” görüşünde. Kızılyürek, adanın geleceği hakkında ortak bir hedefin belirlenemediğini söylüyor ve ekliyor: “Türkler federal çözümden adanın bölünmesi gibi bir şey anlıyor. Rumlar ise federalizmi çoğunluğun hükümranlığına yakın bir şey gibi görüyor. Sorun buradan kaynaklanıyor. Federal devlet, Rumların Türklere eşitlik ve yetki alanlarında tavizde bulunması, Türklerin de karşılığında toprak ve mülkiyet vermesi şeklinde olacak”.
Kıbrıs Türk İnsan Hakları Vakfı Başkanı avukat Emine Çolak ise adanın geleceği hakkında şüphenin hakim olduğuna dikkat çekiyor. “2004 referandumu sonucu benim gibi aktivistler için travma oldu. Hayal kırıklığı yarattı. Büyük bir fırsattı. Şimdi ne olacak, nereye gidiyoruz, bilmiyoruz. Yeniden birleşmenin elbette alternatifi yok. Kıbrıslı Türkler çözüm arzularını yitirmiş değiller, fakat nasıl ve ne zaman kavramları konusunda kafalar karışmış durumda” diyor.
Prof. Ahmet Sözen, müzakerelerin iki lider ve teknokratlar tarafından yürütüldüğünü belirtip, bunun yeterli olmadığını savunuyor: “Bu lider ve teknokratların toplumları ne kadar temsil ettiği tartışma konusudur. Müzakereye elbette ihtiyaç var. Fakat barış sürecinde bir yanda müzakereler, bir yanda da müzakerelerden bağımsız, iki toplum ve liderleri cesaretlendirecek, güven verecek, güven arttırıcı önlemler rayı olmalı”. Sözen, güven arttırıcı önlemlere örnek olarak, ders kitaplarından tarihi husumet ve nefret söylemlerinin kaldırılması, yeni bir felsefeyle hareket edilmesi, Maraş’ın serbest bölge olarak açılması, Ercan havalimanının açılması, Magosa limanının AB veya BM denetiminde açılması, Türkiye'nin Rum bandıralı gemilere limanlarını açması, Rum Yönetiminin Ankara’nın AB ile üyelik müzakerelerinde bazı başlıklara uyguladığı vetodan vazgeçmesi veya Türk ordusunun Kıbrıs’tan çekilmesini gösteriyor. KKTC Meclis Başkanı Siber, Rum tarih kitaplarında “şovenizm” olduğunu ve Rumların sınıra hâlâ Türkleri “barbar” gösteren fotoğraflar koymaya devam ettiğini hatırlatıyor.
Profesör Sözen’in sözünü ettiği güven verici veya arttırıcı işbirliği çalışmalarının belki de en çarpıcı örneği adanın kültürel mirasının korunması için yapılanlar olsa gerek. Adada müzakere süreci askıya da alınmış olsa, taraflar arasında 2008 yılında ortaklaşa kurulan Kültürel Miras Teknik Komitesi siyasete örnek olabilecek önemli çalışmalara imza atıyor. AB ve BM tarafından da desteklenen bu çalışmalar kapsamında teknik komite üyeleri adanın kuzey ve güneyini köy köy gezerek restore edilecek kültürel miras envanteri çıkarıyor. Komite bugüne kadar iki tarafta restorasyona muhtaç 200’den fazla eser tespit etti. Bunlar arasında Kıbrıslı Rumlara ait 26, Kıbrıslı Türklere ait 14 eser “öncelikli” listeye alındı. Bu liste 2010 yılında iki tarafın liderleri tarafından onaylandı. Restorasyon projeleri için kültürel miras programı kapsamında dört yıllığına 8 milyon Euro kaynak temin edildi. Restore edilen önemli eserler arasında Karpaz yarımadasındaki Apostolos Barnabas Manastırı, Magosa’daki Othello Kulesi, Magosa duvarları, Larnaka’daki Hala Sultan Tekkesi, Denya Camisi ve Baf’taki Osmalı Hamamı da var. Restorasyon çalışmalarına kuzeyde ve güneyde Avrupa firmaları da katılıyor.
Kültürel miras alanında işbirliği somut bir ilerleme olsa da çözüm için yeterli değil. Kıbrıs’ta kimsede eskiden olduğu gibi en kısa sürede çözüm arayışı veya beklentisi yok. Adanın her iki tarafında da kurulu bir düzen var. Kıbrıslı Türkler 2004 sonrası daha gerçekçi bir yaklaşım içindeler. Kıbrıslı Rumlar ise bir yandan uluslararası planda tanınma ve AB üyeliğinin rahatlığıyla hareket ederken, diğer yandan da geçen yılki ağır ekonomik krizin travmasından kurtulmaya çalışıyorlar. Sokaktaki vatandaş kuzeyde de güneyde de “çözüm olmazsa bu böyle devam eder” diyor. Göze çarpan tek yeni gelişme ABD’nin bölgeye ve adaya olan ilgisi. Kuzey Atlantik Paktı’nın, yani NATO’nun, bir nevi danışma organı olan Washington merkezli Atlantik Konseyi’nin danışmanları son günlerde adaya gelip nabız yokluyor. Taraflar yanaşırsa hem Türkiye hem de Yunanistan’ın üye olduğu NATO Kıbrıs’ta güvenlik konusunda devreye girebilir mi? Zaman gösterecek.