"Ben, özellikle yerel seçim döneminden bu yana, bir erken seçimi doğru bulmadığımı, parti olarak bizim de bir erken seçim talebimizin söz konusu olmayacağını sıklıkla vurguladım. Biz hâlâ aynı noktada duruyoruz. Bir erken seçim doğru değil. Ancak, erken seçim kararı alacak olan iktidar bloku açısından durumu değerlendirdiğimizde, bir süre sonra bunlar başta ekonomi olmak üzere pek çok konuda Türkiye’yi yönetemedikleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Dolayısıyla, 'Biz yönetemiyoruz, seçime gitmek zorundayız' diyeceklerdir."
"FETÖ borsasının iki ayağı var. Birinci ayağı FETÖ’yle ilişkili pek çok işadamının, sermaye grubunun mallarına el konulmasıyla ilgili. Mallarına el konulanların bir kısmı yurtdışına kaçtı, bir kısmı tutuklandı ve hapise atıldı. Bazı FETÖ’cülere ise dokunulmadı. Bu süreçte el konulan malların bir kısmı da pazarlandı. TMSF aracılığıyla satış yapılırken, mal varlıklarının listesini eline alıp iş dünyasını gezen bir sürü aracı insan vardı. 'Bana şu kadar para verirseniz, bu malları size şu fiyattan satarım' diyenler vardı. Bunların içinden o mal varlıklarını alanlar da oldu, 'Hayır, biz almıyoruz' diyenler de oldu. Çok uygun koşullar olmasına rağmen 'İleride başımız belaya girer' deyip almayanlar da oldu. Bu malların, bazı isimler aracılığıyla pazarlanması, pazarlanmasına göz yumulması FETÖ borsasının bir ayağı."
"Ben şöyle biliyorum: Şikâyet edilmesi ve bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen savcı dava açmadı. İtiraz üzerine bir başka mahkemeye gitti. O mahkeme de dava açılmamasına karar verdi. Erdoğan’ın avukatları bu davalara bakıyordu. Erdoğan’ın avukatlarının FETÖ bağlantılı kaç dava aldıklarını ve bu davaların sonuçlarının ne olduğunun izlenmesi lazım. Öte yandan Erdoğan’ın avukatlarının hâkim ve savcı atamalarındaki etkilerinin de araştırılması lazım. Kim tarafından? Adalet Bakanı tarafından araştırılması lazım... Çünkü Adalet Bakanı aynı zamanda Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) da başkanı. O zaman görülecek ki FETÖ borsasında hangi avukatlar yargı üzerine siyasal baskı kurdular. Hangi siyasiler yargı üzerinde baskı kurarak aslında mahkûm olması gerekenleri kurtardılar, bunların tümü ortaya çıkacaktır. Bugün olmasa bile mutlaka bir gün ortaya çıkacak. Mahkûm olması gereken kişiler hakkında nasıl hiç dava açılmadı ya da nasıl beraat ettiler? İki dürüst, namuslu Adalet Bakanlığı müfettişi görevlendirlirse bütün bu ayrıntıları ortaya çıkarmak mümkün."
(Yargı paketindeki af düzenlemesi tartışmaları üzerine) Adalet Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı bir metin önümüzdeki süreçte parlamentoya gelir. Gelince ancak o zaman düşüncelerimizi söyleyebiliriz. Haksız yere içeride olan çok kişi var. Eren Erdem’den tutun Osman Kavala’ya kadar... Sivil toplum örgütlerinden, askeri öğrencilere ve yazar, çizerlere kadar gereksiz yere yatan birçok insan var. Bunlar haksız yere yatıyorlar. Dünyanın gözü de bu çerçevede Türkiye’ye dönmüş durumda. Adaletin olmadığı bir ülke olarak tanımlanıyor Türkiye. Bir dikta yönetimi var. Bu çerçevede Adalet Bakanlığı belki dışarıdan gelen eleştirileri biraz yumuşatmak için bu çalışmayı yapıyor olabilir... Çünkü Türkiye’de adaletin olmadığını, siyasal baskıların yargıçlar üzerinde de sürdürüldüğünü herkes biliyor. Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekirken siyasal iktidarın talebi üzerine tekrar tutuklanması aslında bir hukuk faciasıdır.
*Röportajın tamamı Cumhuriyet gazetesinde.