CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Ankara İl Başkanlığı’nın “İktidar Yolunda Dayanışma Yemeğinde” gösterilen belgesel filmdeki “Çankaya seni bekliyor” sözlerine atıf yaptı ve “Evet, Çankaya bizi bekliyor. Ama oturduğumuz yerde kimse bize Çankaya’yı ikram etmez. Bunun için mücadele etmemiz lazım” dedi. Kılıçdaroğlu, “Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesini her partilinin ezberlemesi lazım… Görevimiz ağır. Ama önemli olan kolay işi başarmak değil, zor işi başarmaktır” diye konuştu.
CHP Ankara İl Başkanlığı, bir otelde “İktidar yolunda dayanışma yemeği” düzenledi. Dayanışma yemeğine; CHP Genel Başkan Yardımcıları Ahmet Akın, Bülent Kuşoğlu, Seyit Torun, Veli Ağbaba, Bülent Tezcan; CHP Grup Başkanvekilleri Engin Özkoç ve Engin Altay; CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, Gençlik Kolları Genel Başkanı Gençosman Killik ve CHP milletvekilleri katıldı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan ve Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Vedat Bulut da davetliler arasındaydı.
CHP Ankara İl Başkanı Ali Hikmet Akıllı, yaptığı açılış konuşmasında “CHP’lilerin her biri diktatörlük heveslilerine karşı dün olduğu gibi yarın da dimdik ayakta olacaktır. Örgütümüz aday tartışmalarını dışlamaktadır. Ankara’nın adayı bellidir. Ankara seçimlerinde hiçbir hırsızlığa izin vermeyeceğiz. Partimizi Ankara’da birinci parti yapmanın onurunu yaşayacağız" dedi.
Akıllı'nın konuşması sonrasında, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çankaya Köşkü'ne ilişkin beş dakikalık mini bir belgesel gösterimi yapıldı. Belgesel gösteriminde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşü'ndeki görüntüleri alkış aldı. Partililer, "Hak, hukuk, adalet" sloganı attı. Kılıçdaroğlu, konuşmasına; belgeselde kullanılan “Çankaya seni bekliyor” ifadelerine atıf yaparak başladı. Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
Evet, Çankaya bizi bekliyor. Bunun ben de farkındayım. Ama oturduğumuz yerde kimse bize Çankaya’yı ikram etmez. Bunun için mücadele etmemiz lazım. Halkın sorunlarını içselleştirmemiz gerekiyor. Yaşadıkları sorunları yaşamamız gerekiyor. O zaman söylemlerimizdeki samimiyeti halka aktarabiliriz.
Elektriğimi kestirdim bedelini ödemeyerek. Çünkü elektriği kesilen dört milyon insanın yaşadığı dramı yaşamak gerekiyor. O zaman siz elektriği kesilen insanların derdini, samimi olarak geniş kitlelere aktarabilirsiniz. Her bir arkadaşım, yani yol arkadaşım; birlikte mücadele edebilirsek, gücümüzü birleştirebilirsek ve en önemlisi söylemlerimizi ortaklaştırabilirsek sonuca ulaşabiliriz. Beraber aynı şeyleri söylemek zorundayız. Birimiz A'dan dün söz ederken, öbürü Z'den söz ederse halka güven veremeyiz. Halka güven vermenin temel yolu, söylemlerimizi ortaklaştırmaktır.
Yeter mi? Hayır. Her birimiz, birbirimize propaganda yapmaktan, birbirimizin söylemlerini eleştirmekten vazgeçmek zorundayız. Biz beraber, ortaklaşa söylemlerimizi ayni minval üzerine, aynı paralelde götürebilirsek emin olun halk bize oy verecek ve biz halkımızla kucaklaşacağız. Daha önce bize selam vermeyen insanların, bize selam verdiğini görüyorum. Halk kucağını açmış vaziyette ve bizi bekliyor, samimi olarak bizi bekliyor.
Uzun süredir mücadele ediyoruz. Bu mücadele hak mücadelesidir. Bu mücadele, alın terine değer verme mücadelesidir. Hak, hukuk, adalet mücadelesidir. Bu mücadele ekmek mücadelesidir. Evine ekmek götüremeyen milyonların mücadelesidir.
‘İktidar yolunda dayanışma yemeği.’ Güzel. İktidar yolunda yürüyeceksek, dayanışma yemeğinden hemen sonra, yarın sabahtan itibaren; en başta Genel Başkan hepimiz çalışmak zorundayız. Çalışırsak, göreceksiniz sonuç alıyoruz. Kendi adıma söyleyeyim. Çalışıyor muyum? Eksiklerim olabilir, yanlışım olabilir. Ama şundan bütün yol arkadaşlarımın emin olmasını isterim. Yorulmak bana haramdır, yorulmayacağım, iktidara kadar. Bazen soruyorlar arkadaşlar, ‘Yoruldunuz mu?’ Bizde yorulmak yok, dedim. Halk bu vaziyetteyken, insanlar devasa sorunlarla karşı karşıyayken; bizim yoruldum deme hakkımız yoktur. Günün 24 saati ise 24 saat, 36 saat ise 36 saat çalışacağız.
Ama nasıl çalışacağız? Bu da önemli. Kendi kendimize konuşup, biz çalıştık dersek olmaz. Örgüt toplantısında da söyledim. Stratejinin önemini vurguladım. Çalışmayı bir strateji üzerine inşa etmek zorundayız. Şimdi, CHP’nin bilgi işlem merkezinde hiçbir partinin sahip olmadığı bütün bilgiler var. Ve örgütümüz o bilgilere rahatlıkla ulaşabiliyor. Hangi sandık çevresinde ne kadar oy aldık, hangi mahallede oyumuz düşük, hangi ilde oyumuz düşük, hangi ilçede oyumuz düşük, bunların hepsi belli. Demek ki çalışacağımız alanı belirlerken, bizim mahallede çalışmayacağız. Bizim apartmanda herkes bize oy veriyorsa, bizim apartmandakilerin kapısını çalıp, ‘seçimlerde bize oy verin demeyeceğiz.’ Oyumuzun düşük olduğu, bugüne kadar sağlıklı ve tutarlı ilişki kuramadığımız insanlarla muhatap olacağız.
Ben kanaat önderleri ile toplantı yapıyorum. Ama o toplantıyı bugüne kadar CHP’ye hiç oy vermemiş insanlarla oturup, konuşuyorum. Her türlü soruyu sormalarına olanak sağlıyorum. Ben de her türlü sorunuzu büyük bir samimiyetle cevaplandıracağım, diyorum. Samimi ilişki kurmak istiyoruz. Dürüstlük, erdem, ahlak, bilgi, birikim var. Bütün yol arkadaşlarımda bunların tamamı var. Ama eksik olan ne? Strateji. Eksik olan bu. ‘Buraya gidersek ne olur?’ Hiçbir şey olmaz. ‘Bunlar zaten bize oy vermiyorlar.’ Niçin vermiyorlar? Oy vermiyorlarsa sorun oy vermeyende değil, sorun oy istemeyende. Neden gitmiyoruz? Neden konuşmuyoruz? Bunun mücadelesini yapmamız lazım.
Afyon'a gidiyoruz seçim için. O gün bir gazetenin köşe yazısında, Afyon’da bir köyde CHP’ye hiç oy çıkmadığı yazılıydı. Gittik o köye. Bir eve girdik. Adam çalıştırdığı kamyon dolayısıyla olması gereken bir belgeyi alamamış, çok pahalı, kaçak çalışıyor. Derdini dinledik. Köy odasına gittik, köy odasında bütün eleştiriler geldi CHP’ye yönelik. İlk kez bir genel başkan gitmiş. İlk kez il başkanı orada. Hepsini sabırla dinledik ve cevap verdik. Seçimden sonra en çok merak ettiğim, o köyden bize iki oy çıktı. Büyük bir ihtimalle gittiğimiz evde, karı koca. Afyon'a daha sonra gittiğimde o köyden sekiz kişi geldi partiye üye oldu. Böyle çalışırsanız, vatandaş size niye oy vermesin. Hırsızlık yapmayacağız, adaletsizlik yapmayacağız. Herkesin hakkını hukukunu savunacağız. Bize oy veremeyenin hakkını hukukunu da savunacağız. Devlete eleman alırken, torpil yapmayacağımızı söylüyoruz. Gençlere her türlü imkanı sağlayacağımızı söylüyoruz. Alın terine değer verdiğimizi söylüyoruz. Herkesin inancına, herkesin yaşam tarzına saygı göstereceğimiz söylüyoruz. CHP’deki değişimi herkesin görmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Halkın partisi olma yolunda büyük adımlar attığını söylüyoruz. Bunları anlatmamız lazım. Ama birbirimize değil.
Gidiyorum, illere. 'Suriyeliler konusunda niye bunu söylemediniz.' Yani onları kendi ülkelerine, kendi özgür iradeleri ile göndereceğimizi neden söylemediniz. Oysa ben tam üç yıldır söylüyorum. Bana söyleyen partili, tam üç yıldır beni dinlememiş. Yeni bir şey keşfetmiş. Birisi onu söyledi diye ‘niye biz bunu söylemiyoruz?’ Başkasını dinliyor ama bazen dinlemesi gerektiği kişiyi dinlemiyor. Bu tür eksikliklerimiz var.
Vatandaş bizi bekliyor, iktidar bizi bekliyor. Ama iktidara hazırlıklı olmak zorundayız. Milletvekili arkadaşlarımı illere gönderiyorum. Bu kez illere gittiğinizde; ister kahveye, ister ticaret odasına, ister sivil toplum örgütlerine şunu söyleyin: ‘İktidara geliyoruz, bu ilin sorunlarını söyleyin, biz bunları saptayacağız.’ Önceliğimiz illerin sorunlarını çözmektir. Biz her şeyden önce var olan sorunları akılcı yöntemlerle saptamak ve sağlıklı, tutarlı çözümler üretmek zorundayız.
Hep şu eleştiri gelirdi. ‘CHP hep eleştirir. Sorunu nasıl çözeceğini anlatmaz.’ Şunu artık bütün dünya biliyor. Var olan bütün sorunları; en sağlıklı, en tutarlı şekilde saptayan parti CHP’dir ve her sorunu en sağlıklı, en tutarlı yöntemlerle çözecek olan parti de CHP’dir. Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok. Bütün sorunları çözme kapasitesi vardır CHP’de. Sorunu yaşayanı dinlersek, sorunu çözeriz. Çiftçinin, esnafın, sanayicinin, sanatçının derdiyle dertlenirsek bütün sorunları çözeriz. Niye çözmeyelim? Çözümlerimizi inançla ve kararlılıkla anlatmalıyız. Sorunları bilerek, önceden dersimizi çalışarak oraya gitmek zorundayız.
Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesini her partilinin ezberlemesi lazım. Okuması demiyorum, ezberlemesi lazım. Bir yüzyılı devirdik, ikinci yüzyıla giriyoruz. İkinci yüzyılda, birinci yüzyıldaki temel sorunları aynen yaşamaya başladık. Bunları çözmemiz lazım. Çözecek olan partinin adı, CHP’dir.
Eğer yargı, yargı olmaktan çıkmışsa, yasama organı bir kişinin iradesi ile el kaldırıp, indirir hale gelmişse; yürütme organı yasamayı ve yargıyı ipotek altına almışsa, rehin tutuyorsa; ciddi bir sorun vardır. Adalet yok demektir. Masum insanlar, aydınlar hapishanelerde ise yasaklar sürekli getiriliyorsa, il başkanlarına cezalar getiriliyor ise hepimizin düşünmesi lazım. Bu ülkeye özgürlüğü, demokrasiyi, helalleşmeyi, siyasette ahlakı; kimlik, inanç, yaşam tarzı farkı gözetmeksizin beraber yaşama anlayışını getireceğiz. O zaman CHP gerçek anlamda halkın partisi olacaktır. Görevimiz ağır. Ama önemli olan kolay işi başarmak değil, zor işi başarmaktır. Her birimizin omuzlarında ağır yük var. Kabul etseniz de etmeseniz de… Ben CHP’liyim diye çıktığınız andan itibaren, omuzlarınızdaki ağır yükü hissetmek zorundasınız. Sade vatandaş olarak geziyorsanız, bir şey demem. Ama CHP’liyim, böylesine köklü bir partinin üyesiyim diyorsanız, ciddi bir sorumluluğunuz var demektir.
Her birimiz o sorumluluk içinde hareket etmek zorundayız. Sorumluluğumuz, bireysel sorunlarımızı çözmek değildir. Toplumsal sorunları çözmektir. Her alanda sorun var. Ama her alanda da çözüm var. Umutsuz değiliz. Umutsuzluk söylemi bizim kitabımızda yoktur. Biz, umudu büyütmek ve yeşertmek zorundayız. Ve beraber, birlikte olmak, kucaklaşmak zorundayız. Kısır tartışmalar… Kesinlikle bundan vazgeçin. Buna asla izin vermeyin. Memleketin bu kadar sorunu varken kısır tartışma mı olur? Sorunları bilmek ve çözmek konusundaki güçlü iradeyi ortaya koyarsak, toplum her kesiminden destek görürüz. Toplum, kollarını açmış bekliyor. Ama biz aklımızla, mantığımızla o insanlarla kucaklaşmak zorundayız.
Sandık güvenliği. Seçime gideceğiz. Sandıkta görevli kişi, ‘dışarı çıkıp, sigara içeceğim.’ Hayır, o gün sigara içmeyecek. ‘Bana yemek gelmedi ben burayı terk ediyorum.’ Derhal partiden atılması lazım. Bir yemek yemedin diye sandık mı terk edilir? İl, ilçe başkanları görevlerini tam yapacak. Bundan 4-5 yıl önce bir seçim sonrası. Kaç arkadaşımız, sandık görevlisi olduğu halde, sandık başında olmamış ve imzası yok? 10 bini aşkın. Olabilir cenazesi olabilir, hastaneye yatmış olabilir. Sorunu olmayanların tamamını partiden attık. Onlar partili değil. Seçim sandığında görevli olan arkadaşların, nasıl bir görev üstlendiklerinin farkına varmaları lazım.
Sağlıklı işleyen bir demokrasinin ortamında seçime gitmiyoruz. Baskının olduğu, yargının teslim alındığı, TBMM’nin büyük ölçüde teslim alındığı bir ortamda biz seçime gidiyoruz. Biz bu seçim sürecinde çalışmak zorundayız. Bursa’yı, büyükşehiri en rahat alabileceğimiz yerde büyükşehir belediyesi ile il başkanı arasındaki çekişme yüzünden kaybettik orayı. Bütün Bursalılara karşı mahcubiyetimiz var. Parti, bir bürokratik yapı değildir. Hepimiz eşitiz. Ben de partinin üyesiyim. Siz de. Ama partinin kendi organları, belli kişiler görev verir. ‘Sen genel başkan olacaksın’, ‘Sen belediye başkanı olacaksın’ diye görev verir. Ama ben artık burada şu makamdayım, herkes benim altımda, yok öyle bir şey. Burası halkın partisi. Kim olursa olsun, hangi düzeyde olursa olsun, elimizi uzatacağız tokalaşacağız. Siyaseti böyle yaparsak kazanırız.
Hiçbir siyasetçinin halka tepeden bakma hakkı ve yetkisi yoktur. Tam tersine, sıradan bir vatandaştan, en entelektüel düzeyi olan bir kişiyle de aynı şekilde mütevazi ilişkiler kurarak ve onu dinleyerek, bütün eleştirilerini de sabırla dinleyerek; dinledikten sonra da kendi görüşlerini ona aktarmak. Bir yerde şu söylendi bana, ‘CHP’liler geliyor, daha biz ağzımızı açmadan, lafı ağzımıza tıkıyor.' Olmaz. Dinleyeceksiniz. Sen derdini dinlemiyorsam, her şeyi ben bilirim. Her şeyi ben bilirim diyen, aslında hiçbir şey bilmeyendir. Her şeyi ben bilirim diyen oturuyor zaten yukarıda. Devletin ne halde olduğunu görüyoruz. Her şeyi bilen, bildiğini sanan adam. İşi ehline vermek gibi bir kavram var. Kişiyi dinleyeceksiniz, bilmediğiniz bir şey vardır dinleyeceksiniz. Dersimizi çalışmak zorundayız. Bu çerçevede hareket edersek başarılı oluruz. Kimse kendini kimsesiz hissetmeyecek. Biz herkesi kucaklayacağız.
Deprem sonrası İzmir'e gittim. İlk toplantı yaptığım kişiler, binaları yıkılan apartman görevlileriydi. Bu insanlar nerede çalışacak. İlk işimiz onlara iş bulmak oldu. Hiçbiri CHP'li değil. Ayrım yapmadık. Ama bu insanların işe ihtiyacı var. Topluma dokunmak zorundayız. Toplum kucak açmış vaziyette. Çalıştığımız sürece toplumla kucaklaşacağız. Yine kimse unutmasın geliyor gelmekte olan.”