17 Aralık operasyonuyla ilgili dört eski bakan hakkında hazırlanan fezlekelerle ilgili olarak konuşan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Dört bakan nasıl rüşvet alındılar, kimler tarafından satın alındılar, rüşveti nasıl aldılar, bunların tamamını göreceğiz ve öğreneceğiz. Tabi bir şey daha bekliyoruz. Erdoğan ile ilgili de fezleke bekliyoruz. Paraları sıfırlama için talimat veriyor, arta kalan 30 milyon avroyla villa aldırıyor, bunları da bekliyoruz. Yürekli bir savcı, namuslu bir savcı, sorumluluk hisseden bir savcı, hukuk fakültesinin hakkını veren bir savcı arıyoruz” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında konuştu.
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının satır başları şöyle:
Hakkınızı arayın biz de sonuna kadar sizin arkanızda olacağız. Çocuk işçilik de var bizim ülkemizde. 14 yaşını bitirmiş 15’inden gün almamış ilköğretimi tamamlamış işçiye çocuk işçi diyoruz. Ölen 1239 işçiden 59’u çocuk işçi. Aslında onların okumaları gerekiyordu, ama hayat şartları çalışmasını zorunlu kılıyor demek ki. Bu çocukların topluma kazandırılması gerekiyor. Hangi işte hangi koşullarda çalıştırılıyor, hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Ahmet Yıldız 13 yaşında, bir kimya atölyesinde çalışıyor. İş kazasında hayatını kaybetti. Hastaneye trafik kazası geçirdi diye götürdüler. O zaman hep beraber düşünmemiz gerekiyor. 2013’te ölen 1235 işçinin 103’ü de kadındı. Onlar da hayatlarını kaybediyorlar. Hepimizin üzerinde düşünmemiz gereken sorular bunlar. Eminim biz üzerinde düşünüyoruz, asıl olan devletin düşünmesidir. Hangisinin sigortası var, sendikası var. Sözde sosyal devletiz. Devlet vatandaşına kucak açmak zorundadır.
Türkiye’nin gündemine taşeron işçiliği taşıyan parti CHP’dir. Çünkü biz alın terinden yanayız. Örgütlenmeden yanayız, herkesin hak ettiği ücreti almasından yanayız. Taşeron işçisi ise ömür boyu asgari ücrete mahkûm olan kişidir. İş güvencesi yoktur, hak arama yetkisi yoktur. Adı çağdaş köleliktir. Bunun üzerinde her zamankinden daha fazla duracağız. Şu anda resmi rakamlara göre taşeron işçi sayısı 660 bini aşmış durumda, sadece kamuda. Hayatını kaybedenlerin çoğu da taşeron işçileridir.
İster taşeron işçisi olsun, ister çocuk, kadın işçi olsun. İster toplu sözleşme hakkı olan işçi olsun. Herkes vergi veriyor. Demokrasilerin çıkış noktası ödediğimiz vergilerin hesabını sormaktan başlıyor. Geçen günlerde bir yönetmelik yayınlandı. 19 Nisan tarihli resmi gazetede. İhale yapıyorsunuz, mevzuatını değiştiriyorsunuz, adamınıza veriyorsunuz, yasaları değiştiriyorsunuz. Kuralları değiştirdikten sonra adamınıza ihaleyi veriyorsunuz. Ama karşılığında iki temel şey istiyorsunuz. Git benim oğlumun kurduğu vakfa para ödeyeceksiniz. Adı açıkça rüşvettir. İki yetmiyor tabi bu, başka şeyler de istiyorlar. Havuza para koyacaksın, kendi medyamı oluşturacağım diye. Bunlar bizim bildiğimiz kanıtladığımız olgular.
Şimdi yeni bir şey çıkardılar. Büyük ihaleler karşılığında devlet onların borçlarını üstlenecek. Neden? Mali disiplin kalmadı. Kriz öncesi bile böyle bir uygulama yoktu. Büyük ihale veriyorsun, kredi bulamıyorlar. O zaman araya AKP giriyor, bütün borçları ben üstleniyorum diyor. Kimin parasını kime veriyorsun? Yetimin hakkını garanti olarak gösteriyorsun. Bu konu cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Büyük rakamlar için verilecek bu.
Şimdi fezlekeler görüşülecek ama günü pazartesi günü olarak seçmişler. Neden? Pazartesi günü Meclis televizyonu yayın yapmıyor.
Kiminle borç üstlenildiğini resmi gazetede yayımlamayacaklar. Kime ne kadar garanti verildiğini kimse bilmeyecek. Yasasını çıkardılar, uygulamaya koydular. Bunun adı ihaleye fesat karıştırmaktır. Eğer benim bankalardan alacağım borca krediye hazine kefile olacak idiyse, baştan söylerlerdi ben de ihaleye girerdim. İhaleler bitmiş adamlarına vermişler şimdi kefil oluyorlar. Geldiğimiz nokta budur.
İhale yasasını tam 32 kez değiştirdiler. Mevzuatı yüzün üzerinde değiştirdiler. Nasıl yandaşlarımıza ihale veririz diye. Bir özel bankanın yaptığı çalışma var. Bu şekilde borç üstlenim anlaşmasının tutarı 53 milyar dolara ulaşabilir diyor.
Önümüzdeki hafta parlamentoya fezlekeler gelecek. Beş aydır sürüyor. Şimdi fezlekeler görüşülecek ama günü pazartesi günü olarak seçmişler. Neden? Pazartesi günü Meclis televizyonu yayın yapmıyor. Hani siz korkmuyordunuz?
Bir lakit yolsuzluğu vardı. Japonya’da suçlanmıştı. Bazıları rüşvet almıştı Türkiye’de dâhil. Her yerde aydınlandı, Türkiye’de aydınlanmadı. Japonya canlı olarak izletti. Ne diyordu bunun bir danışmanı? Biz Meclis televizyonunu kapattık siz altyazı geçiyorsunuz olur mu böyle şey diyordu. Ama biz görevi üstleneceğiz yine. Görüntüyse görüntü sesse ses. Bunların hesabını soracağız.
Hem hukukun üstünlüğü diyeceksin hem korkacaksın olmaz. Ben hukuk adamıyım diyecek, gereğini yaparım diyecek.
Dört bakan nasıl rüşvet alındılar, kimler tarafından satın alındılar, rüşveti nasıl aldılar, bunların tamamını göreceğiz ve öğreneceğiz. Tabi bir şey daha bekliyoruz. Erdoğan ile ilgili de fezleke bekliyoruz. Paraları sıfırlama için talimat veriyor, arta kalan 30 milyon avroyla villa aldırıyor, bunları da bekliyoruz. Yürekli bir savcı, namuslu bir savcı, sorumluluk hisseden bir savcı, hukuk fakültesinin hakkını veren bir savcı arıyoruz. Korkmayan bir savcı arıyoruz, cesur bir savcı arıyoruz. İktidarın baskısına rağmen o fezlekeler Meclis’e gelecek. Adana ve İzmir onların da fezlekeleri gelecek. Aydın olmak sıradan bir olay değildir, halkın önderidir onlar.
Hem hukukun üstünlüğü diyeceksin hem korkacaksın olmaz. Ben hukuk adamıyım diyecek, gereğini yaparım diyecek. Bu ülkede herkesin hakkını ben korurum diyecek. Unvanında cumhuriyet sözcüğü var, cumhuriyeti seviyorsan gereğini yapacaksın. Biz bunu bekliyoruz, cesur yiğit insanlar bekliyoruz. Ne diyordu İnönü. Namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır. İstedikleri kadar yasaklasınlar meclis televizyonunu. Biz bunu kamuoyuna taşıyacağız. Hukuk hepimizin üzerine titremesi gereken bir noktadır.
Tarihten örnek vereceğim. Bugün makamlarında oturan savcılara hâkimlere örnek olması açısından. 1958’li yıllar, Şubat 1958. Büyük baskılar var. Hukuk askıya alınmış, demokrasi askıya alınmış. CHP’nin mal varlığına el konuluyor. CHP Genel sekreteri cezaevine atılıyor. Bir yürekli kişi Hüseyin Nail Kubalı, demokrasi hukuk konusunda endişelerini dile getiriyor. Hukuk fakültesinde profesör olarak görev yapıyor. O zaman üniversitelerin özerkliği yok. Sen misin bahseden, okuldan alıyorlar, milli eğitimin kadrosuna çekiyorlar. Toplum tepkisi oluşuyor 40 gün sonra iade ediliyor. 10 Nisan 1958’de şunları söylüyor.
“Bugünkü siyasi içtihadı güçleri artırdığı kanaatine vardığım her yeni karar karşısında mevkiim unvanım ve vicdanımın bana emreylediği normal vazifeyi ifaya devam edeceğim tabiidir” diyor. Bunu söyledikten sonra İstanbul Üniversitesi bir ay süreyle derslere girmeme cezası veriyor. Bir ay sonra derslere başlıyor. Başladığı gün 13 Mayıs 1958’de şunları söylüyor.
“İnsanlık ve vatandaşlık faziletlerine sahip olmamız gerektiğini iyi biliniz. Ve unutmayınız ki milletimizin alın yazısını tayininde, siz aydınların hissesine düşecek şeref ve vebal çok büyük olacaktır” diyor.