CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Medya virüsüne izin vermeyeceğiz" açıklamasının ardından RTÜK tarafından belli televizyon kanallarına verilen cezaları hatırlatarak, "Şimdi CHP için aynı şeyi söylüyor. Önümüzdeki süreçte Erdoğan ve onun yapılandırdığı bütün kurumlar CHP'ye yönelik bir kampanya açacaklardır. CHP'yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında bunu söyleyerek" dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin dün muhalif isimlere yönelik getirdiği eleştirileri de değerlendiren CHP lideri, "Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti'nin tabanına oynuyor. Bunu bilmemek ve görmemek için kör olmak lazım. Bahçeli kendine göre böyle bir strateji izliyor" değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan'ın baroların seçim istemine ilişkin düzenleme getireceğine ilişkin açıklamalarına yönelik olarak da görüşlerini aktaran Kılıçdaroğlu, "Erdoğan'ın temel özelliği farklı düşüncelere tahammül edememesidir. Çünkü kendisini kibre kaptıranlar, her söylediklerinin doğru olduğuna inananlar, farklı görüşleri dinlemeye tahammül edemezler" sözlerini kaydetti.
Kılıçdaroğlu maske konusunda da sürekli karar değiştirilmesini strateji eksikliği olarak değerlendirdi. Kılıçdaroğlu, "Bu strateji eksikliğini zorunlu olarak ortaya koyan ise tek adam rejiminin Türkiye'de uygulanmasıdır. Hiç kimse bağımsız karar alamıyor. Hiç kimse düşüncelerini rahatlıkla ifade edemiyor" sözlerini kaydetti.
TIKLAYIN - Maske satışı yasağında geri adım; süreç nasıl ilerledi?TIKLAYIN - Maske detayları netleşmeye başladı: Üst limit 1 TL olacak; market ve eczanelerde satılacak
Sözcü'den Zeynep Gürcanlı'nın sorularını yanıtlayan CHP liderinin açıklamaları şöyle:
Bilim Kurulu eğer normalleşme için bir takvim belirlemişse, yani bu çerçevede hareket edin demişse, normalde siyaset kurumunun da ona uyması lazım. Bilim Kurulu'nun önerileri gözardı edilip, “Bilim Kurulu’nun görüşünü aldık ama bize göre normalleşme şöyle olmalıdır” diye bir yol haritası çizilmişse, bu yanlıştır.
Normalleşmeden sonra bana gelen ilk şey AVM'lerin açılması. Virüsün yayılması açısından son derece riskli bir ortam yaratır. Çünkü oradaki havalandırma sistemi kapalı bir alanda kalınması, virüsün daha da yaygınlaşabileceğine yönelik olup, riskli olabilir.
(YKS sınavının öne alınması) Bütün gençler tepkili. Aileler de tepkili. Kararı kim verdi? Sağlık Bakanı ve Turizm Bakanı. İkisi eğitimci mi? Hayır. Eğitimcilerin karar vermesi gereken bir alanda, Turizm Bakanı ile Sağlık Bakanı'nın farklı görüşler beyan etmeleri ve sonunda da Erdoğan'ın hakemliğine başvurmaları yanlış bir uygulama. Çocukları kobay olarak kullanmak kimin hakkı? Bu hak kime verildi? Yazık, günah. Sonuçta şu; İnsan mı, ekonomi mi? Bu kararda insan gözardı edildi, ekonomi öne çıktı.
(Maske dağıtımı konusu) Bu süreçte en temel eksiklik, devleti yönetenlerin bir stratejilerinin olmamasıdır. Böyle bir olay ortaya çıktıktan sonra ve Avrupa'ya yayıldıktan sonra Türkiye'nin oturup kendisine bir strateji çizmesi gerekirdi. Sağlık'ta var mıydı? Evet vardı, 2019'da hazırlanan bir rapor var. O da Dünya Sağlık Örgütü'nün önerisi üzerine. “Yapacaksınız” denmiş.
Oturmuşlar 229 sayfalık bir pandemi raporu hazırlamışlar. İkinci konu ciddi bir işsizlik ortaya çıkacak. Bu konuda bir strateji var mı? Yok. Üçüncü konu işsizlikle beraber yoksulluk çıkacak. İhtiyaç sahibi aileler kitleler halinde artacak. Bunla ilgili bir strateji var mı? Bunla ilgili de bir strateji yok. Dolayısıyla deneme sınama yöntemiyle sorun aşılmaya çalışılıyor sağlık dışında.
Bir strateji eksikliği var, bu strateji eksikliğini zorunlu olarak ortaya koyan ise tek adam rejiminin Türkiye'de uygulanmasıdır. Hiç kimse bağımsız karar alamıyor. Hiç kimse düşüncelerini rahatlıkla ifade edemiyor.
(CHP'ye yönelik suçlamalar) Ben Erdoğan'a cevap vermek istemiyorum. Çünkü cevap vermeye değmez. Nesine cevap vereceksiniz. Ama parti olarak biz Türkiye'de demokrasiyi savunan en büyük partiyiz. AK Parti'nin ve kurmaylarının, kurmay yok zaten, bir kişi var burada, demokrasiyi katlettiklerini hepimiz görüyoruz, hepimiz biliyoruz. Parlamentonun bir bağımsız iradesi var mı? Yok. Yargı organı siyasi otoritenin vesayeti altında mı? Evet Yasama organı siyasi vesayet altında mı?
Evet medyanın büyük bir kısmı yine siyasi otoritenin talimatıyla, şöyle ya da böyle, terbiye edilmeye çalışılıyor mu? Basın İlan Kurum ve RTÜK aracılığıyla, yargı aracılığıyla medya dizayn edilmeye çalışılıyor mu Saray'ın beklentileri karşısında? Evet. O zaman hangi demokrasiden söz ediyoruz? Parlamentoda 23 Nisan'da yaptığım konuşma, önümüzdeki süreç içinde Türkiye'de gerçekten bir demokrasinin olması için 16 maddelik bir başlık saydım zaten.
Sadece 10 dakika içinde. Bana desinler ki, bu 16 maddenin mesela 5. maddesi demokrasiye aykırıdır, 1. maddesi demokrasiye aykırıdır. Hayır diyemezler bunu. Yine ben orada Türkiye'nin hukuk sistemini bozan temel olgunun geçmişteki darbeler ve 20 Temmuz darbesinin olduğunu, bu darbelerden, bu darbe hukukundan Türkiye arınmadıkça da demokrasiye geçilemeyeceğini de söyledim zaten.
Üstelik bunu AK Partili milletvekillerinin de yüzünü bakarak söyledim. Demokrasi yok Türkiye'de. Ben söylemiyorum ki bunu tek başıma. Aklı başında herkes Türkiye'de baskı rejiminin olduğunu, Saray rejimi tarafından Türkiye'nin yeniden dizayn edilmek istendiğini biliyor zaten. Yeni bir şey söylemiyorum aslında.
("Darbe tehdidi var" iddiaları) 20 Temmuz sonrası giderek artan baskı ve demokrasinin rafa kalkmasının doğurduğu bir tablo var. Bu tabloyu demokrasi olarak satmak istiyorlar. Biz de bunun demokrasi olmadığını, tam tersine, baskıcı bir yönetim olduğunu, bir dikta yönetimi olduğunu, tek adam yönetimi olduğunu ısrarla söylüyoruz. Bu Erdoğan'ı müthiş rahatsız ediyor. Çünkü bizim söylemlerimizi elini vicdanına götürüp AK Partililer de dinliyorlar. Bu kadar da olmaz diyorlar. Gazetecilerin bu kadar hapiste olduğu bir ülkede siz demokrasiden mi söz edeceksiniz.
12 Eylül döneminde kaç kişiydi Türkiye'yi yöneten? 5 kişiydi değil mi? Evren ve diğer 4 kişi. Şimdi kaç kişi var? Bir kişi. O dönem de parlamento açıktı. Danışma Meclisi vardı. Hiç değilse o dönem 12 Eylül'e karşı olanlar arada bir konuşuyorlardı. Kamer Genç gibi. Şimdi Allah aşkına bana söyleyin, bir tane AK Partili çıkıp konuşur mu? Bir kişi vardı konuşan, o da partiden istifa etmek zorunda kaldı. Otoriter rejimi demokrasi kılıfı altında topluma satmaya çalışıyorlar.
(Erken seçim olur mu?) Hayır. Bizim gördüğümüz tabloyu Erdoğan'ın görmemesi mümkün değil. Nasıl kaybettiğini, sözlerinin ağırlığının toplum nezdinde olmadığını o da görüyor aslında. Tabandaki erimeyi o da görüyor. Bu erimenin önüne geçmesi lazım. Bunun için de bir sanal düşman yaratılması lazım. Düşman olarak da CHP'yi görüyor. CHP olarak biz demokrasi aleyhine ne söyledik? Hiçbir şey.
Kaldı ki bütün darbelerden en çok zararı çeken parti CHP'dir. CHP'nin Genel Başkanları hapse atıldı darbelerde. CHP'nin mal varlıklarına el konuldu. 15 Temmuz darbe girişimi olduğu zaman, ben uçaktan iner inmez, ilk arkadaşlarla konuştuğumda, Genel Merkez'de toplantı halinde idiler, “hepiniz Meclis'e gideceksiniz” dedim. İlk gidenler de CHP'li milletvekilleri.
Erdoğan yaygın medya kanalıyla, kendisinin demokrat olduğunu, demokrasiyi savunduğunu, CHP'nin demokrasiye karşı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama sıradan vatandaş bunların hiçbirisine itibar etmiyor. O da görüyor, bunların hiçbirisinin doğru olmadığını.
(Erdoğan'ın ‘tasfiye' kelimesini kullanması) Önümüzdeki süreçte Erdoğan ve onun yapılandırdığı bütün kurumlar CHP'ye yönelik bir kampanya açacaklardır. Bundan hiçbir endişem yok. Oda TV ile ilgili olarak ilk uçakta konuştu, “hesabını verecekler” dedi. Oda TV'nin kendisi kapatıldı, yazarları içeride. Gazeteler için de ne söyledi? “Medya virüsüne izin vermeyeceğiz” dedi. Bu açıklamadan sonra ilk yapılanlar RTÜK tarafından belli televizyon kanallarına verilen cezaların maddeleri değişti. İlerde kapatılmalarına yol açmak için. Şimdi CHP için aynı şeyi söylüyor. CHP'yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında. Bunu söyleyerek.
Siz, kalkacaksınız, muhalefet partisini, üstelik hep doğruları söylemesini içinize sindiremediğiniz için, “onu tasfiye edeceğim” diyeceksiniz. Dün bizim Faik Bey'in dediği gibi, “ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın.” CHP'yi tanımıyor.
(MHP Lideri Bahçeli'nin CHP'ye eleştirileri) Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti'nin tabanına oynuyor. Bunu bilmemek ve görmemek için kör olmak lazım. Bahçeli kendine göre böyle bir strateji izliyor.
(Barolar ve diğer meslek örgütlerinin seçim sisteminin değişmesi adımları) Erdoğan'ın temel özelliği farklı düşüncelere tahammül edememesidir. Çünkü kendisini kibre kaptıranlar, her söylediklerinin doğru olduğuna inananlar, farklı görüşleri dinlemeye tahammül edemezler. Erdoğan'ın geldiği nokta bu. Dolayısıyla farklı görüşler geldiği zaman o farklı görüşlerin doğrudan doğruya kendisini hedef aldığını düşünüyor.
Oysa farklı görüşler dünyanın bütün demokrasilerinde bir zenginlik olarak görülür. Kabul edersiniz veya etmezsiniz, düşünce, düşünceyi ifade özgürlüğü var ama siz düşüncelerinizi dahi ifade edemiyorsunuz. Ederseniz suçlanıyorsunuz. (Gülerek) Bizim belediyeleri terörist ilan edilmesi
(Doların 7 TL'yi aşması ve ekonomik durum) Bir ülkeyi 18 yıl yöneteceksiniz, 18 yılın sonunda bu ülkenin ekonomisi ile ilgili kararları, Londra'daki bir avuç tefeci verecek. Cumhuriyet tarihinin en yüksek ve en fazla faiz ödeyen siyasal iktidarıdır. Faize karşı olduğunu söyleyip en yüksek faizi ödeyenlerdir. Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik ordusunu ortaya çıkaranlardır.
Sadece bizi de değil, torunlarımızı da en yüksek borç batağı ile karşı karşıya bırakan siyasal iktidar. Bunların yatacak yeri yok. Samimiyetle söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman böyle bir pozisyonla karşı karşıya kalmamıştı. Eğer Trump'ın bir telefonu ile papazı serbest bırakıyorsa bunun arkasında ekonomi yatıyor başka bir şey değil.
S-400'leri aktive etmeyecekler. Bunu ekonomiye dayanarak söylüyorum. Nisan ayında aktive edileceği söylendi. En yetkili kişi kimdi? Erdoğan! Erdoğan aktive edin dedi de birisi çıkıp “yapmayacağım” diyebilir mi? Diyemez. Neden erteliyorlar? Dünyanın en pahalı ve en modern hurdalığına sahip olacağız. 2.5 milyar dolar. *
(Diyanet İşleri Başkanı'nın çok tartışılan konuşması) Ben bu konulara özellikle girmedim. Çünkü biz parti olarak iki konuda çok hassasız. Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalar konusunda bir açıklama yapmamaya özen gösteriyoruz. Her kurumun kendi sorumluluğunu bilmesi lazım. Bu iki kurumun da sıcak siyasetin içinde olmaması lazım.
İki kurumun alanları farklıdır birisi savunmaya dönüktür, diğeri de bizim iç dünyamıza, manevi dünyamızın zenginliğidir aslında. O dünyayı sevgiyle hoşgörüyle kardeşlikle birlikte yaşamayla süslemesi lazım, o tür bir anlatıma ihtiyacımız var. O çerçevede bir söylem her zaman kabulümüzdür. (eski Diyanet İşleri Başkanları) Sayın Mehmet Görmez’in ve sayın Ali Bardakoğlu’nun bu konuda açıklamları var son derece makul ve doğru açıklamalar.
TIKLAYIN - Eski Diyanet Başkanı Mehmet Görmez de LGBTİ+'ları hedef gösteren 'cuma hutbesi' tartışmasına katıldı
(CHP'li belediyelere paralel devlet suçlaması) Belediyeler zaten devletin bir parçası. Anayasaya, yasalara bakın. Bir merkezi yönetim, bir yerel yönetim var. Bu kadar açık. Devleti yöneten kişi her şey benden sorulur diyor. Şahsımdan sorulur diyor. Çünkü onun şahsı Türkiye Cumhuriyeti devleti üstünde bir yerde duruyor kendisine göre. Farklı bir yerde konumlandırıyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde bir yerde konumlanmış şahsı, öyle görüyor. Dolayısıyla anayasada yerel yönetimler, merkezi yönetim, anayasada yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, anayasada yürütme organı, bunların birbirini denetlemesi, düşünceyi ifade özgürlüğü. Bunlar yazılı olan ama Erdoğan tarafından asla kabul edilmeyen ve bugün tamamen askıya alınmış düzenlemeler.
İşte Kılıçdaroğlu'nun salgın sonrası dünya ve Türkiye öngörüsü:Bana göre daha güçlü bir sosyal devlet anlayışının, kaçınılmaz olarak ön plana çıkacağını yaşanan olaylar bize gösterdi. Örneğin (ABD Başkanı) Trump’ın, her aileye 2 bin dolar, yoksullara şu kadar yardım, iş dünyasına üstelik karşılıksız yardım yapması, bir anlamda sosyal devletin Trump tarafından bile kabul edildiğini gösteriyor. Eğer sosyal devleti biz kurumsallaştırabilirsek, bu aile yardımları sigortası dahil olmak üzere 9 sigorta dalını hayata geçirebilirsek, kişinin doğumundan ölümüne kadar bütün bir süreci sosyal güvence altına almış olacağız. Bu süreçte en kritik nokta kayıt dışı çalışma. Onun da bilinen ilacı sendikalaşma. O noktayı eğer sosyal devleti öneriyorsak, bu örgütlenmeyi de kabul etmek zorundayız. İş dünyası da bu örgütlenmeyi kabul etmek zorunda. O zaman bir toplumda yaşayan herkesin gelecek güvencesini hem anayasal hem yasal güvence altına almış olacağız. Bu süreçte üzerinde durulması gereken temel noktalardan birisi de gelişmiş ülkelerin sorumluluğudur. Almanya gibi, Amerika gibi Fransa italya güney Kore gibi gelişmiş ülkelerin sorumluluğu . Gelişmiş ülkeler sosyal devlet anlayşını ve kalkınmışlığı dünya genelinde eğer teşvik etmezlerse, kendileri de asla rahat edemeyeceklerdir, bunu da bize göçmenler gösterdi. Hiçbir göçmen, az gelişmiş ülkeye gitmek istemiyor. Demokrasisi gelişmiş, kişi başına geliri yüksek ülkelere gitmek istiyor. Eğer siz göçmenlerden rahatsızsanız ya da farklı kültürlerden rahatsızsanız, o zaman o kültürün yaşadığı bölgeyi kalkındırmak zorundasınız. O sorumluluk içinde de o ülkelerin hareket etmesi lazım. O nedenle de biz dünyanın bütün demokratlarına çağrı yaptık, demokrasiyi geliştirin, sosyal demokrasiyi geliştirin, dolayısıyla dikta yönetimlerine ya da otoriter yönetimlere karşı hep birlikte durmak zorundayız dedik. |