T24 - Partide yaşanan krizin ardından yeni yönetim ile Anıtkabir'i ziyaret eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ziyaretin hemen ardından TBMM'ye geldi. Kılıçdaroğlu partisinin grup konuşması yapmak üzere kürsüye çıktığında, kadın bir partili kendisine başörtüsü verdi. Kılıçdaroğlu, boynuna attığı başörtüsüyle konuşmasını tamamladı. Kılıçdaroğlu, hükümetin ekonomi politikalarını eleştirerek, "Geçmişte nöbetleşe yoksulluk vardı, şimdi ise devredilmiyor, onun yerini müebbet yoksulluk aldı" dedi.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satır başları:
CHP’nin grubu şov grubu değildir. Herkes haddini bilecek. Varsa bir sorununuz geleceksiniz, kapımız sonuna kadar açık.
"CHP devrimcilerin adresidir"
Geçen hafta çok yoğun bir gündemimiz vardı. CHP’de değişim yaşadık ve bir daha tarihe gösterdik ki CHP değişimin adresidir. Dönüşümün adresidir ve CHP devrimcilerin adresidir. Tek amacımız Türkiye’nin üzerindeki kara bulutları dağıtmak. Partimiz dünyanın sayılı partilerinden birisidir.
Bir toplumu yaratan, devrimleri gerçekleştiren bir partidir. Bunları yapanlar, bu partimizin içinde yıllarını vermiş değerli parti büyüklerimizin bazıları yaşamlarını yitirdi, bazılarıyla birlikteyiz. Bu partiye emeği geçen genel başkandan üyesine kadar herkese şükran borçluyuz. Borçlu olmaya devam edeceğiz.
"CHP dik duran bir partidir"
Birilerinin hevesinin kursağında kaldığını çok iyi biliyorum. CHP’nin kültürü vardır. Tarihsel derinliklerinden alıyor bu kültür. Uygarlıktan sanattan alıyor. Edebiyattan alıyor. CHP onurlu bir partidir. Dik duran bir partidir. Topluma halkına saygılı olan bir partidir. Onun için birilerinin hevesi kursağında kaldı. Ama biz kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.
Atatürk'ün sözleriyle seslendi
Bugün 81 il başkanımızla, ilk genel başkanımıza Mustafa Kemal’e gittik. Ona sevgimizi anlattık ve Mustafa Kemal’in 1923’te söylediği bir sözü burada paylaşmak istiyorum. O sözler 2010’nun Türkiye’sinde de geçerli.
“Milletin karşısında namuslu olmak, namuslu hareket etmek lazımdır. Milleti aldatmayacağız. Millete daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz. Gerçek zannederiz. Fakat millet onu düzeltsin! Kendimizi kimsenin üstünde görmeye de hakkımız yoktur.” Bu bizim içinde geçerli.
Geçen hafta halkçı Ecevit’i andık. CHP Genel merkezinde andık. Halkın lideri olan Bülent Ecevit artık gönüllerimizde yaşıyor. Ama onun ilkelerini beraber götüreceğiz.
Bir üniversitenin çatısı altında, yine önemli bir sosyal demokrat lider olan Erdal İnönü’yü andık. Her iki lider bugün aramızda yoklar. Ama her iki lider demokrasinin de çağdaşlığında Türk siyasi tarihinde önemli bir yer
“30 yıl geçti şimdi hayran kalıyoruz"
Bir şeyin altını özellikle çizmek isterim. Liderler sorunları önceden görüp, önlem alan kişilerdir. Sorunların büyümesine halka yansımasına izin vermeyen kişilerdir. Bunlardan birisi de Erdal İnönü’dür. Doğu ve Güneydoğu’yla ilgili ilk raporu hazırlandır. Onun söyledikleri, o dönemin CHP’lilerin ön görüleri gerçekleşebilseydi, bugün farklı bir Türkiye’yle baş başa olacaktık. Aradan 30 yıl geçti, bugün Erdal Bey’in önerilerine hayran kalıyoruz. İşte lider budur.
Türk-İş ziyareti
Dün TÜRK-İŞ’i ziyaret ettik. Kayıt dışı istihdamdan, işsizlikten, yoksulluktan, taşeron sisteminden söz edildi. Askeri darbenin getirdiği yasaların, sendikal hareketlerin kısıtlanmasından söz edildi.
Sizin konuştuklarınızın altına, ben de CHP genel başkanı olarak imzamı atıyorum dedim. Daha cesur olmalıyız dedim. Buradan bütün işçi kardeşlerime sesleniyorum. Ellerini vicdanlarına koysunlar.
Toplu sözleşme ve grev hakkını bu ülkeye kim getirdi? CHP. Örgütlü toplumun oluşmasına ilk kararı kim verdi? CHP. Taşeron işçiliğe son vereceğini kim söylüyor? CHP. Kayıt dışı çalışmaya kim karşı çıkıyor? CHP. 12 Eylül askeri darbesinin, işçi ve sendika hareketini kısıtlayan yasalarını biz kaldıracağız diye kim söylüyor? CHP. O zaman bütün işçi kardeşlerimin düşünmesi lazım. Eğer sizler gelecekte daha örgütlü bir toplum istiyorsanız, tek yeriniz vardır, o çatının adresi CHP’dir.
Hak verilmez alınır. Onlar hak istesinler, meydanlarda istesinler. Biz parlamentoda o hakları vermeye hazırız. Yine onların bir sloganı var. Susma sustukça sıra sana gelecek. Biz onlara sıra gelmesini istemiyoruz. Daha çağdaş bir toplum istiyorum.
“Türkiye yol ayrımında"
Türkiye bir yol ayrımındadır. Demokrasiyi, hakları geliştiren bir Türkiye istiyoruz biz. Birileri zengin olurken, birileri yoksul olsun istemiyoruz. İşçileri de yanımızda görmek istiyoruz.
Bir bayram öncesindeyiz. Ama bir tabloyu da sizlere anlatmaktan kendimi alamıyorum. Bu da kayıt dışı çalışma. Düşünün, emek harcıyorsunuz, üretiyorsunuz ama sigortalı değilsiniz. Kayıtlı değilsiniz. Sigorta kütüğünde ölü, yok görünüyorsunuz. Belki aklınıza şu gelebilir. Üç gün beş gün sigorta olmasa da olur diyebilirsiniz. Sigortalı çalışanlar, yaşları 50’ye 60’a vurduğunda, geriye baktıklarında emekli olamadıklarını görecekler.
“İktidar kayıtdışıyla mücadele etmiyor"Ama bir şey söylüyorum. İktidar kayıt dışıyla mücadele ediyor mu? Hayır. Adeta özendiriyor. Bunun altında başka bir düşünce var. Geniş halk kitlelerini yoksulluğa teslim etmek. Bülent Ecevit şunu söylüyor: “Ekonomik özgürlüğü olmayanın, siyasal özgürlüğü de olmaz.”
Onun için AKP’nin gizli gündemini bütün herkesin bilmesi lazım. Sigortasız, gelecek güvencesiz bir toplum yaratacaksınız ve onların elindeki siyasal özgürlükleri ellerinden alacaksınız. Türkiye’de demokrasinin önündeki en ciddi problemdir bu.
Müebbet yoksulluk
Dünkü Akşam Gazetesi’nde bir üniversite hocasıyla yapılan bir röportaj vardı. Hocamız şunu söylüyor. Geçmişte nöbetleşe yoksulluk vardı, şimdi ise devredilmiyor, onun yerini müebbet yoksulluk aldı. Soru şu, bu toplumda yoksulluğu müebbede dönüştüren iktidar kim? Eğer bunu keşfedebilirse yoksulumuz, kayıt dışı çalışan Türkiye’ye demokrasi gelir.
Yoksul sayısı arttığı için övünen tek siyasi parti Türkiye’de var.
Mehmet Soysal bir mektup yazmış. Çığlığıma kulak vereceğiniz umuduyla sözlerime başlamak istiyoru diyor. AKP hükümetinin çiftçilere uyguladığı yanlış politika nedeniyle her şeyimi kaybettim. Bununla beraber Ziraat Bankası hesabıma da bloke konuldu. Uzun uzun anlatıyor. Ne yazık ki işsizlik ve yoksulluk, içine düştüğüm durum yavaş yavaş umudumu kurmaya başladı. Ona şunu söylemek istiyorum. Umudunu kırmasın. Biz varız ve umutla iktidara geleceğiz.
Bir başka örneği Şanlıurfa’dan vermek isterim. Çöp toplayan 13 yaşındaki çocuk, buldozerin altında kalıyor. Ailenin dramını herhalde gördünüz. Şimdi bu tabloyu görünce insanın içi gerçekten acıyor. Aileyi aradım, arkadaşları görevlendirdim. Sekiz kardeş, beşi öğrenci, biri asker ve bir çocuk çöpten kağıt toplarken hayatını kaybediyor. O çocuğun okulda olması lazımdı. Hükümet sessiz kalsa da biz sessiz kalmadık. Aileyle görüştük. Bir belediye başkanımızdan rica ettik, hemen ilgilendiler. Ailenin temel ihtiyaçları karşılanacak, beş çocuğa burs sağlanacak.
Taşeron işçisine sahip çıktık. Yoksul ailelere de sahip çıkacağız. Geçen gün sayın başbakan yine konuşmasında, CHP’ye çatıyor. Edepten söz ediyor, terbiyeden söz ediyor. Bu güzel bir şey. Saygı duyuyoruz. Edep ve terbiye sınırları içinde siyaset kalırsa onur duyarız.
Başbakan şunu söylüyor. Milletin derdini bir kenara bırakıp, kendi dertlerine düştüler diye. Dedim ya birilerinin kursağında kaldılar diye. Biz kendimize değil, halkın dertleriyle ilgileniyoruz. Sen koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ısın. İlgilendin mi? Hayır. Biz ilgilendik. Eğitim bursu sağladık. Ben mi halkın derdiyle ilgileniyorum, yoksa o mu ilgileniyor. Biz halkın her derdine ilgi duyan bir siyasi partiyiz.
Başbakan artık bir şeyi itiraf ediyor. Biz eskiden millet dertli derken, başbakan itiraz ediyordu. Şimdi kabul ediyor ve itiraf ediyor derdi var diye. Bizim derdimiz ne? Türkiye’de işsizlik yoksulluk var çözülmesi lazım. Üretenin sanayicinin çiftçinin ödüllendirilmesi lazım, cezalandırılması değil. Ama birilerinin derdi çok daha farklı.
Geçen günlerde Yargıtay’dan ilginç bir karar çıktı. Yargıç vicdanına göre karar verecek. O vicdan aynı zamanda toplumun vicdanıdır. Toplum kabul ederse o kararı bilinki o adil bir karardır. Bunu şunun için anlatıyorum. 13 Nisan 2009’da Haberal’ı içeri alıyorsunuz. Aradan süre geçiyor, deliller toplanıyor. Hayati tehlike olduğuna dair raporlar alınıyor. Sorgulaması yapılıyor. Hukuksal işlemler yapılıyor. Diyor ki avukatları, tutukluluğuna son verilmesi lazım. Ama mahkeme başkanı, serbest bırakılması lazım diyor. Ama diğer iki yargıç hayır içerde kalması lazım diyor. Ve tazminat davası açıyor Haberal ve kazanıyor.