CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Koalisyon görüşmeleri sırasında, AKP'li bir bakan bizim arkadaşlara ‘Biz 280 vekil de çıkarsak, artık Türkiye'yi yönetemeyiz.' diyor. Şu anda AKP Türkiye'yi zaten yönetemiyor, meşruiyeti ancak bizim üzerimizden yakalayabilir.”
CHP lideri Kılıçdaroğlu, 1 Kasım seçimi öncesinde ‘Liderlerle Seçim Turu' kapsamında Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal ve yazar Ali Bulaç'ı CHP Genel Merkezi'nde ağırladı. Anamuhalefet lideri, Ankara'daki terör katliamından hükümetin ihmallerine, 1 Kasım'da çıkacak tablodan hükümet senaryolarına, medyaya sansürden hükümetin kanunsuz talimatlarını uygulayan bürokratlara kadar gündemdeki konularla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları özetle şöyle:
"Emniyet Genel Müdürlüğü, tüm IŞİD hücrelerini üç aşağı beş yukarı biliyor. Telefonları dinliyor, tapeler yayınlandı. ‘Neredeler' hepsi biliniyor. Fakat Emniyet'in operasyon yapmasına, bunları yakalamasına izin verilmiyor. İzin vermeyen siyasi otorite. IŞİD'i terör örgütü olarak görmüyor ki!.. Davutoğlu, bizzat kendisi söyledi, ‘yaramaz çocuklar' diye. IŞİD'i terör örgütü olarak gören iki kararname var. İkisi de, BM terör örgütü olarak gördüğü için bunların mal varlığına el konulmasını istiyor tüm ülkelerde. Bizden de Maliye Bakanlığı kararname yayınlıyor, altında ‘Uygulama yetkisi Maliye Bakanlığı'na aittir.' diyor. Oysa İçişleri Bakanlığı'nın da bunu terör örgütü olarak görmesi lazım. Davutoğlu ‘bunlar çok gizli' diye anlattı. Dedim, ‘Gizli diyorsun ama bunların tamamı bizim raporlarımızda var' Bizim vekiller gitti, üstelik bizim istihbarat örgütümüz de yok. Ama gidin Adıyaman'da kime sorarsanız sorun, size IŞİD'in yerini gösterir, kimler olduğunu söylerler. Anneler babalar ‘çocuklarımızı kurtarın' diyor zaten. Davutoğlu ‘Bomba patlamadan bir şey yapamayız' diyor canlı bombalarla ilgili. Onları terör örgütü üyesi olarak görmediğini kabul ettiğini söylüyor, itiraf bu zaten.
Sorumlu olanın evi ne zamandan beri taziye evi oluyor? Yani terörü bitirmekten sorumlu olan birinin evi nasıl taziye evi olur? Senin görevin terörü sonlandırmak, terörü bitirmek, terörü engellemek. ‘Ben taziye eviyim' diyor! İyi de o zaman bu ölen çocukların ailelerinin evi ne oluyor? Sayın Abdullah Gül beni aradı, diğerlerini de aramış. Bunların üyeleri hayatlarını kaybetmişler. Son derece insani bir durum. Sayın Gül'ün bu davranışı aslında toplumda bir uzlaşma kültürünün oluşmasına en büyük katkıyı yapıyor. Böyle bir adım atmış. Şimdi eleştiriyorsunuz! Ya sen bu işin sorumlususun kardeşim, baş aktörüsün.
Bakana bağlı müfettişler mibakanı soruşturacak?
İçişleri Bakanı sorumlu, ‘Bunların ayrılması lazım, ayrılmıyorsa bunları azledin.' dedim. ‘3 bakanın basın toplantısını izlediniz mi?' dedim, ‘İzlemedim.' dedi. ‘Önce onu bir izleyin.' dedim. Adalet Bakanı, 95 kişi hayatını kaybetmiş, gülüyor. Çok vahim bir durum. İçişleri Bakanı ‘Hiçbir güvenlik zafiyeti yoktur.' diyor. Güvenlik zafiyeti yoksa bu 95 kişi niye öldü, nasıl öldü? Elini kolunu sallayarak oraya nasıl geldiler? ‘Talimat verdim, olayı inceleyecek müfettişler.' dedi. Bakana bağlı müfettişler bakanı mı soruşturacak?
Açık ve net söylüyorum; CHP iktidarı için hiçbir vatandaşımız en ufak bir tereddütte olmasın. Ne kimsenin başını açtırmak, ne imam hatip okullarını kapatmak asla olmayacak. Herkes kendi inancını özgürce yaşayabilecek. Eğer bir yerde bir kısıtlama yaşanırsa, o kısıtlamanın sorumlusu ben olacağım ve gideceğim onunla mutlaka ilgileneceğim. Said Nursi'nin kitapları yıllardır yayınlanırdı ve biz karşı çıkardık. Bunlar yasakladılar ve biz Anayasa Mahkemesi'ne gittik ‘Düşünce özgürlüğünü yasaklayamazsınız.' diye. Birbirimizin kimliğine, inanç dünyasına müdahale etmezsek, onu ötekileştirmek için bir unsur olarak kullanmazsak, daha barışık bir toplum yaratmış oluruz. Gerginlikler büyük ölçüde bitmiş olur. Sorun da kendiliğinden çözülmüş olacak.
Manevi değerler, kutsallar bu dönemde çok dejenere oldu. Tipik örnek vereyim; milli maç Konya'da oynandı. 102 vatandaşımız terör yüzünden hayatını kaybetmiş, tamamı Müslüman. Müslüman olmayan futbolcular da saygı duruşunda bulunuyor. Fakat stattan bazıları bu saygı duruşunu protesto ediyorlar! Nerede? Mevlânâ'nın kentinde, hoşgörünün kentinde. Burada bir sorunumuz var demektir. O çocukları bu hale kim getirdi? Hangi siyaset anlayışı o çocukları bu noktaya getirdi? Canlı bombanın adı Yunus Emre... Şimdi bu çocuğu bu noktaya getiren iklime bakmak lazım. Annesi babası polise gidip ‘Çocuğum elden gidiyor, bunu yakalayın' diyor. Hiç kimse bir şey yapmıyor.
CHP iktidarında Suriye'ye silah gönderilmesine izin vermeyiz. Sınırlarımızı kapatırız ve radikal grupların gidip gelmesine izin vermeyiz. Sorunun çözümü için Rusya ve ABD'nin rolü çok önemli. Bu iki ülke uzlaşabilirse, biz de sorunun çözümüne katkı verebiliriz. Avrupa'da bana mülteci sorununun nasıl çözüleceğini sordular. ‘İki ayağı var.' dedim; birincisi, Suriye'de iç çatışmayı sonlandırmamız lazım. Bu konuda tüm devletler ortak çaba harcamalı. Esed'li veya Esed'siz. Bu çatışmanın bitmesi lazım. İkinci aşama, Suriye'nin yeniden onarılması lazım ve Avrupalıların elini cebine atması lazım. Binalarını yapacaksınız, sosyal donatı alanını yapacaksınız ve Suriyelilere ‘Kendi ülkenize gidin.' diyeceksiniz. Büyük kısmını kendi ülkelerine gönderebiliriz. Merkel'in şu anda yaptığı, Avrupa'ya mülteci gitmesin diye, mülteciler Türkiye'de kalsın diye yaptığı özel bir çalışma. Asla doğru bulmuyoruz. Türkiye, bir toplama kampı ülkesi değildir.
‘Liderlerle Seçim Turu' kapsamında Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal, yazarlarımızdan Ali Bulaç ile muhabirler Büşra Erdal ve Habib Güler'i CHP Genel Merkezi'nde ağırlayan Kemal Kılıçdaroğlu, gündemdeki konuları değerlendirdi.
Yargı bağımsızlığını sağlamadan, yargı tarafsızlığını sağlamadan yargıdaki sorunlar çözülmez. Savcıların iktidarın değil, cumhuriyetin savcısı olması lazım. AKP iktidarının savcısı olmamaları gerekir. Bu ülkede, AB'de hangi kurallar geçerliyse aynı kuralların geçerli olması gerekir. Maalesef şu anda yargı baskı altında, savcılar sadece iktidarın isteklerini yerine getiriyorlar, onların taleplerini yerine getiriyorlar. Bu çok tehlikeli bir şey. Sulh cezaların mutlaka kalkması lazım. DGM'lerden bıktık zaten. Adını değiştiriyorlar; sulh cezalar.
“Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü ve tüm kamu görevlileri yasalara uymak zorundalar. Siyasi otorite kendilerine yasa dışı talimat verse dahi, o talimatın yasa dışı olduğunu bir yazıyla onlara bildirmek zorundalar. Devlet Memurları Kanunu bunu öngörüyor. Uzun yıllar kamuda çalıştım. Maalesef yasalar uygulanmadığı için ülkede valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri de yasa dışı talimatları hükümetin talimatları olarak aynen uyguluyor. Bu, onlar için gelecekte önlerine birer dosyanın konmasına yol açar. Kesinlikle hesabı sorulur bunların.”
Medyaya baskı çok ileri düzeylere taşındı. Muhalif kanalların uydudan düşürülmesi bile gündeme geldi. RTÜK, bu konuda Digiturk'e bir yazı gönderdi. Normalde bu yazının gereğinin yapılması lazım ama yapılmıyor. RTÜK, yasal yetkisi varsa ‘Dijital platformdan arkadaş ben seni çıkarıyorum ya da ruhsatını iptal ediyorum' demeli. RTÜK'teki arkadaşlarımı arayıp konuşacağım. Hukukçularla konuşsunlar, eğer öyle bir yetki varsa gereği yapılmalı. Yaptırım uygulaması gerekir. Biz, CHP'den giden arkadaşlara gerekli uyarıyı yaparız. Zaten savcılık yazısında ‘bunları çıkarın' diye bir ifade yok. Kraldan çok kralcı olmuş bunlar.
Eğer medya özgürlüğünü, demokrasiyi, çok sesliliği istiyorsak bunun olması lazım. Yasaklarla bu ülke nereye gidecek? Sonuçta muhalefetin sesi kısılıyor. Eğer bu kanallar sabahtan akşama kadar iktidardan yana yayın yapsalardı, el üstünde tutarlardı. Sansüre karşı bir kampanyaya öncülük edebiliriz. Biz Genel Merkez olarak Digiturk'ten çıktık, evde de dilekçeyi hazırladım, hanım dilekçeyi verecek. Üye olurken bir günde üye yapıyorlar, üyelikten düşünce ‘kaldır' diyorsun, bir türlü kaldırmıyorlar. Sansüre karşı bir kampanya başlatılabilir. 90'lı yıllarda özel radyolar için yapılmıştı bu. Bu konuyu arkadaşlarımızla konuşacağız. Hükümet, sadece kendine yakın kanallar izlensin istiyor. Hacca giden hacılarımıza sadece A Haber izletilmiş mesela.
Medya özgürlüğü medya sahibinin, yazanın, çalışanın can ve mal güvenliğiyle yakından ilgili. Bunun sağlanması ve korunması lazım. İktidarın hoşuna gitmeyen medya organları, onların çalışmaları, onların patronları üç ayrı kanaldan sınırlanıyor. Patrona baskı yapılıyor, yazanın can ve mal güvenliği yok, böyle bir garip yapı. İlan yasakları var, reklam yasağı var. Mesela Turkcell'i alıp tamamen iktidarın şirketine çevirdiler. Sadece kendilerini destekleyen gazete ve televizyonlara reklam veriyorlar. Onlara kaynak aktarılıyor. Kamu bankaları aynı şekilde. Bu, medya özgürlüğünün önündeki en ciddi sıkıntılardan biri. Ayrımcılık yapan şirketlere kamuoyu duyarlı olmalı. Rekabet Kurumu'nun devreye girmesi ve ‘siz yanlış yapıyorsunuz' demesi gerekir.
Biz, 7 Haziran sonrası koalisyon görüşmelerinde ‘17-25 Aralık dosyası gelirse evet deriz, örtülü ödenekle ilgili teklif gelirse evet deriz.' dedik. Bizim çizgimizde değişme yok. Saray elini AKP'den çekmez, çünkü korkusu var. Koalisyon görüşmeleri sırasında, bir bakan bizim arkadaşlara ‘Biz 280 vekil de çıkarsak, artık Türkiye'yi yönetemeyiz.' diyor. Şu anda AKP Türkiye'yi zaten yönetemiyor, meşruiyeti ancak bizim üzerimizden yakalayabilir. İnşallah TBMM Başkanlığı seçiminde de aynı sıkıntılar yaşanmaz. Seçim öncesi sandıklar konusunda çok iyi bir örgütlenme yapıyoruz. Sadece parti olarak değil, sivil toplumu da katıyoruz. Gönüllüler var, bütün bunlar sandıklarda görev alacaklar. Erdoğan, bize ‘Saray'a kuzu kuzu gelecekler.' diyor. Ben de diyorum ki, ‘kuzu kuzu yetki verecek bana'."