CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, anamuhalefet partisi olarak bundan sonra Çankaya Köşkü ile ilişkilerinin “soğuk” olacağını söyledi ve “Devletin törenlerine katılacağız, onun dışında bir ilişkimiz olmayacak. Yemin törenine katılmayacağım. Yalan yemine tanıklık etmek istemem” dedi.
BirGün gazetesinden Sebahat Karakoyun ve Yaşar Aydın’ın sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, CHP kurultayı ve cumhurbaşkanlığı hakkındaki sorulara cevap verdi. BirGün’de “Çankaya Köşkü ile ilişkiler 'soğuk' olacak” başlığıyla yayımlanan (26 Ağustos 2014) röportaj şöyle:
CHP’de gündem 5-6 Eylül’de yapılacak 18. Olağanüstü Kurultay’a kilitlendi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, partiyi olağanüstü kurultaya götüren süreç, kurultay sonrasına yönelik beklentilerin yanısıra Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin yönetimindeki Türkiye’yi nelerin beklediği, CHP’nin Köşk’le ilişkileri konusundaki sorular yönelttik.
CHP Lideri, “Bu kurultay kaosu sonlandırma kurultayı olacaktır. Herkesin partimizin aldığı kararlara uyması gerekir. Uymayan arkadaşların partide yeri yok” sözleriyle parti içi disiplinsizliğe izin vermeyeceğini vurguladı. Kılıçdaroğlu, anamuhalefet partisi olarak bundan sonra Çankaya Köşkü ile ilişkilerinin “soğuk” olacağını söyledi ve “Devletin törenlerine katılacağız, onun dışında bir ilişkimiz olmayacak. Yemin törenine katılmayacağım. Yalan yemine tanıklık etmek istemem” dedi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
Kurultaya giden süreçte partinizin bir süreden beri ülkedeki muhafazakar iklimin etkisinde kaldığı, sağa kaydığı yönündeki eleştiriler dile getiriliyor. Bu eleştirilerle ilgili değerlendirmeniz nedir?
Partinin programı değişmediği, ilkeleri değişmediği sürece partinin sağa kaydığını iddia etmek yanlıştır. “Ben olursam ancak parti sol olur, ben olmazsam sağa kayar” düşüncesi çok yanlış bir düşünce. ”Ben” merkezli değil “halk” merkezli bir sol anlayışı egemen kılmalıyız. İlkelerimize inanıyorlarsa sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine inanıyorlarsa halktan yana tavır alıyorlarsa bu parti herkese açıktır. “Sen gelme partiye” diyemeyiz. Büyümek zorundayız. Toplumun her kesimine sıcak mesajlar vermek zorundayız. Biz ilkelerimizden, kurallarımızdan vazgeçmiyoruz, Sosyalist Enternasyonal’den de çıkmıyoruz. Partimizin tüzüğü, programı var. O programı da yeniliyoruz . Sağa kaymaktan söz ediyorlar, taşeronu kaldıracağımızı söylüyoruz, örgütlü toplumu savunuyoruz, hiçbir çocuk yatağa aç girmesin, aile sigortasını getireceğiz, sosyal devlet kuralları içinde yoksullukla mücadele edeceğiz, diyoruz. Bunlar sağ politika mı? El insaf…“Ben olursam sol, ben olmazsam sağ” anlayışını kabul etmiyorum. “Bunlar dindar, inançlı kesim, bunlar sağcıdır” anlayışına da karşı çıkıyorum.
Ben ‘’Hazreti Muhammed en büyük devrimcidir’’ diyorsam bu sağ anlayış değildir. Hazreti Muhammed’le beraber yeni bir düzen geldi mi, geldi. Gidin Latin Amerika’ya bakın bütün papazlar solcu. Orada farklı bir sol mu var? Latin Amerika’ya bakın aşağı yukarı aynı kulvarda gidiyoruz. Bizim dinimiz kul hakkı yemenin en büyük günah olduğunu kabul ediyor mu, ediyor. Bizim ahlakımız bunu kabul ediyor mu, ediyor. Sol bunu benimsiyor mu, benimsiyor. O zaman ben bunu söylemeyeceğim de ne söyleyeceğim? Biz pek çok şeyi aslında kafamızda biraz karıştırdık. Solun her türlü inanca, etnik kimliğe saygılı olması ama bu arada herkesin bireysel hak ve özgürlük alanının genişlemesi bizim en büyük arzumuz. Bunu yapacağız.
Bu sağa kayma algısı söylemlerle mi yoksa kişi tercihleriyle mi oluştu?
Kişilerle ilgili oluştu. “Geçmişte sağda bir isimdi o geldi demek ki CHP sağa kaydı”… Toplumun bütün değerlerine, saygı duyan ahlaki değerleri, etik kuralları yücelten bir sol anlayışı savunuyorum ben. Örgütlü toplumu, evrensel hukuk kurallarını savunuyorum. Biz Kürtlerle dindarlarla kavgalıydık. Niye kavgalıydık?. Bizim dindarlarla Kürtlerle barışmamız lazım. -Barışma konusunda mesafe aldınız mı? 20-25 yıllık bir süreci bir iki yıl içinde çözeceğimizi söylemek çok iyimser bir tavır olur. Önce insanlar sizin söylemlerinizin samimi olup olmadığına bakarlar, ondan sonra karar verirler. Biz söylemlerimizde çok samimiyiz. Bunu sağlayan eylemlerimiz de var. Biz 12 Eylül darbe hukukunun değişmesini ve yeniden Türkiye’ye demokrasi gelmesini sağlayan bir anlayıştan geliyoruz. Yüzde 10 seçim barajının olduğu bir ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. O seçim sistemi Türkiye’ye diktayı getirdi. Getiren de diktatördü zaten. Tablo bu…
Tümüyle AKP eleştirisiyle sınırlı bir muhalefet anlayışı sergilendiği, partinin kendini, projelerini anlatmakta eksiklikler olduğu yönünde de eleştiriler yöneltiliyor…
O eleştiriler de çok haksız. Biz aile sigortası projesini açıkladık, “YÖK, DGM’ler kaldırılsın” dedik. Kaç kişi bunları yazdı basında. Mayınlı arazilerin mayınlardan arındırılarak köylülere verilmesini savunduk, kim söz etti bundan? Medyada sendikayı savunduk hep. Kaç kişi bu yöndeki görüşlerimizi aktardı. Bizim geniş kitlelere söylemlerimizi aktarmamıza kaç kişi katkı sundu? Bir ülkenin başbakanı devletini soyarsa yolsuzluk yaparsa ben sessiz mi kalacağım? İnsaf denen bir şey var. O zaman, “Kardeşim devlet soyuluyor sen başka işlerle uğraşıyorsun” demezler mi? Biz kendi programımızı hep anlattık. Bilgi toplumundan, zeka ekonomisinden söz eden tek genel başkanım. CHP’yi eleştirmek gibi bir milli spor var. AKP’yi eleştirmeye cesaret edemiyorlar, ne yapsınlar CHP’yi eleştiriyorlar. Her yaptığımız doğrudur, demiyorum. Tabii ki eleştirilebiliriz ama eleştirinin de bir dozu var. Eleştirirken artılarımızdan da söz edilmesini bekliyoruz sadece.
Dışarıdan gelen eleştirilerin partiniz içinde de karşılık bulmasına ne diyorsunuz?
CHP, demokrasiyi savunan bir partidir. Farklı görüşler olmasını olağan karşılıyoruz. Beni rahatsız eden CHP’lilerin eleştirilerinin meşru zeminlerde dile getirilmemiş olmasıdır. PM’de, kapalı grup toplantısında, MYK’da eleştiriler dile getirilebilir ancak parti bir karar aldıktan sonra herkes o kararın arkasında durmalıdır. Parti terbiyesi, partili olmak bunu gerektirir. Parti bir karar aldığında beğensen de beğenmesen de arkasında duracaksın. Arkasında durmuyorsan o zaman partiden ayrılacaksın. Çıkıp medya önüne “Partinin aldığı kararı beğenmiyorum, çalışmayacağım” diyemezsiniz, dememelisiniz.
Partide karar mekanizmalarına katılımda sorun yaşandığı eleştirileri de var.
Bu eleştirilerin normal zeminlerde yapılmasını hep saygıyla karşılıyorum. Şimdiye kadar PM toplantılarında en fazla sözü, en çok eleştirenlere verdim. Eleştirilerden ders çıkarmaya çalışan bir genel başkanım. Her şeyi doğru yaptığımıza dair bir iddiam yok zaten. Ama bu eleştirilerin sınırsız özgürlük alanı içinde yapılması doğru değil. Sınırsız özgürlük diye bir kavram yoktur. O kaos ve kargaşa demektir. Özgürlüğü değerli kılan belli bir disiplin içinde kullanılmasıdır. Bazı arkadaşlarımız bunu yapmadı. Cumhurbaşkanı adayını belirlerken ben sorumluluk aldım, bu doğru. Ancak en başından beri tanımını yaptım. Öyle bir tanımdı ki bir tek isim hariç ete kemiğe bürünmüştü büyük ölçüde. Herkes üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Parti içinde geniş bir tartışma zemini yaratılarak cumhurbaşkanı adayı belirlenmez. Bizim geleneğimizde de yoktur bu, parlamentoda da yoktur. Ahmet Necdet Sezer’in belirlenme sürecine bakın.
Kurultay genel seçim öncesi parti içi sorunları bitirecek mi?
Gittiğim her yerde bana “Neden yumruğunu masaya vurmuyorsun, fazla demokratsın” diyorlardı. Ben tam tersine “Madem ki bu ülkeye demokrasi getirdik diye övünüyoruz o zaman demokrat olmalıyız” diye yanıt verirdim. Ama demokrasi aynı zamanda bir disiplin olayıdır. Disiplinli davranamazsanız demokrasinin değil kaosun gelmesine katkı sağlarsanız. Bu kurultay aynı zamanda kaosu sonlandırma kurultayı olacak. Herkesin partimizin aldığı kararlara uyması gerekir. Uymayan arkadaşların bu partide yeri yok. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Bunu kurultayda da söyleyeceğim ve bu çerçevede yetki isteyeceğim. “Eğer partide kaosun bitmesini istiyorsanız, yumruğumu masaya vurmamı istiyorsanız beni tekrar yetkilendirin” diyeceğim. Bunu herkes bilmeli. Partinin kurulları ve eleştiri zeminleri var.
Oralarda tartışıp kimin haklı olduğunu koyarız ortaya. Bu ülkenin her dönemden daha fazla CHP’nin güçlü olmasına ihtiyacı var. Çünkü demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğünün askıda olduğu bir dönem yaşıyoruz. 12 Eylül’de Kenan Evren darbe yaptı. Darbe ertesi yargı yok, yasama yok, yürütme yok. Şimdi ile bir farkı var mı? Hayır. Onun apoletleri var, Erdoğan’ın apoletleri yok. Yine bir darbe ile vesayet rejimi ile karşı karşıyayız. Onun anayasası yüzde 92 ile kabul edildi. Bunun anayasası yüzde 51.7 ile. Aradaki fark demokrasi bilincimizin gelişmesinden kaynaklanıyor.
Kurultay genel seçimlere yönelik çalışmanın da startı mı olacak?
Bu kurultay 2015 seçimlerine yönelik ana çerçeve itibariyle vizyonu da belirleyecek. Sadece kadro düzeyinde değil söylem olarak da yeni bir vizyonu belirleyeceğiz. Söylediğimiz, önerdiğimiz çerçeveye geliştirdiğimiz yeni şeyleri ekleyeceğiz. Gençlere şu çağrıyı yaptım, ‘‘Gelin partiye üye olun kararlarınızı kurultayından geçirin’’. Partinin ağırlığını oluştururlarsa karar mekanizmalarında da ağırlıklı olarak onlar olur. Kadınlar için de aynı şey geçerli. Yüzde 3 cinsiyet kotası getirdik ama onlar için yeterli olmamalı. “Bu ülkenin yarısıyız. PM’nin de en az yarısı” demeliler ve bunun mücadelesini vermeliler. 2015 seçimlerini kadın ağırlıklı götüreceğiz. Örgütlerimizde bu değişim yaşanıyor. Birçok yerde eğilim yoklaması yaptık. Çoğu yerde kadınlar ve gençler listenin başında yer aldı. Bu bizi mutlu ediyor. Partiye yıllarca emek vermiş olanlarda kadınları ve gençleri görmek istiyorlar.
“Baskın Kurultay” eleştirileri var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından bazı arkadaşlarımız “Derhal kurultay toplansın” açıklaması yaptı. Ben “Olur” dedim. “Getirin yeterli imzayı, kurultayı toplayalım” dedim. Baktım imza toplanamadı ama kurultay istemi devam ediyor. O zaman da ben devreye girdim ve kurultay çağrısı yaptım. Neresi baskın bunun? Kurultayı Eylül sonuna Ekim’e attığımız durumda bir erken seçim kararı ile karşı karşıya kalamayacağımızın garantisi var mı? Vizyonunuz bu kadar dar mı? Ben her şeyi düşünmek zorundayım. Bir erken seçime kendi iç çekişmelerimizle gitme sorumluluğunu bir genel başkan olarak alamam. Ben her gelişmeyi değerlendirmek zorundayım. Erken seçim ihtimali yazılıp çiziliyor. Bunun değerlendirme dışında tutulmasına anlam veremiyorum. Ben bu süreç içerisinde hiçbir delegeyi arayıp bir şey söylemeyeceğim. Delegelere seslendim, “Komşunuza, akrabanıza, esnafa danışın ve öyle karar verin” dedim. Ben sürekli burada oturayım, bu süre içerisinde genel başkan adaylarına yer açmayayım, onları partiden uzaklaştırayım gibi bir düşünce içerisinde değilim. Tam tersine yeni gelecek, partiyi daha ileriye taşıyacaklara destek olmaya çalışıyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucu sizin açınızdan şaşırtıcı oldu mu?
Seçimlerden önce gazeteci arkadaşlara açık yüreklilikle “başarının kriteri gösterdiğiniz aday kazandıysa başarılısın, kazanmadıysa başarısınızdır” demiştim. Başarı ya da başarısızlığı belli oranlarla açıklamak doğru değil. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 14 siyasi partinin uzlaşmasıyla aday gösterilmesi demokrasiye yapılmış en büyük katkılardandır. Tarih bunu mutlaka yazacaktır. Uzlaşma kültürünün kalıcı olmasını sağladık. Demokrasi dediğiniz dayatma rejimi değil, uzlaşma rejimidir. “Benim dediğim olmalı” diyemezsiniz, “Bizim dediğimiz olmalı” demelisiniz. Uzlaşırız, anlaşırız, halka gideriz. Halk kabul eder ya da reddeder. Olaya bu çerçevede bakmalıyız. Başarı anlamında ise hayır başarılı değiliz. Çünkü Ekmeleddin Bey kazanamadı. ‘’Kim kazandı’’ derseniz, toplam seçmen sayısının yüzde 38’i “Erdoğan” dedi. Bu çerçevede bakmamız lazım. Olayı gerçek yönü ile değerlendirmemiz lazım. “Halkın yüzde 51,7’si oy verdi”, yok böyle bir gerçeklik.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ile Türkiye’yi nasıl bir süreç bekliyor?
Kenan Evren’in kendisine başbakan seçmesi ile Erdoğan’ın genel başkan seçmesi arasında arasında fark yok. AKP’de demokrasi yok. Atanan başbakanı seçmek için boş yere kongre yapacaklar. Erdoğan’ın Davutoğlu’nu seçmesinin iki önemli nedeni var. Birincisi yolsuzluk dosyalarını kapatmak için bundan daha iyisini bulamazdı. Birinci görevi, AKP’nin yolsuzluk dosyalarını kapatmak. İkinci önemli nedeni de Erdoğan’ın intikam almak istediği cemaati bitirme projesinin devam ettirilmesi. Davutoğlu’nun başbakan olmak için hiçbir artısı yok tam tersi Türkiye’nin bugüne kadar sahip olduğu en çapsız Dışişleri Bakanı. Bunu herkes biliyor. Dünyanın dalga geçtiği, parmakla çağırdığı bir isim. AKP’de Başbakanlık yapabilecek nitelikte insan var ama kukla, Erdoğan’ın yöneteceği bir Başbakan’a ihtiyaç var. Türkiye her geçen gün demokrasiden uzaklaşıyor. Yeni bir sürecin içerisindeyiz. Herkesin bunu görmesi lazım.
Köşk’le ilişkileriniz nasıl olacak?
Olabildiğince ilişki kurmamaya özen göstereceğiz. Soğuk bir ilişkimiz olacak. Devletin törenlerine katılacağız, onun dışında da bir ilişkimiz olmayacak. Erdoğan seçildikten sonra nasıl bir üslup kullanacağını görüp öyle karar vermek istedim. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra tarafsızlığa ve hukukun üstünlüğüne vurgu yapsaydı eski tartışmaları bir kenara bırakalım, diyebilirdik. Ama tam tersine seçildikten sonrada AKP’nin Genel Başkanı gibi yoluna devam etti. Böyle birisinin yemin törenine niye katılacağım. Cumhurbaşkanı olacak kişinin ahlaki değerlerinin hangi siyasal düşünceye sahip olursa olsun yüksek olması lazım. Erdoğan bu ahlaki değerlere sahip bir isim değil. Meclis’te olacağız ve çalışmalarına katılacağız. Ama kişisel olarak yemin töreninde olmayacağım. Ne yemini edecek “tarafsız olacağım, adaletli olacağım” diyecek. Yalan yemin edecek. Ben yalan yemine tanıklık etmek istemem.