"Kılıçdaroğlu o meydanda elinde pankartıyla tek başına kalabilirdi; ne önemi var?"

"Kılıçdaroğlu o meydanda elinde pankartıyla tek başına kalabilirdi; ne önemi var?"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, partinin İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması sonrası başlatılan "adalet yürüyüşü"nün son gününde Maltepe Meydanı'nda yapılan "adalet mitingi" ile ilgili olarak "Kılıçdaroğlu o meydanda elinde pankartıyla tek başına kalabilirdi; ne önemi var?" dedi. 

İstanbul Valiliği'nin mitingde 175 bin kişinin bulunduğunu duyurduğunu hatırlatan Yılmaz, "Sayı azaldıkça, talebin önemi de azalacak mı? Tam tersine, bence sayı azaldıkça önemi artan bir şey olmalı zaten adalet talebi. 2 milyon ya da 175 bin kişinin adalet isteğini yüksek sesle söylemesi kadar önemli değil mi, bir tek kişinin bile adaletsizlikten yakınması?" ifadesini kullandı. 

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal'ın, "adalet yürüyüşü" ile ilgili olarak kullandığı “Eğer siz yüz bin kişinin sokağa çıkmasına yaslanarak, 25 milyon kişinin sandıkta verdiği oyunu, iradesini yok sayıyorsanız bunun adı faşizmdir. Kılıçdaroğlu, tehlikeli bir oyun oynamaktadır” ifadesini de eleştirdi. 

"Mahir Ünal, belli ki 'faşizmi' yanlış biliyor. Sokak ile demokrasi arasında yakın bir ilişki var ve insanların taleplerini sokakta dile getirmeleri demokrasilerde serbest, faşist ülkelerde yasak" diyen Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti:

"Öte yandan 25 milyon kişinin referandumda verdiği oy ne kadar değerliyse, 'hayır' diyen 24 milyon oy da o kadar değerli. Faşizm, birinci 25 milyona dayanarak, ikinci 24 milyonu yok saymak, baskı altına almak, sindirmeye çalışmaktır. Mahir Ünal mademki artık sözcü olarak sıkça kamuoyunun karşısına çıkacak, biraz dersini çalışırsa iyi olur."

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Önemli olan ‘adalet’ arayışı, sayı değil" başlığıyla yayımlanan (12 Temmuz 2017) yazısı şöyle:

İstanbul  Valiliği’nin, Maltepe’deki “adalet mitingine” katılımın 175 bin kişi olduğunu açıklaması, yaz sıcağında eğlenceli sohbetlerin konusu oldu.

Cumhurbaşkanı’nın söz konusu meydanın kapasitesi ile ilgili daha önce söyledikleri mi yanlıştı, Vali Bey’in açıklaması mı?

Gırgır geçilmesine itirazım yok ama ciddi ciddi konuşmaya gelince benim için son derece anlamsız bir tartışma bu.

Diyelim ki meydanda 175 bin kişi vardı. Ya da 2 milyon kişi. Kim bilir, belki de 375 bin vardı. Ya da hiç kimse olmayabilirdi, Kemal Kılıçdaroğlu o meydanda elinde pankartıyla tek başına kalabilirdi.

Ne önemi var? Bu, yaşadığımız adaletsizlik probleminin önemini azaltıyor mu?Adalet talebini görmezden gelmemize mi neden olacak?

Sayı azaldıkça, talebin önemi de azalacak mı? Tam tersine, bence sayı azaldıkça önemi artan bir şey olmalı zaten adalet talebi.

2 milyon ya da 175 bin kişinin adalet isteğini yüksek sesle söylemesi kadar önemli değil mi, bir tek kişinin bile adaletsizlikten yakınması?

Adalet Yürüyüşü’ne ve mitingine katılanları itibarsızlaştırmak, katılımı caydırmak için hükümet ve medyası elinden geleni ardına koymadı.

En hafifi katılımcıların teröre ve Fetullahçılara hizmet ettiğini söylediler.

Buna rağmen o meydan doldu.

Doldu, çünkü bu ülkede artık adalet yok. Tek suçları muhalif olmak olan onlarca gazeteci hapishanede. Haklarında yazılan iddianameleri okuyoruz, suç delili diye gösterilen şeyler, yazdıkları yazılardan ibaret.

Olağanüstü Hal kararnameleri ile işlerinden atılan akademisyenlerden hangisi terörist? Türkiye’de terörist olmanın cezası işten atılmak mı? Bu gerekçeyle hapse değil, işlerinden atıldılar çünkü atanlar da biliyorlar ki onlar terörist değil.

Halkın oylarıyla seçilen milletvekilleri, parti genel başkanları, belediye başkanları bile hapiste. Haklarındaki suçlamalara bakın, konuşmalarından başka delil yok iddianamelerde.

Böyle bir ülkede adalet peşinde yüz binlerin yürümesinden daha normal ne olabilir?

SİYASAL İSLAMCILAR VE AHLAK

SİYASİ İslamcıların değişik bir ahlak anlayışları var.

Sivas’ta Madımak Oteli’nde öldürülen insanları mı anmak istiyorsunuz?

İlk tepkileri bunun karşısına bir başka acı olayı koymak. “Başbağlar’ı unutma”diye parmak sallamak.

Kobani’de IŞİD tarafından öldürülenleri mi anacaksınız?

Hemen Diyarbakır’ı, orada hunharca katledilen gençleri öne sürüyorlar.

Gezi protestoları sırasında öldürülen gençleri mi anacaksınız? Ancak, o zaman akıllarına geliyor şehit erler.

Kentlerimizin meydanlarında IŞİD bombalarına kurban gidenleri mi anıyorsunuz? “Ya 6–7 Ekim?” diye kalkıyorlar ayağa.

Öyle bir ahlak anlayışı ki acıyı, başka acılarla yarıştırmayı mubah görüyor.

Ve bunu yaparken kendi gerçek yüzünü ortaya koyduğunun da farkında değil.

Ölenin ya da haksızlığa uğrayanın kimliğine, mesleğine, oy verdiği partiye bakarak hangisine üzülüp hangisine sevineceğine karar veren birisi normal bir insan değildir.

Başbağlar’da katledilenler de canımızı yakıyor, Madımak’ta katledilenler de.

15 Temmuz şehitlerini de rahmetle anıyoruz, yakınlarının acılarını hissediyoruz, IŞİD bombacılarının Ankara’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta katlettiği yüzlerce insanımızın da yasını tutuyoruz.

Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan da bu ülkenin çocuğuydu, Yasin Börü de. Birisinin ölümüne üzülüp diğerinin ölümüne sevinene insan denebilir mi?

FAŞİZMİ YANLIŞ BİLİYOR

AKP Sözcüsü Mahir Ünal, Adalet Yürüyüşü ve mitinginden sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sokağı ve isyanı teşvik ettiğini söyledi.

“Eğer siz yüz bin kişinin sokağa çıkmasına yaslanarak, 25 milyon kişinin sandıkta verdiği oyunu, iradesini yok sayıyorsanız bunun adı faşizmdir. Kılıçdaroğlu, tehlikeli bir oyun oynamaktadır” dedi.

Mahir Ünal, belli ki “faşizmi” yanlış biliyor.

Sokak ile demokrasi arasında yakın bir ilişki var ve insanların taleplerini sokakta dile getirmeleri demokrasilerde serbest, faşist ülkelerde yasak.

Öte yandan 25 milyon kişinin referandumda verdiği oy ne kadar değerliyse, “hayır” diyen 24 milyon oy da o kadar değerli.

Faşizm, birinci 25 milyona dayanarak, ikinci 24 milyonu yok saymak, baskı altına almak, sindirmeye çalışmaktır.

Mahir Ünal mademki artık sözcü olarak sıkça kamuoyunun karşısına çıkacak, biraz dersini çalışırsa iyi olur.