T24 - Yazımı halen devam etmekte olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yıllar sonra ilk defa bu denli köklü bir değişim geçirirken dış tedit ve iç tehdit algıları da yeniden ele alınıyor. Bir zamanlar askerlerin yazdığı siyaset belgesinin iç ve dış tehdit değerlendirmesine AK Parti’nin vizyonu damgasını vuruyor. Yeni belgede İran ve diğer komşular öncelikli tehdit olmaktan çıkıyor.Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş'ın bugünkü (23 Ağustos 2010) yazısı: Kırmızı kitapta köklü değişim Türkiye’de her şey gibi, bir zamanlar büyük bir gizem ve huşu ile anılan, tek kaşını kaldıran yetkililerin adını ancak başlarını hafif eğip seslerini alçaltarak andığı, “gizli anayasa” da değişiyor. Hem de radikal biçimde... Kamuoyunda “kırmızı kitap” ve “gizli anayasa” olarak anılan siyaset belgesinin son rötüşları tamamlanmak üzere. İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, MİT ve diğer ilgili birimlerin katkılarıyla MGK Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan belge, Ekim ayındaki Milli Güvenlik Kurulu’nda gündeme gelecek. Halen yazımı devam etmekte olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Soğuk Savaş’tan bu yana en köklü değişimi bu yıl geçiriyor. Bir zamanlar ağırlıklı olarak askerin damgasını vurduğu metin, son yazılımında iç ve dış politikada AK Parti hükümetinin vizyon ve önceliklerini yansıtıyor. Bakanlar Kurulu, hükümet ve kolluk güçleri için rehber niteliği taşıyan belge, geçmişte askeri bürokrasi tarafından hazırlanırdı. En son 2005 yılında revise edildiğinde, “irtica” ve “bölücülük” öncelikli iç tehdit sayılmış, İran’ın nükleer ve konvansiyonel füze programı ise dış tehdit algısının tepesine yerleşmişti. 4 komşu tehditten çıktı Bu kez sivil bürokrasinin ağırlığını hissettirdiği yeniden yazılım süreci, çeşitli bakanlıklarda son halini almış durumda. İç politikada ‘irtica’ tehdidi yumuşatılıp, cemaatleri ve muhafazakar kitleyi hedef almayacak ve rencide etmeyecek şekilde yeniden tanımlanırken, dış politikada da ana ekseni, AK Parti hükümetinin 2002’den beri uyguladığı “komşularla sıfır sorun” politikası oluyor. Halihazırda Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan metindeki en önemli özellik, geçmişte ‘tehdit’ kapsamında sıralanan 4 komşu ülkenin tehdit olmaktan çıkarılması. Yeni metinde Rusya, Yunanistan, Irak ve İran, öncelikli tehdit yerine, işbirliği ve “ortak vizyon” oluşturulan yeni müttefikler olarak tanımlanıyor. Ayrıca siyaset belgesini Ahmet Davutoğlu’nun kavramsallaştırdığı ‘aktif dış politika” ve Tükiye’nin kendi bölgesinde yükselen siyasi ve ekonomik profili de nihai bir hedef olarak vurgulanıyor. Bu anlamda geçmiş kırmızı kitapların ruhu, “irtica”, “bölücülük” (ve Soğuk Savaş öncesi “yıkıcılık”) gibi tehditlere karşı devleti savunma olarak tanımlanırken, şimdiki metin Türkiye’nin kendi bölgesi ve dünya meselelerinde artan özgüven ve hırslarını yansıtıyor. Belgede Asya ve Afrika’da yeni arayışlara da değiniliyor. Dışişleri tarafından hazırlanan metinde, 1995, 2000 ve 2005 revisyonlarında ‘öncelikli tehdit ‘olarak tanımlanan Yunanistan, Rusya, Irak ve İran, ‘tehdit’ kapsamından çıkarılıyor. IRAK: Daha önceki metinde, Kuzey Irak’taki PKK varlığı nedeniyle Irak da ‘tehdit’ unsurları arasında yer almıştı. Ayrıca Irak’ın bölünmesi de Türkiye’nin varlığını tehdit eden bir unsur olarak tanıımlanmıştı. Şu anda yazılan versiyonda ise, PKK hala “bölücülük” kapsamında ciddi bir tehdit olarak vurgulanıyor, ancak Irak’la yepyeni bir perspektif çiziliyor. Metinde, Bağdat’taki merkezi hükümetle enerjiden terörle mücadeleye çeşitli işbirliği alanlarında ortak vizyon geliştirilmesine vurgu yapılıyor. PKK’yla mücadelede Bağdat’ın ve Kuzey Irak’ın oynayabileceği yapıcı rol dikate alınıyor. YUNANİSTAN Geçmişte ‘öncelikli tehdit’ler arasında yer alan Yunanistan da tehdit sıralamasında düşüyor. 2005 yılındaki revizyonda Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını ‘casus belli’ (savaş nedeni) olmaktan çıkarılmıştı. Son revizyonda bunun daha da ötesine geçilerek Yunanistan’la ikili ekonomik ve siyasi ilişkilerde gelinen nokta ve işbirliği alanlarına vurgu yapılıyor. Yunanistan’ın Ege’de savaş çıkarma ve Türkiye’yi askeri anlamda tehdit etme potansiyeli ise daha düşük bir ihtimal olarak algılanıyor. İRAN İran’ın nükleer programına atıf yapılmakla birlikte, İran da öncelikli tehdit kategorisinden çıkartılıyor. 2005’deki metinde İran Türkiye açısından hem rejimin niteliği hem de nükleer programı nedenile “öncelikli tehdit” sayılmıştı. Söz konusu metinde ayrıca İran’ın geliştirdiği ve İstanbul’u menzili içine alan Şahab 3 füzeleri de ciddi bir konvansiyonel tehdit olarak sıralanmıştı. Bu kez, İran’ın nükleer programının Türkiye’yi hedeflediği vurgusundan ziyade tüm Orta Doğu’nun nükleer silahtan arındırılması gerektiği tezi işleniyor. Ayrıca 1980 sonrası yazılan siyaset belgelerinde, İran rejiminin teokratik yapısı Türkiye için ciddi bir tehdit olarak sunulmuş, düzenli olarak bu ülkenin Türkiye’ye ‘rejim ihraç etmeye çalıştığı’ uyarısı yapılmıştı. Yeni metinde bu vurgu kalkıyor. Belgenin hazırlanışına birebir katkısı olan kaynaklar, İran’ın bir demokrasi olmadığını, ancak artık 1980’li yıllardaki gibi Türkiye’ye rejim ihraç etmeye de çalışmadığı görüşünü dile getiriyor. Ayrıca belgede PKK’yla mücadelede İran’la işbirliğine de atıf yapılıyor. RUSYA Soğuk Savaş sonrasında hazırlanan siyaset belgelerinde, kademeli olarak Rusya’dan gelen (eski SSCB) “komünizm tehdidi” düşürülmüş, ancak Rusya hala enerji ve Kafkaslarda çıkarları Türkiye ile çatışan “tehdit ülke” olarak tanımlanmıştı. Şimdi yazılan MGSB’nde ise Rusya’yla ekonomik işbirliği, ticaret, enerji potansiyeli ve Kafkaslarda istikrar konusunda ortak vizyon vurgulanıyor. Sedat Ergin’den Taraf’a gazetecilik dersi Ağustos başında Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Kafes davalarında farklı biçimlerde gözaltına alınan bir dizi asker, sivil ve gazetecinin avukatlığını üstlenmiş ilginç bir hukukçuyla tanıştım. Kendisini “Ben sadece bir kasaba avukatıyım” diye tanımlayan Celal Ülgen’le yaptığımız röportaj sonunda, özellikle Balyoz ve Poyrazköy konusunda ciddi soru işaretleri oluştu kafamda. Ülgen öyle “Vatan millet, sakarya!” diye haykıran bir ideolog değil; sadece iddianamelerdeki çelişkileri ortaya koyuyor, askerin düzenli olarak yaptığı “savaş oyunu” ile darbe arasındaki farkı anlatıyor, Taraf gazetesine ulaştırılan “delillerin” bir bölümünün sahte olduğunu ikna edici bir biçimde öne sürüyor. O yazıda röportajı neden yaptığımı anlatmaya çalışırken, “sadece ve sadece doğruları ” aradığımı belirterek medyayı eleştirmiştim: “Gerçek şu ki, Gareth Jenkins isimli İngiliz gazeteci geçen yıl Ergenekon soruşturmasının kapsamlı bir analizini yazdığında hepimiz “Bak elin gavuru ne güzel oturmuş çalışmış” dedik ama aradan geçen dönemde Türk medyasında hiçbirimiz aynı işi yapmadık. Balyoz, Kafes, Poyrazköy gibi cumhuriyet tarihinde dönüm noktası olmayı vaat eden kritik davaları iyice irdelemek yerine gazetelerde çıkan kısa özetlerle yetindik. Medya, davaları kendi ideolojik filtresi ve önyargılarından süzerek sunuyor, bu yüzden aynı olaylarla ilgili farklı yayınlarda tamamen çelişkili senaryolar yazılıyor.” Sanırsınız ki bu iddiaları ilk ortaya atan Taraf gazetesi, savunma refleksiyle hareket edeceğine açık fikirlilikle Ergenekon’dan başlayarak Balyoz ve diğer iddianamelerdeki vahim hukuki boşluk ve çelişkileri kendileri inceler; savcılara sorar; en azından konuyu ciddiye. Tam tersine Taraf, bu konuda çıkan haberleri “medya çelişki avına çıktı” diye küçümseyerek, hak, hukuk ve doğru arayışına girmemizi nerdeyse Ergenekon kapsamına soktu! Neyse ki bunun tam tersini yapan da çıktı. Hürriyet yazarı Sedat Ergin, büyük bir titizlik ve açık fikirlilikle Ağustos başından beri yazdığı 14 yazıyla Balyoz iddianamesini mercek altına yatırdı. Bu yazılar, Balyoz’u ya da askeri savunan yazılar değil; tam tersine kara bir dezenformasyon bulutu ve hukuk kargaşası içinde bir gazetecinin doğruyu bulma çabası. Örneğin Ergin sayesinde Balyoz planını kaleme aldığı iddia edilen daktilografların gerçek ifadelerinde “Bu planı hatırlamıyoruz” dediklerini; 2002 yılında yapıldığı söylenen planda nasılsa darbeye gerekçe olarak AK Parti’nin medyayı vergi denetimiyle sindirdiği iddiasının yer aldığı (oysa medyada vergi denetimleri 2008’de başladı); planda o yıllarda daha kurulmamış sivil toplum örgütlerinin yer aldığını öğreniyoruz. Ve daha neler neler. Ben kendi adıma, Sedat’ın yazılarını kesip, iddianamenin ilgili bölümlerine tutturdum. Ama yetmez. Umuyorum Ergin burada gösterdiği titiz gazetecilik refleksiyle yetinmeyip, Balyoz yazılarını genişleterek kitap haline getirir. Ve umuyorum Balyoz savcıları da sadece Taraf gazetesinin gazıyla yetinmez, günün birinde bu iddiaları ciddiye alıp kamuoyunu etraflıca aydınlatır.