Gazete Duvar yazarı Celal Başlangıç, Türkiye'nin saatleri bir saat geri almaması kararının uygulandığı KKTC vatandaşlarının durumdan rahatsız olduklarını yazdı. Son olarak ölümlü trafik kazası sonrası tepkilerini Meclis'e yürüyerek gösteren Kuzey Kıbrıslıların, Güney Kıbrıs ile aralarında bir saat fark bulunmasını garip bulduklarını belirten Başlangıç, "Bazı Kuzey Kıbrıslılar 'İmamın saatini değil, Avrupa saatini istiyoruz' diye tepki gösteriyorlar" diye yazdı.
Celal Başlangıç'ın Gazete Duvar'da yayımlanan "'Türkiye saati'yle Kuzey Kıbrıs'ın sorunlarını çözmek zor!" başlıklı yazısı şöyle:
'Dört Bir Yandan Kıbrıs' toplantısı için gittiğimiz Lefkoşa'da 'sabahın köründe' yaşanan ölümlü bir trafik kazası nedeniyle KKTC Hükümeti'ne gösterilen büyük bir tepkinin ortasına düştük. Çünkü insanlar kazanın sorumlusu olarak Türkiye'yle birlikte kış saatine geçmeyen, hükümeti görüyorlardı.
Öğrenciler, işçiler, aktivistlerden oluşan öfkeli bir kalabalık KKTC Başbakanlık binasının önünde toplanmış.
Ellerinde “İleri Saat Uygulaması Geri Alınsın”, “Büyümez Ölü Çocuklar”, “Katil Hükümet Hesap Verecek” pankartları var.
“Suudi Değil Avrupa”, “Herkes Burada Başbakan Nerede”, “Mersedesler Satılsın, Yollar Yapılsın” sloganları atıyorlar.
Tansiyon yükseliyor bir ara. Göstericiler KKTC Başbakanlık binasının demir bahçe kapısına yükleniyorlar. Kapı sökülüyor. Polisle arbede yaşanıyor.
Büyük bir öfke var günlerdir Kuzey Kıbrıs’ta. Lefkoşa’da başlayan gösterilere diğer kentlerdeki çoğu liseli protestocular da destek veriyor.
Öfkenin ağırlık noktası KKTC Hükümeti’ne yönelmiş durumda. Kızgınlık nedenleri arasında hükümetin saatleri Türkiye’ye göre ayarlaması da var.
Çünkü Değirmencik-Girne dağ yolunda günün erken saatlerinde meydana gelen kazada iki lise öğrencisi ile servis şoförünün yaşamını yitirmesinin nedenlerinden biri olarak Türkiye gibi Kuzey Kıbrıs’ta da kış saatine geçilmemesi, bu nedenle öğrencilerin daha gün ağarmadan okula gitmek zorunda kalması gösteriliyor.
Aslında bu kaza nedeniyle “Türkiye saati”ne dönük kızgınlıkların bu boyuta varmasında, AKP iktidarının Kuzey Kıbrıs’a yönelik uygulamalarına dönük tepkinin de etkisi büyük.
Bu uygulama nedeniyle Kuzey Kıbrıs’la Güney Kıbrıs arasında bir saat fark oluşmuş. Lefkoşa’daki yeşil hattın tel örgüsünün dibindeki kahvede otururken biraz ötemizde olan insanlarla aramızda bir saat fark olması garip geliyor insana.
Bazı Kuzey Kıbrıslılar “İmamın saatini değil, Avrupa saatini istiyoruz” diye tepki gösteriyorlar.
Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Serdar Denktaş ile bir toplantı yapan sendikaların talepleri arasında saatlerin dünya saatine göre ayarlanması da yer alıyor. Ancak Denktaş kabul etmiyor bu talebi:
“Şu anda tüm iş ilişkimiz Türkiye ile paralel. Bu kararı o yüzden aldık. Bu değişmeyecek.”
Sendikalar da “saatler dünya saatine ayarlanana kadar eylem ve grevleri sürdürme” kararı alıyor.
Türkiye’de daha geçen hafta bir tarikat yurdunda 11’i küçük kız 12 kişinin yanarak ölmesine gösterilen tepkiyle kıyaslanınca Kuzey Kıbrıslılar insanlığa daha yakın duruyor.
Kuzey Kıbrıs’a geldiğimiz gün işte böyle bir “imamın saati” tartışmasının ortasında buluyoruz kendimizi.
Geliş nedenimiz “Dört Bir Yandan Kıbrıs” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı.
Türkiye 78’liler Girişimi düzenliyor toplantıyı. Ev sahipliğini de Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP) yapıyor.
Masanın etrafında gerçekten “dört bir yan” olacak. Kıbrıs’ın Kuzey’inden, Güney’inden, Türkiye’den ve Yunanistan’dan çeşitli partilerin, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin yanı sıra gazeteciler, akademisyenler de katılacak toplantıya.
İlk günün programında çeşitli sivil toplum örgütleri ve gazetecilerle buluşmalar var. Ancak daha yola çıkmadan, sonuçsuz dağılan Kıbrıs müzakerelerinin gelecek ay yeniden başlayacağı haberi geliyor. Yaptığımız ziyaretlerde kimini umudunu yeniden tazelemiş, kimini de umutsuz görüyoruz.
Bir sendikacı cep telefonundan bir fotoğraf gösteriyor. Görüntüde KKTC Başbakanlık binası var.
“Başbakanlığın kapısını kırmıştık, bugün beton bariyer koymuşlar” diyor.
Ancak Doğu ve Güneydoğu Derneğini ziyaretimiz sırasında Eşbaşkan Kemal Uygun sorunun başka bir yanına değiniyor:
“Kıbrıslı örgütler değil de başbakanlığın kapısını biz sökseydik çok farklı muamele görürdük.”
Kıbrıs Pir Sultan Abdal Derneği Eşbaşkanı İlknur Işık Türkmen, Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki farkı dile getiriyor görüşmemiz sırasında:
“Türkiye solunun üzerinden 80 darbesi buldozer gibi geçtiği için biz burada daha demokratik bir ortamdayız. Ancak burada bir eylem yaptığımızda bunun Türkiye solundan muhatabımızı bulamıyoruz.”
Hazır “Eşbaşkan” demişken bir tespitimizi de aktaralım. Kuzey Kıbrıs’ta “eşbaşkan” uygulaması yapan iki kuruluş var; biri Doğu ve Güneydoğu Derneği, diğeri de Kıbrıs Pir Sultan Abdal Derneği…
Zaten ertesi gün yapacağımız yuvarlak masa toplantısında da bu gerçeğin başka bir yüzü ortaya çıkacaktı. Türkiye’deki “eşbaşkanlık” uygulaması, kadınların siyasete, sivil toplum örgütlerine katılımı Kuzey Kıbrıs’a göre çok ilerideydi. Bu konuda Kürt siyasi hareketinin, HDP-DBP çizgisinin katkısı çok net biçimde ortaya çıkıyor. Ancak ertesi gün konuşulanlardan anlıyoruz ki Güney Kıbrıs kadınların örgütlü yaşama katılımı konusunda Kuzey Kıbrıs’tan da daha geri bir noktadaymış.
“Dört Bir Yandan Kıbrıs” konulu toplantı için Türkiye’den, Yunanistan’dan, Kuzey ve Güney Kıbrıs’tan gelen katılımcılar bir masanın etrafında buluşuyor. İçlerinde parti ve sendika yöneticileri, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, gazeteciler, milletvekilleri, akademisyenler var.
İlk konuşmacı BKP Genel Başkanı İzzet İzcan. “Kuzey Kıbrıs’ta ne oluyor?” sorusuna yanıt arıyor.
“Henüz kurtulabilmiş değiliz” diyor İzcan, “Ne ekonomik olarak ne siyasi olarak kurtulamadık. Kuzeyde insanlar bir türlü geleceğini göremiyor. Asker ağırlıklı militarist bir rejimle yönetiliyoruz. Bu ülkede çözüm olmazsa biz kurtulamayız, normal demokratik bir ülke olamayız. Parlamentodaki bütün partiler hükümet oldu ama iktidar olamıyoruz.”
İzcan’ın çizdiği tabloda Türkiye-Kuzey Kıbrıs ilişkilerine dönük çok sayıda sorun var.
“AKP’nin Türkiye’de iktidara gelmesinden sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde Sunni İslama dayalı bir yaşam örgütleniyor. Türkiye’nin küçük bir modeli hayata geçiriliyor. Milli Eğitim Bakanı, anayasaya aykırı olduğunu biliyor ama Sultaniye gibi bine yakın öğrencinin yatılı bir şekilde yetiştirilmesine izin veriliyor. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı ‘Beş tane daha yeni okul açacağız’ dedi. Eğitim alanında da bir entegrasyon yapılıyor. Kıbrıs’taki entegrasyonda mülkiyet yapısı değiştiriliyor. Kıbrıslı Türkler asimile ediliyor. Türkiye’nin 28 bin vatandaşlık daha istediğine dair somut iddialar var. Bu yeni hükümet her şeye ‘Evet’ diyor. Karşılığında da para istiyor. Sadece ‘Bize para ver ayakta kalalım’ diyor.”
İzcan’ın anlattıklarına göre beş milyarlık bütçenin yüzde 80’i maaşlara gidiyor. Yatırıma para kalmıyor. Ekonomide özelleştirme adı altında kamuya ait ne varsa Kuzey Kıbrıslıların ellerinden alınıyor. Türkiye’den gelen ya da yerli sermaye gruplarına kamunun malı devrediliyor. Seçilmişler karar veremiyor özellikle Türkiye kaynaklı atananlar daha etkin oluyor.
Kuzey Kıbrıslılar olarak durumlarını “Bu ülkede mahsur kaldık. Türkiye’deki bütün hastalıklar buraya getirilmiştir” derken ısrarla sözlerinin Türkiye insanlarına karşı bir tavır olarak algılanmaması gerektiğinin altını çiziyor İzcan.
AKEL Merkez Komitesi Üyesi Haris Polikarapu, Kıbrıs’ın güneyindeki sorunları anlatırken tıpkı Kuzey’de olduğu gibi kamu mallarının yağmalanmasından, uygulanan neoliberal politikalardan yakınıyor.
“Kıbrıs Sorunu ve Müzakere Süreci” başlıklı oturumda Prof. Dr. Ahmet Sözen “19 aylık müzakere sürecinde ciddi bir ilerleme var ama taraflar bu süreci verimli kullanamadı. ‘Kıbrıslıların götürdüğü’ deniliyor sürece ama aslında süreci liderler götürüyor. İşbirliği tecrübesi ve kültürü yaratılmadan bir federasyona doğru gidiyoruz. İki toplumu federasyona hazırlayan güven yaratıcı mekanizmaları devreye sokmak gerekir” diyor.
Aynı oturumda konuşan Prof.Dr. Niyazi Kızılyürek yeniden başlayacak olan sürece pek iyimser bakmıyor:
“Uzun yıllar devam eden etnik çatışma sonunda Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, Kıbrıslı Türkler de coğrafyanın bir kısmını ele geçirdiler. Şimdi devlete karşı toprak noktasına geldiler. Taktik hata sonucu garantörler toprağı ve devleti konuşacaklar. Ankara ve Atina… O aktörlere bakınca pek iyimser olamıyorum. Ama yine de 1968’den günümüze kadar Kıbrıs müzakereleri olabileceği en iyi yerdedir.”
Yuvarlak masa toplantısı; yeni örgütlenme ve iletişim mekanizmalarının kurulmasına, daha geniş alanda güç birliği yapılmasına, dört bir tarafın birbirleriyle daha etkin buluşmalar gerçekleştirilmesine ilişkin önerilerle sona eriyor. Neredeyse herkesin görüşü aynı; “Çok verimli bir toplantı oldu. İyi ki yapmışız, katılmışız. Bu buluşmaları diğer coğrafyalarda da gerçekleştirelim.”
Girne’den Dipkarpaz’a uzanan bir geziye çıkıyoruz hep beraber. İlk durağımız Türkiye’den gelen Kürtlerin de yerleştiği Minareliköy.
Kuzey Kıbrıs’ta 20-25 bin dolayında Türkiye kökenli Kürt olduğu tahmin ediliyor. Bizim karşılaştıklarımızın büyük bölümü de Muşlu.
Çoğunun öyküsü “Abim Kıbrıs çıkartmasında buraya asker olarak geldi. Burada şehit düşünce büyüklerimiz mezarlığa ziyarete geldi. Sonra da kaldılar burada” ya da “Amcam çıkartma sırasında yaralandı. Ailecek ziyarete geldik. Sonra da gelip yerleştik” şeklinde.
Minareliköy’deki kahveyi dolduranların da büyük bölümü Muşlu. Ön sıralarda kadınlar var. Barış Anneleri gibi çoğunun başında beyaz örtü var.
Kuzey Kıbrıs’a geliş öyküsünü anlatıyor Beşim Ülgen:
“1984’te Muş’tan geldim. Ama ben kendimi Kıbrıslı hissediyorum. Benim acımla Kıbrıslı Türk’ün acısı aynı. 1975 işgalinden sonra Karadeniz’den, Çukurova’dan, Ege’den insanlar devlet tarafından getirilip buraya yerleştirdi. Kürtleri getirmediler. Çünkü o zaman Kıbrıs Türkünü asimile edemezlerdi. Kürtler birbirini çeke çeke geldi.”
Kahvedeki konuşmalarda bazı Kürtlerin evlerinden alınıp sorgusuz sualsiz sınırdışı edildiğini, vatandaşlıktan atıldığını anlatıyorlar.
Dipkarpaz’da bizi BKP’li Belediye Başkanı Suphi Coşkun bekliyor. 1976 yılında, henüz altı yaşındayken ailesiyle birlikte gelmiş Kuzey Kıbrıs’a.
Savaş öncesinde yedi bine yakın Rum yaşıyormuş Dipkarpaz’da. Çoğu hayvancılık ve çiftçilik yapıyormuş.
“Biz geldiğimizde beş bine yakın Rum vardı burada” diye anlatıyor Coşkun:
“Buraya gelmeden önce Rumları üç metre boyunda, yedi kafalı zannederdik. Dedelerimiz böyle anlatıyordu memlekette Rumları. Gelince öyle olmadıklarını gördük. Şartlardan dolayı Rumlar yavaş yavaş Güney’e gittiler. Dokuz-on yıl önce göç durdu. Şu anda 250-300 Rum kaldı. Burada Rumlara saygı gösterilmiyordu. Kiliselerine bakılmıyordu. Cenazelerine gidilmiyordu. Şimdi biz bu durumu değiştirmeye başladık. Artık halk burada Rumlarla birlikte yaşamak istiyor. Biz vatan edinmeye geldik buraya. Giden Rumlardan boşalan evleri göçmenlere verdiler. Kıbrıs Türkü hiç buraya yerleşmedi. Ancak yeni yeni yerleşmeye başladılar. Keşke Kıbrıs Türkü 30 aile olsaydı burada, Kıbrıs Türkü kültürü alsaydık.”
Yeni arkadaşlıklar, yeni dostluklar edinerek, yeni bilgilerle donanarak ayrılıyoruz Kuzey Kıbrıs’tan Arkamızda katmerlenmiş, kangrene dönüşme riski taşıyan yığınla sorun kalıyor. Ancak bu sorunları Türkiye saatine paralel yaşayarak çözmek çok zor görünüyor.