Klasik Batı Müziği'nin duayen isimlerinden Prof. Dr. Önder Kütahyalı, hayatını kaybetti

Klasik Batı Müziği'nin duayen isimlerinden Prof. Dr. Önder Kütahyalı, hayatını kaybetti

T24 Kültür Sanat

Türkiye’nin Klasik Batı Müziği alanında duayen isimlerinden, müzik eleştirmeni Prof. Dr. Önder Kütahyalı 84 yaşında bugün İzmir’de hayatını kaybetti. İzmir Devlet Konservatuarı’nda müzik ve keman dersleri veren Kütahyalı, aynı zamanda konservatuvara girmeyi hak kazanan üç görme engelli öğrenciden birisiydi. 

Uzun zamandır hastanede KOAH tedavisi gören Prof. Dr. Önder Kütahyalı bu sabah yaşamını yitirdi. 

Güneş gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, amcası olan Önder Kütahyalı'nın yaşamını yitirmesinin ardından Twitter hesabından, "Türkiye’nin Klasik Batı Müziği alanında duayen ismi, hocaların hocası, binlerce müzisyen yetiştiren Prof. Dr. Önder Kütahyalı 84 yaşında bugün İzmir’de vefat etti. Görme engelliydi, sen bu alanda yapamazsın dediler ama müzik tutkunuydu ve asla vazgeçmedi. Alanında otorite oldu" paylaşımını yaptı. 
 
Amcasının müziğe 10 yaşında başladığını belirten Rasim Ozan Kütahyalı, Önder Kütahyalı'yı "1946’da Alsancak’ta sağır, dilsiz ve körler okulu vardı. Oraya gitti. Önder müziğe tutkundu, müzik yapmak istedi. Keman öğrenmeye başladı ama öğretmeni Martha Amadi ilk önce bu küçük kör oğlanı beğenmedi. Ama vazgeçmedi bu kör çocuk" sözleriyle anlattı.

"Nefes sesini duyunca çalmaya başlardım..."

Görme engelli olan Önder Kütahyalı, senfonide 10 yıl keman çaldığı yılları şöyle anlatıyor:

"Bir hilesi vardı o işin, tam çalmaya hazır bekliyorsunuz, orkestra çalmaya başladığı anda belki yarım saniye sonra giriyorsunuz... Ben ikinci keman çalıyordum. 5 ya da 6 keman oluyordu. Benim azıcık sonra girdiğimin kimse ayırdında olmuyordu, o kurnazlığı yapıyordum.

Üfleme çalgılara da yakındım. Başlayacakları zaman nefes alışlarını duyar, işaret verildiğini kabul eder ve girerdim..."

 

Önder Kütahyalı, müzik hayatını, öğrencilik yıllarından itibaren şöyle anlatıyor:

"16 Mayıs 1936 da İzmir’in Tire ilçesinde doğdum. 1946-47 ders yılında İzmir Sağır-Dilsiz ve Körler Kurumu’nda ilkokul eğitimine başladım. Sağlık Bakanlığı’na bağlı olan bu kurumda, yetenekli ya da yeteneksiz herkese müzik yaptırırlardı. Ben de Madam Marta Amati ile keman çalıştım.

Rahmetli hocamız Şemsettin Görenel’den kabartma nota yöntemini öğrendim. Hocamız Josef Stavrides’in orkestra çalışmaları sayesinde birlikte müzik yapma alışkanlığını kazandım.

Kasım 1951 de Ankara’ya taşınan okulumuz, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir “Körler Okulu ve Yetiştirme Yurdu” olarak yeniden örgütlenmişti. Müdürümüz, değerli hocamız Mithat Enç’ti. Ben oldukça iyi keman çalıyordum ve Ankara Devlet Konservatuarı’na gönderilmem gündemdeydi.Sanırım 1952 yılının Mart ayındaydık. Hocamız Mithat Enç, Millî Eğitim Bakanlığının bir genelge yayımlamasını sağladı. Buna göre ilkokulu bitiren görme engelliler, öbür okullarda gören öğrencilerle birlikte eğitim yapabileceklerdi.

Böyle bir gelişme üzerine ve 1952 yılının Temmuz ayında, arkadaşlarım Hüdaverdi Gaffaroğlu, Şükran Kırıcı ve ben, Ankara Devlet Konservatuarı’na başvurduk.Kurumun Baş Müdür Yardımcısı değerli ozanımız Cahit Külebi, ilk görüşmemizde bizi tepkiyle karşıladı. Kendisine genelgeyi anlattık. Körler okulunu telefonla aradı ve Müdür Yardımcımız Sayın Emin Sağlamer, hocaya metni okudu. Aynı gün Konservatuarın Müdürü Mithat Fenmen ile de görüşmüştük. Dünyanın en iyi yürekli insanlarından biri olan sanatçı bizi ilgiyle dinledi ve genelgeyi inceleyerek gerekeni yapacaklarını söyledi.Bir süre sonra Konservatuar Danışma Kurulu’nun kararını öğrendik. Kuruma girmemizde sakınca görülmemişti ama orkestra, oda müziği, koro ve ritmik cimnastik gibi toplu derslerden bağışık tutulmamız yolunda alınan karar, bakanlıkça da onaylanmıştı.

Kabul sınavını başarıyla verdik ve 1 Ekim 1952 günü derslere başladık. Bakanlık kararına karşın ritmik cimnastik dersini izledik ve öğretmenin istediklerini sorunsuz yerine getirdik. Koroda söylememiz de kolaydı. Lise döneminde başlayan oda müziğinde ise dersin öğretmeni Licco Amar’ın önyargısıyla karşılaştık.Bizi sınıfa almadı. Yönetimle yaptığımız görüşmelerin de yararı olmadı.

Orkestra dersi ise engellerle doluydu. Çalınan parçalar sık sık değişiyordu. Bunların kabartma notaya aktarılması ve bellenmesi zamanı ve emeği gerektiriyordu. Ayrıca bazı derslerde deşifre (İlk bakışta çalma) çalışmaları yapılıyordu. Aslında senfoni orkestrasında çalmak, daha başka teknik ve estetik sorunlar nedeniyle görme engelli müzikçilerin uğraşı alanı dışındadır.

Yukarıda da belirttiğim gibi konservatuara girdiğimde ileri düzeyde keman çalıyordum. Kabartma notada da eksiğim yoktu. Böylece keman dersleri iyi başladı.Hocamın istediği etütlerin kabartma metinlerine sahiptim; ancak elimde olmayan notaların sisteme aktarılması sırasında sorunlar çıkacağını yardımcı piyano dersinde öğrendim.Hocamın verdiği ilk ödev, Oscar Beringer’in piyano metodundan 38 numaralı parçaydı. Bir arkadaşla onu kabartma yazıya çevirmeye başladık. Braille nota dizgesinde bir notanın hangi oktavda olduğu özel işaretlerle gösterilir. Buna karşılık arkadaşım, “Birinci çizgide Mi”, “Beşinci çizgide Fa” gibi terimlerle konuşuyordu.Güçlükle anlaşabildik.Çıkar yol olarak kısa zamanda görenlerin nota dizgesindeki işleyişi öğrendim. Bunu beş çizgiden oluşan nota satırı, sol anahtarı, fa anahtarı, notaların çizgilerin üstüne ya da aralarına yazılması ve beş çizgi dışına taşan notalar için ek çizgi kullanılması olarak özetleyebiliriz. Zaman içinde bana çok iyi nota yazdırabilen arkadaşlarım oldu. Onlara yazdırmayı kolaylaştıran ilkeleri öğrettim. Örneğin en başta gürlüklerin söylenmesi gerekiyordu. Bağlı, ayrı ve kısa nota gibi çalma yolları da önceden bildirilmeliydi.

Başka bir güçlük de kabartma yazı makinelerimizin olmayışıydı, tablet kullanıyorduk. O sıralarda Altı Nokta Körler Derneği’nin genel yazmanı olan değerli ağabeyimiz Gültekin Yazgan, bizim için Almanya’dan makine getirtilmesini sağladı. Böylece ikinci yılda işler kolaylaştı.Konservatuvar eğitiminde kültür dersleri düşük yoğunlukluydu. Hocayı dikkatle dinliyor, gereken konuları arkadaşlarıma okutuyordum. Normal daktilo makinelerimiz olmadığından yazılı sınavlardan sonra hocalar bizi özel olarak sözlü sınava alırdı. Bu duruma çok üzüldüğümü söylemeliyim; ama parasızlık yüzünden daktilo edinemedim.

Lisede armoni dersi başlamıştı. Burada, tek sesli bir ezgiyi dört sesliye çevirmeyi öğreniyorduk. Her ders hoca ödev verir, öbür derse dek yapılmasını isterdi.Ödevlerimi kabartma olarak hazırlıyor ve bir arkadaşıma yazdırıyordum. Bu işlemde yukarıda anlattığım nota yazdırma olayının tersi söz konusuydu. Arkadaşıma her sesin beş çizgi satırının neresinde olduğunu söylemek zorundaydım. Yıl sonundaki armoni sınavına kabartma makine ile giriyordum. Ödevimi bitirince notayı hocama veriyordum. Sınavın sonunda da notayı hocaya yazdırıyordum.

1958 yılının Haziran ayında konservatuvarın lise aşamasını bitirerek yüksek döneme geçmiştim. Burada dersler azdı, üstelik Licco Amar okuldan ayrılmıştı.Böylece arkadaşlarımın oda müziği çalışmalarına katıldım. Dersin hocası olan Martin Bochmann ile aramız çok iyiydi. Birliktelik sorununu da şöyle çözmüştük: Bir yaylı çalgılar dörtlüsünde giriş işaretlerini birinci kemancı verir. İkinci keman çalmama karşın bizim dörtlüde bu görevi ben üstlenmiştim.Ankara Devlet Konservatuarı’nın 1950 li yıllarda uyguladığı eğitim programı günümüzdekine kıyasla epey hafifti. Geriye baktığım zaman şanslı sayıldığımı anlıyorum ancak şunu güvenle söyleyebilirim; Şimdiki programda da başarı çizgim aynı olurdu. Başka bir şansım yatılı okumaktı. Böylece herkes gibi benim de çalışmalarım kolaylaşıyordu. Günümüzde konservatuvarlarda yatılı eğitim uygulanmaması görme engelliler açısından önemli bir engeldir.

En büyük avantajım ise çok iyi arkadaşlarımın oluşuydu. Kitap okuma, nota yazma, dinletilere, opera-tiyatro temsillerine gitme ve Ankara’yı gezme gibi konulardaki isteklerimi severek yerine getirirlerdi.Haziran 1960 ta konservatuvarı “Pekiyi” dereceyle bitirdim ve İzmir Devlet Konservatuvarı’na “Keman Asistanı”olarak atandım.

O dönemde Konservatuvarın Müdürü olan Fuat Turkay ile yine o dönemin Güzel Sanatlar Genel Müdürü Cevat Memduh Altar hocamızın bu konuda yaptıkları yardımı saygıyla ve teşekkürle anımsamaktayım.İzmir Devlet Konservatuvarı 1958 de kurulmuştu ve öğrenci sayısı 60 dolayındaydı. Bu BENİM İÇİN BULUNMAZ BİR FIRSATTI. Kurum geliştikçe ben de ona uyum sağlayacaktım.İlk görevim, keman öğretmenimin iki küçük öğrencisini haftada iki kez çalıştırmaktı. Bir yıl sonra okulumuzun kurucu müdürü olan Orhan Barlas, bana dört saat müzik tarihi dersi verdi ve onu, giderek artan bir yoğunlukla günümüze dek sürdürdüm; ancak derslerimle ilgili ayrıntılara geçmeden önce önemli bir konudan söz etmeliyim.Orhan Barlas’ın biricik amacı, İzmir’de bir senfoni orkestrasının oluşturulmasıydı. Amatör müzisyenlerle ve bando elemanlarıyla kurulmuş bulunan orkestrayı özenle çalıştırır, onun gerçek senfoni orkestrasına dönüşmesi yolunda uğraş verirdi. Böylece okula atanan müzisyenleri ve dışarıdan çağrılan uzmanları orada çalmakla görevlendirmişti, görevini aksatanlara çok kızardı.Durumu iyi bildiğimden, daha ilk görüşmemizde kendisine orkestra çalışmalarına katılabileceğimi söyledim ve toplulukta ikinci keman çalmaya başladım. Yaptığım iş, konservatuvarın öğrenci orkestrasına kıyasla oldukça kolaydı. Provalar yavaş ilerliyor, ayda bir kez dinleti veriliyordu. Böylece kısa zamanda Müdür Bey ile dost olduk. Verdiği görevlerle beni konservatuar öğretmeni olarak yetiştirdi. Yıllar geçtikçe bana duyduğu güven pekişmişti.Orkestrada çalabilmek için her yapıtın ikinci keman partisini kabartma nota olarak yazıyordum ve nota yazdıran kişiye küçük bir ücret ödüyordum. Başka bir güçlük de partiyi belleğe almaktı. Armoniyi ve müzik biçimini iyi bilmem bu işi kolaylaştırıyordu. Orkestra üyeliğim on yıl sürdü.

Derslerime gelince; İlk yıllarda sınıflarda iki ya da üç öğrenci vardı. 1970 sıralarında bu sayı biraz daha çoğaldı. Türkçe ve İngilizce kaynaklardan yararlanarak hazırladığım notları derste öğrencilere yazdırıyordum. Değerli hocamız İlhan Usmanbaş, 1963 te Curt Sachs’ın “Kısa Dünya Musikisi Tarihi” başlıklı kitabını dilimize çevirmiş, bize de çok sayıda teksir göndermişti. Kitabı kabartma yazıya aktardım, ancak metin ve içerik öğrencilere ağır geldiğinden, aynı metne dayalı ders notları hazırlamak zorunda kaldım. 1970 ten sonra notlarımı önce karbon kağıdıyla çoğaltarak, daha sonra da teksir ettirerek sınıflara dağıtmaya başladım. Bu ikinci koşulu yerine getirebilmek için daktiloda mumlu kağıda yazmayı da öğrenmiştim.İlk yıllarda müzik tarihi dersinde yıl sonu sınavıyla yetiniliyordu. 1970 lere doğru karne notu getirildi. Zorunlu yazılı sınav sırasında öğrencilerle centilmenlik anlaşması yaptım. Çoğu kez kopya çekilmiyordu. Zamanla öğrenci sayısı arttı ve sınavlara gözcü almaya başladım. Gözcülük edecek kişiyi dostluk yoluyla sağlıyordum, ancak bu konu görme engelli öğretmenler için bir yönetmelik ya da tüzük maddesine dönüştürülmelidir. Yazılı kağıtlarını eşim okurdu. Öğrenci sayısı arttığında, okuma işini sınavla ilgili olmayan bir öğrenciye yaptırmaya başladım.

Sözün bu noktasında, yaşadığım ilginç bir olayı aktarmak isterim: Sanırım 1969 yılındaydı. Bir gün Müdür Bey beni çağırdı; piyano öğretmenimiz olan eşi Seride Barlas’ın, ek ders olarak okuttuğu “Form Bilgisi” dersini bıraktığını, bu dersi bana vermek istediğini söyledi. Üç gün düşündüm ve sonunda kabul ettim. Türkçe kaynak olarak elimizde sadece Fuat Koray’ın “Müzik Formları” başlıklı yapıtı vardı. Bunun bana okunabilmesi için iki koşulun yerine gelmesi gerekiyordu: Okuyucu, nota örneklerini piyanoyla çalabilmeli ve okuma piyano başında yapılmalıydı. Ben ise kitabı en ilkel yollarla okuyabiliyordum. Abone olduğum “London Royal Library For The Blind” adlı kuruma mektup yazdım. Ellerinde müzik formlarıyla ilgili kapsamlı bir kitap varsa ivedi olarak bana göndermelerini istedim. On gün sonra ünlü bir İngiliz eğitimcinin “Form In Music” başlıklı yapıtı geldi. Bu kitabı altı ay kullandım ve “Londra Körler Enstitüsü”nden satın aldım; bugün bile zaman zaman bakarım.

Özetlediğim olay, körler kitaplıklarının görme engellilere ne büyük olanaklar sağlayabileceğini göstermektedir.1970 lerin sonuna doğru Müzik Tarihi derslerimde uzun bir zaman dilimini çağımızın müziğine ayırıyordum. Hazırladığım ders notlarımın kapsamı giderek yoğunlaştı ve sonunda “Çağdaş Müzik Tarihi” başlıklı kitabım ortaya çıktı. Öte yandan, konservatuvarımızın eğitim programına giren “Opera Tarihi” ve “Bale Tarihi” derslerini de okuttum. “Opera Tarihi” notlarım artık bir kitaba dönüşmüştür, bir kez daha gözden geçirilip bastırılmayı beklemektedir. Buraya dek özetlediğim eğitim çalışmalarına, müzikle ilgili konferanslarımı, kongre ve sempozyum bildirilerimi ve yönettiğim Yüksek Lisans ve Doktora tezlerini de eklemeliyim. 

Kazandığım ödül, konservatuvarları üniversitelere bağlanmasından sonra 1987 de aldığım “Doçent” ve 1999 daki “Profesör” unvanları oldu.Sonuç olarak her şeyi, çalışkanlığın, istencin (iradenin), sevginin ve dostluğun gücüyle yaptım ancak bir yakınmayı dile getirmek isterim. Bu da öğrencilerimin görme engelli oluşumu kötüye kullandıklarını sezişim, fakat kanıtlayamayışımdır.

Kırk yıl hizmet verdiğim konservatuvarımın, zaman zaman görme engellilere karşı aldığı olumsuz tavır da ayrı bir üzüntü kaynağı olmuştur. Öte yandan, son on yıl içinde özveri olgusunu bilmeyen ve maddesel açıdan çok katı davranışları olan bir genç kuşağın ortaya çıkışı, görme engelli öğretmen ile öğrencileri arasındaki dostluğu ve yardımlaşmayı sıfır noktasına getirmiştir. Böyle bir durum, körlerin konservatuvar eğitimi yapmasını, gerektiğinde bu kurumlarda öğretim elemanı olarak görev almasını iyiden iyiye güçleştirmiştir. Sonuçta, görme engellilerin görenlere öğretmenliği konusuna fazla sıcak bakmadığımı söylemeliyim.Bu yıl, 1960'ta yürümeye başladığım “Uzun ince” yolun sonuna geldim. Nisan 2004'te emekli olacağım. Biricik beklentim, görme engelli genç müzisyenlerimizin beni aşmaları, “Olmaz”ları “Olur” kılarak kendilerine yeni çalışma olanakları yaratmalarıdır. En içten sevgiler ve en derin saygılarla."

Önder Kütahyalı kimdir?

16 Mayıs 1936’da Tire’de doğdu. Bebekliğinde geçirdiği hastalık nedeniyle görme duyusunu yitirdi. İlköğrenimini İzmir Sağır Dilsiz ve Körler Okulunda 1952’de bitirdi. Ankara Devlet Konservatuarı Yaylı Çalgılar Bölümü Keman dalından 1960’ta dereceyle mezun oldu. 
 
1958 yılında İzmir’de açılan Devlet Konservatuarına “Keman Asistanı” olarak atandı.  Ancak bir yıl sonra Müdür Orhan Barlas kendisine “Müzik Tarihi” dersini verdi. İlerleyen yıllarda ve konservatuarın gelişim hızına koşut olarak “Form Bilgisi”, “Opera Tarihi”, “Bale Tarihi”, “Çalgı Bilgisi ve Tarihi” gibi dersleri okuttu.
 
Önder Kütahyalı 1987'de Doçent, 1999’daysa Profesör unvanını aldı. Beş yıl Prof. Olarak çalıştıktan sonra Nisan 2004’te emekli oldu. 
 
Önder Kütahyalı 2003 yılından beri “Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği”nin kurucu üyesiydi.
 
İkinci Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyordu. Ayrıca kitaplığın çıkardığı “Arkadaş” adındaki kültür ve edebiyat sesli dergisinin sorumlu müdürü ve "Klasik Batı Müziği" köşesinin yazarıydı.

Yazıları Orkestra Dergisi, Ankara Filarmoni Dergisi, Müzik Dergisi gibi süreli yayınlarda yayımlandı. Önder Kütahyalı, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde müzik yazarlığı yaptı.

Çağdaş Müzik Tarihi (1981), Kırk Yılın Sesi / Hikmet Şimşek’in Doldurduğu Plâklar Üzerine 18 Eleştiri (1995) isimli eserleri bulunan Kütahyalı, evli ve 2 çocuk babasıydı.